Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Türkiye gündeminde yankılanan iddialar ile ilgili sessiz kalındığını söyleyerek çok sert eleştirilerde bulundu. Davutoğlu, iddialar karşısında Meclis'in araştırma komisyonu kuramadığını belirterek "O komisyonun sağlıklı işleyebilmesi için İçişleri Bakanı görevden alınmıyor" dedi. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasında Sezgin Baran Korkmaz'ın yurt dışına çıkışı ve Gazeteci Veyis Ateş'in Korkmaz'dan '10 milyon euro' istediğine dair gündeme gelen birçok iddia hakkında sessiz kalındığını söyleyen Davutoğlu, bu duruma sert tepki gösterdi. Davutoğlu, "10 milyon Euro rüşvet iddiasının muhatabı gazeteciyi sorgulayabilecek, re’sen soruşturma başlatacak, o kliğin kimlerden oluştuğunu araştıracak savcı bıraktınız mı bu ülkede? Bu iddialar hem İçişleri hem de Adalet Bakanlığını itham altında bıraktığı halde hepsi lal kesilmiş durumda. Hepsi sus, pus. Öyle ya, bunca iddia var ama Meclis bir araştırma-soruşturma komisyonu kuramıyor. O komisyonun sağlıklı işleyebilmesi için İçişleri Bakanı görevden alınmıyor. Aksine, 'kulağının üstüne yat, artık konuşma' talimatları veriliyor. Şimdi hangi savcı çıkıp; 'Kara para aklayanlar İçişlerine Bakanlığına çağrıldı mı, Bilgilendirilip memleketten kaçışı sağlandı mı?' diye soruşturabilir ki?" dedi. 'HİÇ KİMSENİN BU MİLLETİN VİCDANIYLA ALAY ETMEYE HAKKI YOK' "Bunlar son yıllarda iyiden iyiye büyüyen klikler arası rant savaşlarını size beka mücadelesi diye yutturmaktalar. Kendi aralarındaki 'tamahkarlık' yarışının adını beka savaşı koymuş bunlar. Önce siyasal çıkar denklemini kurdular; sonra da bu denklemi ayakta tutacak olan rant paylaşımını kurguladılar. İsimlerini öğrendiklerimiz rant mücadelesinin vekalet savaşçıları. Ülkede doğru düzgün bir hukuk düzeni, bir yargı sistemi olsa, bu aracıların arkasındaki güçleri de öğrenmek işten bile değil. Bir zamanlar iş gördürdükleri, rantı birlikte paylaştıkları adamı kazıklamasalar, yerine başka çeteleri atamasalar bu kadarını da öğrenemeyecektik. Hiç kimsenin bu milletin aklıyla ve vicdanıyla alay etmeye hakkı yoktur. Ortada resmen kan ile kurulan bir kurtlar sofrası var. Eğer ortada birlikte kurulan bir düzen, gayri meşru ilişkiler söz konusu olmasa çıkıp yalanlamaları işten bile değildi. Eğer ortada demokratik bir hukuk devleti olsa, araştırma soruşturma komisyonu derhal kurulurdu. Eğer ortada günahkarlar olmasa, suça ortak olmadıkları için 'hayır biz orada değildik' demeleri o kadar da zor değildi. 'BÜTÜN GÜÇ ELLERİNDE' Elleri temiz olsaydı, dertleri hukuk devleti olsaydı, bu ifşaatlardan ötürü memnun olurlar, devletin içindeki urları temizlerlerdi. Ortada hakikaten adil bir devlet yönetimi olsa, bu ifşaatları kendi içindeki suçluları bulmak için fırsat olarak görürlerdi. Ortada bağımsız bir yargı olsa; 'kimmiş bu otelde kalan kanun adamları, nasıl olup da bu işin içinde olurlar?' deyip derhal soruşturmalar başlatılırdı. Ortada gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi olsa; 'Onurlu bir savcı, davasından bir gün önce, nasıl olup firma sahibinin ofisindeki doğum günü partisine katılır?' diye yeri göğü inletirlerdi. O adamın oteli tankla basmaya nasıl cesaret edilebildiğini, arkasında kimlerin olduğunu araştırırlardı. Eldeki devlet gücüyle de bir ‘Temiz Siyaset Reformu’ yapmaları işten bile değildi. Nitekim bütün güç ellerinde. Bütün kurumlara hakimler. Kim engel olabilir ki bütün bu süreçlere? 'HANGİ SAVCI SORUŞTURABİLİR?' Öyle ya; Hani bakkal yönetmiyorduk ? Hani çadır devleti değildik ? Hani Muz cumhuriyeti değildik ?Sizlerin huzurunda soralım bu iktidara; 10 milyon Euro rüşvet iddiasının muhatabı gazeteciyi sorgulayabilecek, re’sen soruşturma başlatacak, o kliğin kimlerden oluştuğunu araştıracak savcı bıraktınız mı bu ülkede? Bu iddialar hem İçişleri hem de Adalet Bakanlığını itham altında bıraktığı halde hepsi lal kesilmiş durumda. Hepsi sus, pus. Öyle ya, bunca iddia var ama Meclis bir araştırma-soruşturma komisyonu kuramıyor. O komisyonun sağlıklı işleyebilmesi için İçişleri Bakanı görevden alınmıyor. Aksine, 'kulağının üstüne yat, artık konuşma' talimatları veriliyor. Şimdi hangi savcı çıkıp; 'Kara para aklayanlar İçişlerine Bakanlığına çağrıldı mı, Bilgilendirilip memleketten kaçışı sağlandı mı?' diye soruşturabilir ki? Memleketin tek elden yönetildiği için, kimsenin aklına Adalet Bakanına çağrı yapmak da gelmiyor. Şu acze bakın, memleketin içine düştüğü şu garabete bakın. Hangi birine yanalım? Hukuk devletinin üzerine beton dökülmesine mi? Adalete ters kelepçe takılmasına mı? Güvenliğimizin 28 Şubat artıklarının eline teslim edilmesine mi? Meclisin fonksiyonlarının ayaklar altına alınmasına mı? Mülkiyet hakkını tarumar eden borsaların kurulmasına mı? Yoksa bütün bunları sorgulatacak demokratik iklimin zehirlenmesine mi? 'ÜLKEMİZ AÇISINDAN ONUR KIRICI BİR TABLO' Şimdi bütün günahkarlar oturmuş, bunlardan kazık yediği için kurdukları paktı bozduğunu ilan eden bir adamın susturulacağı zamanı bekliyor. Toplumun geri kalanı da adamın başına bir şey gelmemesi için adeta niyaza durmuş vaziyette. Ülkemiz açısından utanç verici, rezalet ötesi, onur kırıcı bir tablo bu. Şimdi anladınız mı bizlerin başbakanlığına niye tahammül edemediklerini? Bizler olsaydık, bunlar bu düzeni kurabilirler miydi? Şimdi anladınız mı ‘Siyasi Etik Yasası’nı engellemek için neden 40 takla attıklarını? Biz kalsaydık ve o yasalar çıksaydı, Milli Güvenlik Siyaseti arkasına saklanıp böyle bir harami düzeni kurabilirler miydi? Bakanlığına dezenfektan satan haramiler üreyebilir miydi? Şirketlerini yüzde 5700 büyütmeleri mümkün olabilir miydi? Eşine şirket kurdurup ihale alımları sağlayan Sağlık Bakan Yardımcısı gibiler türeyebilir miydi? Eğer bizler yönetmeye devam ediyor olsaydık 'mal beyanı veremeyenler' siyasete dahil olabilirler miydi? Şirketleri olup ticaretle iştigal edenler Bakan, Bakan Yardımcısı yapılır mıydı? İşte buradan söz veriyoruz. Bir gün Allah izin verir de bu iktidara bizleri layık görürseniz; Kim milletin hazinesine el uzatmaya kalkarsa o eli kurutacağız. O ihale, şeffaflık, imar rantı yasalarını çıkartıp o tamahkarlıkların fırsat bulmasını engelleyecek; haramiliğin de kökünü kurutacağız. 'MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR' 15 Temmuz’dan bu yana attıkları 'vatan-millet' sloganlarını şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Dün, 1990’lar Türkiye'sinin günahkarlarına, elde ettikleri rant sorulduğunda 'laiklik' diyorlardı, 'terörle mücadele'yi bahane ediyorlardı. Bugün de bunlar besmele çeker gibi 'Yerlilik-millik' türkülerini çağırıyorlar. Bunu da beceremiyorlar artık. Mızrak çuvala sığmıyor. İBB’nin arsa-arazi yolsuzlukları soruluyor; bunlar çıkıp otuz yıl önceki 'İSKİ Skandalı'ndan dem vuruyor. Yüz milyonlarca liralık yolsuzluk iddialarına bulabildikleri cevap bu. 'KAYNAKLARI NASIL KURUTTUKLARINI İTİRAF ETMİŞ OLDULAR' 'EYT’linin gasp edilen hakları' diyorsunuz; pişkince 'kaynağı nereden bulacaksınız?' diye soruyor. Aslında o kaynakları nasıl kuruttuklarını da itiraf etmiş oluyor. 'EYT’liye çift dikiş yaptırmayız' diyenler çıkıp Meclis'te utanmadan 'bürokratların çifte maaşı'nı savunuyor. 'Ne var bunda?' diyor. Ülkesinde 22 milyon insan maddi yoksunluk içinde, adamın umurunda mı? Rol yapma ihtiyacı bile hissetmiyor. 'Huzur hakkı, ek ücret, kar payı', diyerek 3-5 maaş alanların, bu sistemden kaçmasınlar diye dağıtılan ulufeyi paylaştıklarını bildiği halde yüzü kızarmıyor. Millet bu yolsuzluklar dizisini hayretle izlerken toplumsal barışı yok etmek için harekete geçen çakallar ortalığı sarıyor. Amaç belli: Toplumsal eğrilim ortamında bütün bu yaşananları unutturabilmek. Aynen doksanlı yıllar gibi. Yani “Eski Türkiye” bütün ürkütücü karanlık yönleriyle tekrar arzı endam ediyor. 'İÇİŞLERİ BAKANI KINAMA MESAJI BİLE YAYIMLAMADI' Geçtiğimiz hafta HDP İzmir İl Binasına dönük, toplumsal barışımızı tehdit eden bir terör eylemi gerçekleştirildi. Hemen ardından AK Parti Diyarbakır Hani İlçe tekilatına Molotof kokteyli atıldı, orası da kundaklanmak istendi. İzmir’deki saldırıda maalesef genç bir kızımızı kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve HDP camiasına da bir kez daha başsağlığı diliyorum. Ülkenin güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı, bırakın olayla ilgili açıklama yapmayı, bu saat oldu, daha bir kınama mesajı bile yayınlamadı. Belli ki zihni başka sorunlarla meşgul. Ya sayın Erdoğan? Ülkenin cumhurbaşkanı olarak, böylesi vahim bir hadiseyi gerçekleştiği saniyeler içerisinde kınamamak neyin göstergesidir? Bu kınamayı, bir gün sonra, partisinin Antalya teşkilatındaki konuşmasına bırakmak bir sorumsuzluk örneği değil de nedir? Ülke yangın yerine dönmüş, devletin sorumlu en üst iki makamı suskun. Hadisenin vahametini, yönettikleri ve güvenliğinden sorumlu oldukları toplum katmanları kadar algılamaktan acizler. 'BU CİNAYETE CESARET VEREN İKLİMİ OLUŞTURAN SEBEPLER NE?' Lakin bu olaylar vesilesiyle kendimize bir kez daha ve samimi şekilde sormalıyız: 'Bu cinayete cesaret veren iklimi oluşturan sebepler nelerdir?' diye. Genel Başkan Yardımcımız Selçuk Özdağ’a ve gazetecilere saldıranların bırakın cezalandırılmayı ödüllendirildiği bir ortam ölümle neticelenecek olayların habercisi değil miydi? O gün bu saldırganların serbest bırakılması için savcılara baskı tweetleri atan iktidar ortağı milletvekilleri bu gerilim ortamından mesul değiller mi? Sayın Akşener’e yapılan provokasyonu “daha neler olacak neler?” diye mutlu bir tebessümle karşılayan Sayın Cumhurbaşkanı şiddet sarmalı bir kez işlemeye başladığında nerelere varabileceğini görmüyor mu? 'MUHALEFETİ TERÖRLE İTHAM ETTİNİZ' Siyasi partileri sürekli 'terörle' eşitlemenin, liderlere, gazetecilere, siyasilere dönük saldırıları haklılaştırmanın, 'oluk oluk kan dökeceğiz' diyerek meydanlara salınanların yaratacağı tehlikeleri görmemek ancak bir siyasi körlükle mümkün olabilirdi. Bu sözde 'yalnız kurtlar'ı cesaretlendiren ortamı ellerinizle büyüttünüz. Önce, siyasi güç adına 50+1 gerektiren bu ucube sistemi bu millete dayattınız. Sonra, oyunu sizin kurallarınıza göre oynamaya çalıştığı halde muhalefeti terörle itham ettiniz. Hukuktan, adaletten, ortak akılla siyaset etmekten uzaklaştığınız her dem size kaybettirdi, tabanınız eridi ve sizler daha da sertleştiniz. Demokrasiyi önemseyen, hakkı ve adaleti gözetenlerle değil, güçten başka yol tanımayanlarla ortaklaştınız. Eski Türkiye’nin aktörleriyle o ortaklığı pekiştirdiniz. 'SİYASETTE KİRLİ SALYALARDAN OLUŞAN BİR DENİZ YARATTINIZ' Sadece denizlerde kirlilik değil, siyasette de kirli salyalardan oluşan bir deniz yarattınız. Tabanınızda bu kirliliğe ortak olmak istemeyenler sizi terk ettikçe, halkı kutuplaştırmaya daha fazla yatırım yaptınız. Elde kalan bakiyeyi kandırabilmek, onların korkularını pekiştirmek için siyasi alanın kirlenmesine daha fazla prim verdiniz. Şimdi de ektiklerinizi biçmektesiniz. 'ÜLKENİN DAHA KÖTÜ BİR YÖNE SAVRULDUĞUNU GÖRMEK DAHİ İSTEMEDİNİZ' Bir yandan Türkiye tarihinde olmadığı kadar terörün belinin büküldüğüyle övünürken, diğer yandan vahşi bir terör iklimi ülke içinde devam ediyormuş gibi halka korku pompalamayı sürdürdünüz. Varsın ülke toplumsal bölünmelere maruz kalsın, varsın toplumun fay hatları yerinden oynasın, varsın demokrasi, hukuk ve adalet tırpanlansın, sizler paylaşmadan yönetme hırsıyla, bu ucube 50+1 sisteminden vazgeçmedikçe ülkenin daha kötü bir yöne savrulduğunu görmek dahi istemediniz. 'PARTİ KAPATMAKLA TOPLUMA HAYIR GELMEZ' Bir siyasal oluşumu terörize ederek, hedef göstererek, kapatmakla tehdit etmek ülkeye ve topluma hayır getirmez. O partinin seçmenlerini bu şekilde yok saymak ve cezalandırmak, demokrasiye vurulacak büyük bir darbe olur. Bugün Anayasa Mahkemesinin aldığı kararla HDP’yi kapatma davası ile ilgili iddianameyi kabul etmesi de ne demokrasiye ne de terörle mücadeleye hizmet eder. Bütün bu yaşananlar terörün de ekmeğine yağ sürer. Hani Cumhurbaşkanı parti kapatmalara karşıydı? Şimdi niye sesi çıkmaz? 'ARTIK ESKİ TÜRKİYE ZİHNİYETİNİN MAHKUMU OLDU' Üç gün önceki saldırı sonrasında gelen bu kararın doğurabileceği sonuçları niye görmez? Daha önce onlarca kez yaşanan parti kapatmaların o parti kitlesini kendi içine kilitlemekten başka bir işe yaramadığını niye görmez? Görmez, göremez; çünkü artık Eski Türkiye zihniyetinin mahkumu oldu. Bütün bu korku iklimi ile isteniyor ki halkın geniş kesimleri önce demokrasiden ve seçimden ümitlerini kessinler. Sonra da ya iktidara mahkum olsunlar ya da terörize olarak otoriterliğe ve onun yol açtığı yolsuzluklara meşruiyet sağlasınlar. Unutmayın; terörden sadece terör baronları değil; terörü bahane ederek kendi otoriter düzenlerini sürdüren vesayet baronları ve onları patronajlığında çalışan mafya ve uyuşturucu baronları da beslenir. 'BU DURUMDA NACİ AĞBAL NEDEN GİTTİ?' Bu hafta TCMB PPK Faiz Kararını açıkladı. 'Sıkı Para Politikası duruşunu sürdüreceğini' ifade etti. Güler misiniz ağlar mısınız? 'Peki bu durumda neden Naci Ağbal gitti?' 'Neden bu operasyon yüzünden 600 milyar liradan fazla zarara uğradık?' soruları şöyle bir kenarda dursun. Zira başka müjdeler de var sırada. 'İLK KEZ İMKANSIZI BAŞARDIK' Tarihte bir ilk yaşanıyor. Gayrimenkul alımı hariç olmak üzere yabancı sermaye ilk defa ekside. Daha da önemlisi maalesef tarihte ilk kez bir imkansızı başardık. Faizi, döviz kurunu ve enflasyonu birlikte yükseltmeyi başardık. Bu, ülke tarihinde bir ilk. Hatta dünya ekonomi tarihinde bir ilk. Uyarılarımızı bugüne dek hiç dinlemeyen, 'faiz-kur-enflasyon' üçgeninde ideolojik bir cehalette ısrar eden cahil ekonomi yönetimi, bu konuda da adını da tarihe kazımış oldu böylece. 'ZENGİN DAHA ZENGİN FAKİR DAHA FAKİR' Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), 2020 yılına ilişkin Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçları da açıklandı. Zenginin daha zengin, fakirin ise hem daha fakir, hem de fakirliğin tabana yayıldığını gösteren bu verilere göre gelir dağılımı son 11 yılın en kötü seviyesinde. Toplumun en zengin yüzde 20’siyle en yoksul yüzde 20 arasında tam 8 kat fark oluştu.