Güvenlik ve güven ortamı oluşturmak müthiş bir değer, yüksek bir insani anlamdadır. Şimdi; bu insani anlamı hayata zerk edecek realite, hepimizin belli doğrularla birlikte demokrasi talebi ve ısrarı olacaktır. Dünyaya ilham verecek bir hikâye böyle yazılır. Cesaret ruhumuzda var.
Çanakkale Zaferi’nin 108. yıl dönümünü kutladık. 1918’de Yeni Mecmua’nın Çanakkale Zaferi özel sayısında “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat” yayımlanır. Mustafa Kemal Atatürk, Ruşen Eşref Ünaydın ile 24-28 Mart 1918 tarihleri arasında, Akaretler’deki evinde hasıl olan söz konusu mülakatta anlatıyor: “Bu, Türk askerlerindeki ruhun kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı’nı kazandıran bu yüksek ruhtur.”
[1] Metni saygıyla, sevgiyle yeniden okurken öğretim görevlisi olduğum Yeditepe Üniversitesi’nin mesajı bu tarihsel okumaya bir illiyet bağı ve vurgu oldu: “Cesaret Ruhumuzda Var”
Cesaretle, azimle, ruh kuvvetiyle değiştirilen dünya ve memleket tarihini amaçlar ve gayelere odaklayacak olan temel gösterge anayasadır. Anayasamızın önsözünde açıklıkla belirtilir: “Anayasa yargısının temelinde anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi yatar. Buna göre anayasa normlar hiyerarşisinin tepesinde yer alır ve en üstün norm olarak yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Anayasanın üstünlüğü ilkesi gereğince kanunlar anayasaya aykırı olamaz.” Bu minvalde hemen 2. maddede Türkiye’nin sosyal bir hukuk Devleti olduğu yazılıdır.
Çok sevdiğim Arjantinli yazar Borges der: “Dil estetik bir yaratımdır.”
[2] Edebiyattan hukuka ve siyaset bilimine köprüyle bu dilsel ifade, anayasada yer alan sosyal devlet tanımının gereği gerçekleşmiş midir, durumdan geleceğe nasıl bir yaklaşım gerekmektedir; değerlendireceğiz. Çünkü, dil ve yazı aracılığıyla düşünce ve bilinç alanına giren bir gerçeklikten yola çıkarak dünyanın ve toplumun somut hakikatine yönelmekten söz etmekteyiz.
SOSYAL HAKLAR VE DEMOKRATİK DÜZEN
Kayıtlara göre on binlerce insanımızı kaybetmişken, depremin üzerine bir de sel felaketi yaşanmışken, devletin yükümlülüğü olan pek çok görevi dayanışma hakları çerçevesinde halk yerine getiriyorken Anayasa’nın sosyal devlet unsuruna bakmamız elzem.
- yüzyıl ortalarından başlayarak, hızlı endüstrileşmenin ortaya çıkardığı sorunların çözümü, liberal devlet anlayışında değişiklikle ilerlemiştir. Kıymetli Hocamız Erdoğan Teziç’e atıfla, bireyi kendi kaderi ile baş başa bırakan liberal devlet anlayışı yerine, kişinin insanca yaşayabilmesi, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması konusunda görevler yüklenecek olan sosyal devlet anlayışı şekillenmiştir. [3]
Böylelikle kişiyi siyasi, ekonomik ve sosyal alanda yalnız bırakan, partiyi kişi iradesini saptıracakları endişesi ile tanımayan eski liberal devlet anlayışındaki değişiklik, giderek demokrasi kavrayışına yansımıştır. Bu süreçte, karışmayan devlet yerine “düzenleyen” devlet açısıyla bireysel hakların yanı sıra kitlesel haklardan da bahis açılmıştır. Değişimin sonucu partilerin güçlü varlığına evrilir.
- Dünya Savaşı’ndan sonra artık demokrasinin siyasi partiler olmaksızın var olamayacağı meselesi anayasalarda yerini alır. Siyasi partilerin anayasalardaki varlığı, liberal demokrasinin sağladığı ortamdan yarar sağlayarak iktidara gelen ve demokrasiye alan tanımayan olumsuz örnekler neticesindedir. Böylelikle demokratik düzenin kendisini koruması ve siyasetin hukukileşmesi olgusu yerleşir. Sosyal devlet düşüncesinin merkezinde, bireyin ve toplumun refahının artması amacı vardır.
Kamu kaynaklarının sosyal hakların gerçekleştirilmesini teminen etkin kullanımı; mali koşullara, toplumun ihtiyaçlarına, yönetim kapasitesine, talebin derecesine, talepleri karşılamanın ya da aksinin siyasi maliyetine göre değişiklik göstermektedir. Bugün kamusal alana, kamu yararına, sosyal haklara dikkat istemi, dünyanın geldiği ekonomik ve sosyal vaziyetle yakından ilgilidir.
Hem ekonomik tufan hem günlerin acısı deprem ve sel ile gelen etkenlerdeki inanılmaz değişim hızı, çeviklikle kamu kaynaklarının kullanımında etkinlik sağlanması için güncel gerekliliktir. Henri Lefebvre der: “Gündelik hayat bir ilk anlam küresi, anlardan oluşan bir andır, olanaklı olanı gerçekleştirmek için kendisinden yola çıkmanın kaçınılmaz olduğu diyalektik bir etkileşimdir.”
[4] Haklar sadece anayasada ve yasalarda yazmakla değil, ilgili her alanda, vakıada, oluşta gerçekleşmekle mana kazanır.
Ürettiği artı-değerden payını alacak yaratıcı birey ve kitlelerin fikri mülkiyet haklarını savunan bir avukat olarak söylüyorum, girişim haklarının desteklenmesiyle birlikte artık sosyal haklara eğilmek, gerçeğin ve akılcılığın birliği gereğidir.
YENİ BİR HAYAT TASARIMI
Ülkenin geldiği değişim istasyonu sosyal haklar lehine bir dönüşümü ve gündelik hayat tasarımını gerektiriyor. Bu süreçte hatırlanmalı ki; sosyal devlet bağlamında bireylere asgari gelir güvencesi veren, bireyi toplumsal risklere karşı koruyan, sosyal güvenlik olanağı sağlayan, yurttaşların tümüne eğitim, sağlık, barınma hizmetleri sunan anlayış ve en temelde akılcılık egemen olmalıdır.
Neoliberal politikalar, piyasa mekanizmasının gelir dağılımını en iyi şekilde gerçekleştirdiği fikrine dayanmakla birlikte bugün gelinen noktada hakkaniyetli bir bölüşümün bulunmadığı açıktır. Sosyal adaletin sağlanarak tüm bireylerin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmeleri garantisinin değerli içeriği bir kesinlemedir.
Her ne kadar ülkelere, zamana ve hatta ülkelerin kendi zaman dilimlerinde farklı bakış açılarıyla tanımlamalar ve ölçüler tespit edilse de eğitim, sağlık, iskân, toplum kalkınması, sosyal güvenlik, emeğin korunması zaviyesi akıl-gerçeklik birliğinde günün yönüdür. Milli gelirin adil dağıtılması merceğiyle, sosyal adaletin gerçekleşmesi için kişisel ve politik hakların ötesinde mutlaka sosyal ve ekonomik hakların sağlanacağı bir yöntemler bütününe işaret eden bir zamandayız.
Ürettiği artı-değerden payını alacak yaratıcı birey ve kitlelerin fikri mülkiyet haklarını savunan bir avukat olarak söylüyorum, girişim haklarının desteklenmesiyle birlikte artık sosyal haklara eğilmek, gerçeğin ve akılcılığın birliği gereğidir. Bugün gelir dağılımı analizleri kaynakların etkin kullanımının öne çıkması koşulunu doğruluyor. Üretimin bir yaşam biçimi olarak gündelik hayata dercedilmesi ile kendi kaynaklarıyla büyüyen, elde edilen gelirin adil bölüşüldüğü bir Türkiye hedeflenmek zorundadır.
Bireylere eğitimde fırsat eşitliğinin sunulmasından herkesin sağlığını koruyarak hayatını sürdürebileceği şartlara ulaşmaya dek, devletin lüzumlu düzenlemeleri yapma ve piyasayı denetleme yükümlülüğü var. Çevre koruma hizmetlerini önceleme yükümlülüğü var. Bu durumda ses, söz, çözüm vizyonu bellidir. Daha çok adalet. Daha çok sosyal hak. Daha çok demokrasi. Bir başka ve yerinde deyişle gerçek adalet, gerçek sosyal hak, gerçek demokrasi. Toplumsal yaşam ve ülkenin esenliği gayesi; kamu yararı üzerine kurulu politikaları, bütüncül bakışı ve evrensel vizyonla yeniyi inşayı getirecektir.
ŞİMDİ VE BELLİ DOĞRULAR
Kongrelerle, tamimlerle, Kuvâyı Milliye’yle, Çanakkale ile kurulan Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken belirlenecek sosyal haklar hedefi; kalkınma, toplumsal esenlik, düşünce ve vicdan birliği için sosyal sigortadır. Diyebiliriz ki; birlik beraberlik alanının, yeni hayatın güvenle inşasında işlevsel ciddiyetin önemli bir göstergesi sosyal hakların teminidir.
Güvenlik ve güven ortamı oluşturmak müthiş bir değer, yüksek bir insani anlam.
Şimdi; bu insani anlamı hayata zerk edecek realite, hepimizin belli doğrularla birlikte demokrasi talebi ve ısrarı olacaktır.
Dünyaya ilham verecek bir hikâye böyle yazılır.
Yazarız.
Cesaret ruhumuzda var.
[1] “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat”, Ruşen Eşref Ünaydın, İstanbul Hamit Matbaası, 1930
[2] Jorge Louis Borges, Yedi Gece, Can Yay, çev: Celal Üster
[3] Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay, 1991
[4] Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, Metis Yay, çev: Işın Gürbüz, 2020