Berat deyince derhal zeytin de demek gerekiyor, bir Gemlikli için zeytin neyse Beratlı için de o. Hemen her yemeğin yanında, salatalarda, meze olarak ayrıca, ama bir şekilde mutlaka sofraya geliyor.

Berat’ın sekiz-dokuz kilometre uzağındaki Roshnik’in bağ evleriyle meşhur olduğunu öğrenince soluğu orada alayım dedim.

Alpeta diye bir restoranı önerdiler, hem yemeği iyiymiş hem de kendi yaptıkları şarapları tadabilirmişim.

Kıvrıla kıvrıla giden dağ yolu, Roshnik’e yaklaşık yarım saat tutuyor.

Geçen seneki (2022) şarap yarışmasına katılan Alpetacılar, beyazda altın, kırmızıda gümüş madalya kazanmışlar.

Eh, marifet iltifata tabidir derler, kutlamak lazım.

Birer kadeh söyledim.

Şarap üstüne ahkâm kesecek insan olmadığımı sık sık söylüyorum ama bunların ikisinin de aldığı ödüller analarının ak sütü gibi helaldir.

Beyazın üzümü “pulez” derler bir çeşitmiş, onların yalancısıyım ama dediklerine göre, en iyisi de Berat’ta Alpetacıların bağında yetişirmiş.

Şarapla birlikte bir atıştırmalık tabağı hazırlamışlar, hepsi yöresel ürünler olduğu için onlardan bahsetmek istiyorum.

Ceviz, nar, portakal, kuru incir, elma, peynir ve zeytin.

Berat deyince derhal zeytin de demek gerekiyor, bir Gemlikli için zeytin neyse Beratlı için de o.

Hemen her yemeğin yanında, salatalarda, meze olarak ayrıca, ama bir şekilde mutlaka sofraya geliyor.

Tabii zeytinyağı da Beratlıların vazgeçilmezleri arasında.

Milyondan fazla zeytin ağaçları olduğunu söylüyorlar gururla.

Zeytinden hiç anlamam ama “coronea” dedikleri tür, zeytinin kralıymış, yağı muhteşemmiş…

Nardı, portakaldı, elmaydı bunların üstünde uzunboylu duracak değilim ama kuru incir, bizim bildiğimize pek benzemiyor.

Bir kere rengi daha açık, içi çekirdeksiz ve şekeri çok daha az.

İpe dizdikleri kuru incirlerden bir hevenk alıp şehri dolaşırken ara ara atıştırmak şart.

Gelelim, Balkanların “rakijası”na.

Arnavutlar rakıcılıkta hayli iddialılar.

Balkanların rakijası ile bizim rakı birbirinden çok farklı iki içki; bizimki üzümden yapılır, içinde anason olur, üstüne genellikle su ve buz eklenir, ayrıca Reşat Ekrem Koçu’nun hakaret etmek amacıyla kullandığı “limonata bardaklarında” içilir.

Balkanların rakijası ise farklı, bizim likör kadehlerinin tombullarında sek olarak tüketiliyor.

Arnavutlar rakijayı erik, yabanmersini, şeftali, armut gibi üzümden başka meyvelerden yapabiliyorlar ama rakija denince onların anladığı da bizimki gibi üzüm rakısı.

Üzümün cinsi de önemli, “rrushi” rakılık üzümlerin başlıcası.

Arnavutluk’taki hemen her yerde “rrushi” üzümünden yapılmış rakija bulmak mümkün.

Son zamanlarda bu da ikiye ayrılmış; klasik rakija ve meşe fıçıda bir sene dinlendirilmiş rakija.

Klasik rakı renksizken, fıçıda dinlendirileni kehribar bir renge ve tabii ki fıçıdan aldığı ilave aromalara kavuşuyor.

Alpeta’da bana klasik ve dinlenmiş birer kadeh rakija getiren garson üzümleri topladıkları bağın “şu aşağıda” olduğunu gururla işaret etti.

“Arnavutluk, rakijasız düşünülemez. Daha doğrusu, Balkanlar rakijasız düşünülemez. Yunanistan’ın uzosu ile Türklerin rakısı farklı, siz su ekliyorsunuz ama biz Balkanlarda böyle içmeyi tercih ederiz. Topladığımız üzümleri kalitesine göre üçe ayırırız: En iyileri şaraplıktır, şişelenir. Bir alt kalite olanlar ise gene şaraplıktır ama ‘sofra şarabı’ dediğimiz türden, en fazla iki sene içinde tüketilmesi gereken daha harcıâlem şaraplarda kullanılır. Diğerlerini ise rakijada kullanırız çünkü alkol oranı çok yüksek olduğu için bunda üzümün çok iyi kalite olmasına gerek yok.”

Kadehleri doldurduktan sonra şöyle devam etti.

“Mesela, İtalyanların da buna benzer ‘grappa’ dedikleri bir içkileri vardır. Ama ‘grappa’ meyvenin posasıyla yapılır. Onlar meyveyi şarapta kullanır, posasından grappa yaparlar. Oysa biz Arnavutluk’ta ve Balkanların tamamında meyvenin kendisini kullanırız. Bu yüzden rakija, ‘grappa’dan daha lezzetlidir.”

Ne yalan söyleyeyim, ben bu rakija’nın dinlendirilmişini klasiğine tercih ediyorum.

Ama bir lokantada klasiğini ikram ettiklerinde de asla hayır demiyorum.