İktidara geldiği günden itibaren neredeyse her yıl bir anayasa değişikliği gündeme getiren; 12 ayrı anayasa değişikliği hakkında kanun ile 122 madde düzenlemesi yapan bir siyasi iktidar şimdi bizlere yeni bir anayasa istediğini söylüyor. 1924 Anayasası’nın 105 maddesi vardı. Yani neredeyse yeni bir anayasayı oluşturacak kadar madde üzerinde değişiklik, düzenleme, ekleme vs. yapmışlar zaten.
İnsanın aklına birbiriyle bağlantılı iki soru geliyor. Birincisi neden sürekli anayasa yapıyoruz? Zira istikrarlı, devlet düzeni oturmuş ülkelerde anayasalar sıklıkla değişmez. Devleti iç hukukta kuran temel belge olan anayasanın çok sık değiştirilmesi, devletin üzerine oturtulduğu hukuki temelin istikrarsız olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilir. Yirmi bir yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan Rejiminin, iktidarın değiştirilememesi üzerine inşa ettiği istikrar algısının, öngörülebilirlik anlamında pek de var olmadığı sonucu çıkıyor buradan. Devletin temel hukuki kurgusu ile kurumları ile hatta hukuku ile barışık olamayan popülist bir otoriterlik açısından sürekli değişim talebi ileri sürmek çok şaşırtıcı değil aslında.
Bu değişikliklere genel olarak baktığımızda, neredeyse tamamının kısa veya orta vadeli partizan çıkarları hedef aldığını, bir kısmının bu çıkarları gizlemek amacı ve popülist gayretlerle vitrine sürüldüğünü, orta vadeli olanların ise yargıyı siyasallaştırma/yargıda kadrolaşabilme amacı taşıdığını söyleyebiliriz. 21 yıllık süreçte, anayasal kontrol-denge araçları elimine edilmiş, yargı dahil devlette liyakate dayalı yapının yerini siyasi sadakate dayalı partizan kadrolaşma almışken daha ne gerekiyor? Buradan biraz evvel bahsettiğimiz ikinci soruya geçebiliriz. Yeni anayasa ile ne elde edilmek isteniyor olabilir?
İdeolojik motivasyonunu siyasal İslam’dan, Türk devrimi karşıtlığından almakta olan bir siyasal hareketin oluşturmuş olduğu sivil otoriterliğin, laik hukuku temizleme çabası içine girmiş olduğunu görmemek neredeyse imkânsız. Tarikat ve cemaat yapılarının din istismarını ileri boyutlara taşıdığı, devlet kurumları içine yerleşerek kamu yetki ve kaynaklarını alabildiğine sömürdüğü; vatandaşların liyakate dayalı olarak işe girme, kamu kaynaklarından pay alma hakkının hiçe sayıldığı günlerden geçiyoruz.
Artık bu da yetmiyor. Nasıl ki, Türk devrimi çeşitli aşamalardan geçilerek yapıldıysa, karşı devrim de tersi aşamalardan geçiyor. Kendi dünya ve devlet görüşlerini, yaşam tarzlarını tüm topluma dayatma, üzerlerine bol gelen insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti gömleğini çıkarıp atma aşamasına geçme zamanının geldiği düşünülüyor olmalı.
Peki tasfiye etmek istedikleri ve bu isteği artık açıkça ifade ettikleri Cumhuriyet kurumları nelerdir? Ülkemizde cumhuriyet, geniş anlamda ulusal egemenliğe dayalı bir ulus devlet oluşturmak demektir ve iki temel fikre dayanır: Birincisi egemenlik tanrısal değil, dünyevidir. Ulusundur. İkincisi; ulus devlet devrimi, idari olarak merkeziyetçi ve kültürel olarak homojenize eden, birleştiren, standartlaştıran yönlere sahiptir. Bu fikirler, laik kurumlar üretir, demokrasi fikri bu devrimde içkindir.
Nihai amacı demokrasi için gerekli kurumsal yapıyı oluşturup demokratikleşmekti. Cumhuriyetçi hukuk, dini ve aristokratik sınıflara ait ayrıcalıkları reddeder. Eşitlikçidir. Egemenliğin sahibi olan ulus, eşit haklara sahip vatandaşlardan oluşan, kederde ve tasada manevi bir birlik kurmuş, ortak bir geçmişi ve gelecek tahayyülü olan, kaynaşmış bir kitledir. Devletle yalnızca hukuki bir bağınız yoktur, duygusal da bir aidiyet bağınız olmalıdır.
Her gün bu hayalleri dillendiren imamlar, şeyhler, politikacılar peydahlanıyor ve toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan insanların yaşam tarzına saldırıyor; sanatçılar, sporcular hedef gösteriliyor; düzenin çürümüşlüğünü yazan gazeteciler hapse atılıyor.
Şimdi geldiğimiz noktada, kimi kesimlerin açıkça dile getirdiği gibi, egemenliğin ve hukukun, laiklik tasfiye edilerek, teokratikleşmesi/tanrısallaştırılması isteniyor. Oysa laiklik, eşitliğin, demokrasinin ön koşuludur. Kadın-erkek eşitliği, inançlar ve kanaatler arası eşitlik reddediliyor, yaşam tarzı özgürlükleri tanınmak istenmiyor, siyasal ve bireysel anayasal haklarımızın içi bomboş hâle gelsin; Ulusun yerini ümmet alsın, çok uluslu, çok hukuklu, eşitlikçi olmayan, din ile meşrulaştırılan bir tür Orta Doğu diktatörlüğü kurulsun isteniyor.
Her gün bu hayalleri dillendiren imamlar, şeyhler, politikacılar peydahlanıyor ve toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan insanların yaşam tarzına saldırıyor; sanatçılar, sporcular hedef gösteriliyor; düzenin çürümüşlüğünü yazan gazeteciler hapse atılıyor, özgürlükleri savunan akademisyenler işten atılıyor, insanlar kültürel ayrışmalar üzerinden kışkırtılıyor. Muhalefet, bölünmüş, politik kartellere sıkışmışken, daha da güçlenerek el yükseltiyorlar.
Oysa, ulus devletlerin hâlen en kuvvetli siyasal örgütlenmeler olarak varlıklarını sürdüğü, uluslaşamayan toplulukların parçalanıp gittiği günümüz dünyasında, hayalini kurdukları yapının hayatta kalma şansı yoktur. Uluslaşma sürecimizi kuvvetlendirip, var olan sorunlarımızı çözecek yerde, demografik yapımızı bozan bir göçmen politikası, ev karşılığı satılan pasaportlarla ülkeye duygusal bağ ya da aidiyet hissetmeyen bir vatandaşlar topluluğu oluşturulmakta; var olan vatandaşlar ise ekonomik sıkıntılar, kültürel hegemonya, siyasal baskı sebebiyle ülkeden umudunu kesip, kaçma yollarını arar hâle getirilmektedir.
Siyasal süreç bu noktaya varmışken, kendilerinden de radikal cemaat ve tarikatları, HÜDAPAR, Yeniden Refah gibi partileri koalisyonlarına dahil eden AKP-MHP ittifakı, “muhalefetle de görüşürüz, bizim söylediklerimizi kabul etmezlerse kendi bildiğimizi yaparız”, diyerek anayasa yapma işine girişiyor. Her şeyden evvel, siyasal sözleşme niteliği taşıyan demokratik anayasalar bu türden anti-demokratik dayatmalarla değil, geniş bir demokratik temsil, müzakere ve uzlaşı usulleriyle yapılabilirler. Elbette amaçları demokratik olmayanların, yöntemleri de böyle olamaz.
Peki bizler, cumhuriyetin vatandaşları, kadınları, gençleri, hukukçuları ne yapacağız? Bu zihniyetin karşısına insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin çağdaş ve bilimsel yöntemlerle tasarlanmış anayasa modeli ile çıkacak; ancak bunun toplumun tamamına mutluluk, özgürlük ve refah getireceğini yılmadan anlatacağız.