Afrika ülkelerinin iklim krizindeki sorumlulukları neredeyse yok denecek kadar az iken iklim krizine dair hassasiyetleri, iklim krizinden etkilenme dereceleri oldukça yüksektir. Libya’daki sel felaketi bu durumun en son örneğini teşkil etmektedir.

İklim değişikliğinden iklim krizine, küresel ısınmadan küresel kaynama evresine geçildiğini BM Genel Sekreteri Antonio Guterres sıklıkla tekrarlamaktadır. “İklim mültecileri” ifadesi kavramsallaştırılmaya çalışılırken, hukuki ögeleri desteklenmek istenirken BM Uluslararası Göç Örgütü, “resmî olarak iklim göçü çağına girildiğini” açıklamıştır. Bu esnada Libya’da gerçekleşen sel felaketi sonucunda can kaybının yaklaşık 6500 gibi bir rakama ulaşması iklim krizinin yol açtığı felaketleri bir kez daha gündeme getirmiştir.

Ülkenin doğusunu etkileyen Daniel Fırtınası sebebiyle Libya, felaketi yaşamıştır. Selin meydana gelmesinin yanında Derne’de iki baraj çökmüştür. Fırtına rekor miktarda yağışı beraberinde getirmiştir. Yağış ülkede uzun zamandır görülmezken fırtınanın neden olduğu yağışların aniden bastırması sele sebebiyet vermiştir. Sel sebebiyle hayatını kaybeden kişilerin sayısının 20.000’e çıkabileceği ifade edilmektedir. Fırtınanın, selin ortaya çıkmasında iklim krizinin de ilgili faktörlerden biri olması aslında iklim krizinin “uzak bir tehdit” olmadığını aksine şimdiki neslin hayatını şiddetli bir biçimde etkileyebileceğini göstermiştir.

İklim krizi, uluslararası niteliğe sahiptir; salt belli bir coğrafyayı ya da ülkeler grubunu etkilememektedir. Dolayısıyla da iklim krizine adaptasyonda ve iklim krizi ile mücadelede uluslararası işbirliği hedeflenmekte ve uluslararası işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Uluslararası çevre sorunlarıyla mücadelenin uluslararası ölçekte başladığı 1970’lerden bu yana iklim krizi de dahil söz konusu sorunlarda uluslararası işbirliği hedeflenmektedir. Çözüm ve mücadele unsurlarının tartışılıp benimsendiği söz konusu süreçte oldukça önemli adımların atıldığı ve uygulamada bazı alanlarda başarıya ulaşıldığını söylemek mümkündür.

Fakat bu tabloda çeşitli eksikliler ve dolayısıyla sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunlardan en önde geleni diğer bir ifadeyle iklim krizi ile mücadelenin ve iklim değişikliğine adaptasyonun önündeki en büyük engellerinden biri çözüm ve işbirliği yolunda uluslararası adımların hedeflendiği seviyede, nitelikte atılmamasıdır. Sorunun çözümü ve adaptasyon başlıklarında ihtiyaç duyulan, hedeflenen uluslararası işbirliği bütünüyle sağlanamamakta olup hayata geçirilmemektedir.

Uluslararası işbirliğini anlamaya ve açıklamaya çalışırken üzerinde durulması gereken en önemli unsur devletler arasındaki farklılıktır. Coğrafya, doğal kaynak, ekonomik güç gibi unsurlardaki farklılıkla bağlantılı olarak devletler arasında iklim krizi ile mücadele ve adaptasyon adımlarının atılmasında farklılık bulunmaktadır. Ayrıca devletlerin iklim değişikliğine karşı hassasiyet oranlarında, etkilenme seviyelerinde de farklılık mevcuttur.

Söz konusu farklılıkların yanı sıra değerlendirme altına alınması gereken bir diğer başlık da iklim krizinde sorumluluk derecesidir. Diğer bir ifadeyle Sanayi Devrimi’ni tamamlayan, bu süreçte sadece kendi kaynaklarını değil Afrika’daki sömürge yönetimleri gibi farklı coğrafyalardaki kaynakları da kullanan, hatta tüketen sanayileşmiş, gelişmiş ülkelerin iklim krizindeki sorumluluğu, iklim krizine “katkısı” oldukça yüksek düzeydedir.

Afrika devletleri gibi çoğunluğu az gelişmekte olan, sanayileşmesini tamamlamamış ülkelerin iklim krizindeki sorumluluğu ile sanayileşmiş ülkelerin sorumluluğu arasındaki fark hâliyle oldukça fazladır. Yukarıda sayılan farklı ülkeler arasındaki iklim krizine dair farklılığın incelenmesinde dolayısıyla Afrika ülkeleri öne çıkmaktadır.

Afrika ülkeleri, iklim krizi ile mücadele sürecinde ve ilgili işbirliği mekanizmaları içinde yer almaktadır. İklim krizini ele alan ve bu doğrultuda uluslararası işbirliğini gözeten Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ve Paris Anlaşması gibi mekanizmalara katılmaktadır.

İklim finansmanı, Afrika ülkelerinin ihtiyaç duyduğu destekteki en önemli mekanizmalar arasında yer almaktadır. 100 milyar dolarlık paket 14 yıl önce gündeme gelmesine ve rakamın verileceğinin belirtilmesine rağmen henüz istenilen hedefe ulaşılamamıştır.

Söz konusu süreç dahilinde ve mekanizmalar kapsamında faaliyet gösterirken Afrika farklılığını her daim vurgulamaktadır: Afrika ülkelerinin iklim krizindeki tarihsel ve günümüzdeki sorumluluğu oldukça az iken ters orantılı bir şekilde iklim krizinden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Kuraklık, sel, aşırı hava sıcaklıkları ve yükselen deniz seviyesi gibi sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Gerek sorumluluğun farklı devletlerde olması gerekse hedeflenen gelişmişlik düzeyine ulaşılamaması sebebiyle iklim kriziyle mücadelesinde teknolojik ve maddi desteğe ihtiyaç duymaktadır. Uluslararası yardım söz verildiği hâlde yapılmamaktadır; dolayısıyla Afrika ülkeleri desteğin gelmesi için çağrıda bulunmaktadır.

Söz konusu çağrıların en sonuncusu 4-6 Eylül 2023 tarihleri arasında Afrika Birliği’nin (AfB) liderliğinde Kenya’nın başkenti Nairobi’de düzenlenen Birinci Afrika İklim Zirvesi’nde yapılmıştır. Zirve, Afrika İklim Haftası’na paralel olarak gerçekleşmiştir. Zirve’nin en önemli çıktılarından biri Nairobi Deklarasyonu’nun açıklanması olmuştur. Zirve sonucunda iklim krizi ile mücadelenin ve iklim finansmanının çerçevesi çizilmiştir. Afrika ülkelerinin iklim kriz ile mücadelede göz ardı edilen bir pozisyonda oldukları belirtilirken bu tutumun aksine Afrika’nın iklim krizi ile mücadelede etkili bir aktör olabileceği kaydedilmiştir.

İklim finansmanı, Afrika ülkelerinin ihtiyaç duyduğu destekteki en önemli mekanizmalar arasında yer almaktadır. 100 milyar dolarlık paket 14 yıl önce gündeme gelmesine ve rakamın verileceğinin belirtilmesine rağmen henüz istenilen hedefe ulaşılamamıştır. Yılda 100 milyar dolarlık finansmana özellikle temiz enerjinin kullanılmasında ve iklim kaynaklı felaketlere karşı tedbir alınmasında ihtiyaç duyulmaktadır.

BMİDÇS Taraflar Konferansları’nda (Conference of Parties, COP) mütemadiyen finansmana dair talep ve sözler yinelense de gelişmiş ülkeler bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Bu bağlamda COP27 ve burada alınan kararların altını çizmek gerekmektedir. Çünkü COP27’de karar verilen “kayıp ve zarar” mekanizmasına Nairobi Deklarasyonu’nda da yer verilmiştir. Hedef “sürdürülebilir iklim geleceği”ne sahip olmaktır.

Küresel mali sistemde reforma gidilmesi de Afrikalı liderlerin Afrika İklim Zirvesi’nde uluslararası kesime yaptığı çağrılar arasında bulunmaktadır. Oldukça kapsamlı ve uzun süreci gerektirebilecek reform ayağında özellikle Afrika ülkelerinin borçlarının hafifletilmesine ve temiz, yenilenebilir enerji önündeki yatırım engellerinin kaldırılmasına odaklanılmıştır. Ayrıca karbon vergilendirme başlığı da Afrika Zirvesi’nde ele alınmıştır. Karbon vergilendirmenin petrol, kömür gibi fosil yakıtların kullanımına, deniz taşımacılığına ve havacılığına bağlı olması ve bu yönde bir rejimin kurulması yönünde çağrıda bulunulmuştur.

İklim krizi ile mücadelede ve iklim krizine adaptasyon başlıklarında Afrika’nın destek istediği başlıklardan birisi de kıta ülkelerinin yenilenebilir enerji kullanımına katkının yapılmasıdır. Zirve’de ele alındığına göre yenilenebilir enerjiye uluslararası ölçekte yatırım yapılmakta ancak bunların sadece yüzde 2’si Afrika’da gerçekleşmektedir.

Nairobi Zirvesi ayrıca COP28’e hazırlık niteliği taşımaktadır. Örneğin Zirve’ye katılan Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, COP28’de Afrika’nın önceliklerinin Avrupa tarafından destekleneceğini açıklamıştır. Kasım sonunda düzenlenecek olan BM İklim Zirvesi’ne yönelik de Afrika devletlerinin ortak tutuma sahip olmaları ve bu tutumu netleştirmeleri Zirve’de güdülen amaçlar arasında yer almıştır. Ortak tutuma ulaşılması ve uluslararası zirvelerde, mekanizmalarda bunun savunulması özellikle Afrika ülkelerinin sesini duyurması açısından önemlidir. Ayrıca kıta ülkelerinin iklim krizi-gelişme/kalkınma arasındaki denge sorunsalına farklı yaklaşımları da ortak tutumun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. En fazla kayda değer farklılık kıta devletlerinin bazılarının yenilenebilir enerjiyi savunması bazılarının ise fosil yakıt tüketiminde ısrarcı olmasıdır.

Sonuç olarak iklim krizi hayatı Libya örneği üzerinde görüldüğü üzere tehdit etmektedir. Devletlerin bireysel adım, faaliyet ve siyasetlerinin yanında uluslararası işbirliği iklim krizi ile mücadele ve iklim krizine adaptasyon başlıklarında öne çıkmaktadır. Farklı niteliklere sahip, iklim krizindeki sorumluluk dereceleri ve iklim krizinden etkilenme oranı da değişiklik gösteren devletler arasında hedeflenen işbirliği düzeyine henüz ulaşılamamıştır.

Libya’daki sel felaketi ve fırtına küresel ısınmanın ve iklim krizinin önemini göstermiştir. Hâlihazırda Afrika’da iklim krizi gibi nedenlerden dolayı nüfus hareketliliğinin giderek artması göç ve beraberindeki getireceği kimi riskleri düşündürmektedir.

Bu süreçte sesini ve işbirliğini çağrılarını duyurmaya çalışan taraflardan biri de Afrika ülkeleridir. İklim krizindeki sorumlulukları neredeyse yok denecek kadar az iken iklim krizine dair hassasiyetleri, iklim krizinden etkilenme dereceleri oldukça yüksektir. Libya’daki sel felaketi bu durumun en son örneğini teşkil etmektedir. Dolayısıyla geçtiğimiz günlerde Birinci Afrika İklim Zirvesi’nin düzenlenmesi ve kıta ülkelerinin burada benimsenen hedef ve görüşlerde ortak tutum sergileyebilmesi önemlidir. Örneğin yeşil büyüme ve iklim finansmanı Zirve’nin öne çıkan başlıkları arasında yer almıştır.

Diğer yandan Libya’daki sel felaketi ve fırtına küresel ısınmanın ve iklim krizinin önemini göstermiştir. Hâlihazırda Afrika’da iklim krizi gibi nedenlerden dolayı nüfus hareketliliğinin giderek artması göç ve beraberindeki getireceği kimi riskleri düşündürmektedir.

Göç dalgasının artması başta Avrupa olmak üzere çeşitli ülkelerin tartışmalı politikalarını beraberinde getirebilir. Bu tablonun yaşanmaması için başta Batı devletleri olmak üzere işbirliği hedeflerini hayata geçirebilmek için daha fazla çaba içerisinde olmalıdır. Bunun yanında sadece devletlerin değil uluslararası iklim değişikliğinin diğer aktörlerinin de tutum değişikliğine gitmesi gerekmektedir. Örneğin Afrika Zirvesi öncesinde yayımlanan yeni faaliyet yardım raporunda yatırımın hangi projelere yapıldığı bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Rapora göre Avrupa, Amerika kıtası ve Asya’dan aralarında HSBC’nin de bulunduğu 11 uluslararası banka Afrika’da iklime zarar veren endüstriyel çiftçilik, petrol ve gaz gibi başlıklarda projeleri finanse etmektedir. Diğer bir ifadeyle ikim dostu projelere yapılan yardım iklime zarar veren projelere yapılan yardım ile kıyaslandığında oldukça az kalmaktadır.