Yurtdışına göçmek mi, Türkiye’den kaçmak mı?
Son zamanlarda yurt dışına taşınmak “yeni seksi” haline geldi. Amaç demokrasinin sağlam olduğu bir ülkede yaşamaksa kaçmak çözüm değil. Kaçma psikolojisi huzur getirmeyeceği gibi arafta kalmaya sebep olur. Gidilen ülkenin vatandaşı olunabilir, fakat evladı olmak başka bir mevzu.
“Hayatın anlamsızlığının ta kendisi insanı anlam arayışına zorlar.”
Ünlü yönetmen Stanley Kubrick’in aklımdan çıkmayan bu sözlerini okuduğumdan beri kendi kararlarımda, başkalarının davranışlarında ve günlük hayatta karşılaştığım her durumun altında derin bir anlam arayışı olduğunu fark ettim. (Kubrick’in sözlerini oturup düşündüğünüzde haberleri bile eskisi gibi izleyemezsiniz). Siyasetçilerin kurdukları cümlelerin alt metinlerinden tutun sıradan insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilere kadar günlük hayatımda karşılaştığım her söylem ve seçimlere daha önce üzerine düşünmediğim psikolojik bir analizle bakmaya başladım. Bilinçli veya bilmeden, herkes ne yapıyor ve ne yaşıyorsa kendi anlam arayışında yaşıyor. Ölüm korkusunun ardında bile esasen korku değil anlamlı bir hayat sürme arzusunu hissettiğimde ise benim için işler değişti.
Çok yakın bir zamanda Türkiye’deki işimden ayrıldım ve Kanada’ya yerleştim. Hatta bu ilk yazımı otel odasındaki masamda yazarken henüz yerleşmiş bile sayılmam. Politikyol’da ağırlıklı mesleki uzmanlığım olan teknoloji girişimciliği, siyaset bilimi ve uluslararası politika üzerine görüşlerimi kaleme almayı planlarken, ilk yazımı biraz daha kişisel olan ve Türkiye’de de artışıyla dikkatimi çeken “yurtdışına yerleşme arzusu” konusuna vermek istedim.
Gitmek ya da kaçmak, işte tüm mesele bu
Daha önce eğitim amacıyla iki yıl bulunduğum Kanada’da tekrar yaşama kararı aldığımdan beri çevremden sıklıkla “çok iyi yapıyorsun, Türkiye yaşanmaz oldu” cümlesini duyar oldum. Özellikle son yıllarda AKP hükümetinin toplum üzerinde politik, ekonomik ve sosyo-kültürel baskılarının artması, kadın cinayetleri, çocuk istismarları gibi toplumda psikolojik gerilim yaratan haberlerin sıklaşması çoğu kişide gelecek kaygısını artırıyor. Anti-seküler ve anti-demokratik düzenlemelerle Türkiye’de hukuka ve bireysel hayata doğrudan müdahale edilmesi, yurtdışına yerleşme kararlarının kişisel bir karardan çok “bir kaçış veya bir kurtuluş çabası” olarak değerlendirilmesine sebep oluyor.
Çoğunlukla yanlış yorumlandığını düşündüğüm ve değinmek istediğim mesele tam da bu. Beyaz yakalı veya belli bir eğitim seviyesine ulaşmış bireylerin (sürekli ya da belirli süreli) yurtdışında yaşama kararlarının son yıllarda artması ve özellikle gelişmiş ülkelerin tercih edilmesinde Türkiye’nin kronikleşmiş gündeminin etkisi yadsınamasa da bu kararlar, mülteci statüsü gerektirecek seviyede hayatı tehdit eden bir unsur olmadıkça, sadece ülke gündemi sebebiyle alınamayacak kadar büyük bir kişisel devrim barındırıyor. Son zamanlarda yurtdışına taşınmak “yeni seksi” haline geldiğinden çoğu kişi konuyla yakından ilgileniyor. Fakat tahmin edildiği ama asıl yaşanınca anlaşılacağı üzere göç kararı almak, kurulu düzeni ve sevdiklerini geride bırakmak hiç kolay değil. Dolayısıyla göç kararının ardındaki sebep “yeni seksi” olup olmadığını belirliyor. Türkiye’deki konjonktürel durumdan kaynaklı gitme isteği söz konusu ise, artılarını ve eksilerini değerlendirince de görülüyor ki dünyanın öbür ucuna da gidilse ışık hızıyla takip eden kaçış huzursuzluğu pek de “Amerikan rüyası”na izin vermiyor.
Burada ilk etapta göçmen ve mülteci ayrımı yapmak gerekiyor. “Çok iyi yapıyorsun, Türkiye yaşanmaz oldu” cümlesinin niye gerçekçi olmadığı da bu ayrım ile ilişkili. Yakın zamanda tanık olduğumuz ve gündemde çokça tartışmalara yol açan Afgan mülteci konusuna baktığımızda Türkiye’nin Afganistan’la karşılaştırılabilir bir noktada olmadığını ve olmayacağına inanıyorum. Kişisel göç veya yurtdışına başka bir statüde taşınma kararlarının, mülteci statüsünden çok farklı değerlendirilmesi gerekmekte. Göçe mecbur kalmak ile nispeten keyfi bir kararla göç etmek arasında muazzam bir düşünce ve karar alma özgürlüğü var.
Türkiye’nin üzerine kurulduğu cumhuriyet ve laiklik değerlerinin sağlamlığına, mücadele ruhunun olduğuna güveniyorum. Türkiye’nin darbeler tarihine baktığımızda da görebileceğimiz gibi cumhuriyet değerleri her türlü baskı ve zorluk karşısında direnmeyi başarmıştır. Günümüzde kamuoyundaki tartışmalar ve zaman zaman toplumdan yükselen seslerle hükümete attırılan geri adımlar, hükümetin sıklıkla nabız yoklayan üslubu, toplumun aktif olarak denetim ve denge terazisini kontrolünde tuttuğunu kanıtlıyor. Dolayısıyla Afganistan’da yaşanan insanlık dramının Türkiye’de yaşanmasını olası bulmuyorum. Türkiye’den göç (özellikle de istihdam olanaklarını artırmak amacıyla süren beyin göçü) konusunun, bireyin istisnai durumları haricinde, bir Afgan mülteci sorunuyla kıyaslanması doğru değildir.
İnsanın anlam arayışı ve toplumsal normların etkisi
Yine de kaçış veya kurtuluş çabasıyla Türkiye’den gitme fikrini değerlendirenler elbette var. Fakat, Hollandalı bir kişinin İngiltere’ye yerleşme kararı ne kadar bireysel ise, Türkiye’den başka bir ülkeye yerleşme fikri de politik veya konjonktürel değil, aynı şekilde bireysel bir karar olmalı.
En apolitik kişide bile göç kararının vatan hasreti ve duygusunu silebileceğini düşünmüyorum, zira amaç demokrasinin sağlam olduğu bir ülkede yaşamak ise kaçmak, ülkeden ayrılmak asla çözüm değil. Vatan sadece Milli Güvenlik derslerinden ibaret değildir, toprak sevgisi, kendi vatanından olan insanla kurulan bağ bireye dövme gibi işlenir. Gidilen ülkenin vatandaşı olunabilir, fakat evladı olmak başka bir mevzu.
Kişi popüler söylemlere aldırış etmeden, özüne uygun aldığı kararlarla ancak huzurlu olabilir. Kaçma psikolojisi huzur getirmeyeceği gibi yerleşilen ülkede de arafta kalmaya sebep olacaktır. Böylesine büyük bir kararın ardında daha derin ve kişisel bir anlam arayışı olması gerektiğini düşünüyorum.
İnsanın “anlam arayışı” asla bitmeyen ve bir o kadar da ölümlü, yani insanın uydurduğu bir hikaye. Bu noktada Kubrick’in de anlatmaya çalıştığı problem mutlak bir anlamın, net doğru ve yanlışların olmaması. Bireylerin doğru ve anlamlı bir hayat yaşadım demeleri için özgür bir bilince ihtiyaçları vardır, fakat Türkiye gibi oryantalist kültürün de etkili olduğu toplumlarda doğruları(!) bireyden ziyade toplum teamülleri belirleyebiliyor. Bu tip toplumlarda bireyin özgürlük bilinci ve öz benliği yeterince gelişmemiş ise toplumsal normları kendisine kıstas alması söz konusu oluyor. Toplumsal normlar hayatımızın bir amacı olması gerektiğine bizi inandırıyor ve özellikle Türkiye gerçekliğinde gittiğimiz okullardan üniversitede okuduğumuz bölümlere, arkadaşlık kurduğumuz çevreden, seçtiğimiz eşe kadar bir amaç ve toplumsal doğru düzleminde kararlar vermemiz bekleniyor.
Hayata bakış açımı çok değiştiren, favori kitaplarımdan Kozmos’un yazarı, astrofizikçi Carl Sagan’ın, dünyamızın evrendeki yalnızlığını ve küçüklüğünü “soluk mavi nokta” olarak tanımladığı ses kaydını, eğer bugüne kadar karşınıza çıkmadıysa bulup dinlemenizi öneririm. Benim Kanada’ya taşınma kararımın ardında küçük mavi noktanın farklı coğrafyalarını olabildiğince deneyimlemek, farklı kültürlerde yaşayarak, çalışarak kendimi sonsuz öğrenmeye açmak, öğrendiklerimi ülkeme fayda sağlayabilecek noktalarda sunmak ve sonunda tatmin olmuş bir şekilde hayatımın sonlanması yatıyor. Bu sonsuz anlamsızlığın içinde kendime yarattığım anlam bu mudur? Ben de bilmiyorum, sanırım zaman gösterecek.
Son olarak…
Diğer canlılara görece kısa süren yaşamlarımızda hayatın anlamını arama çabası ve toplumsal teamüllerin dayattığı doğrular yerine kaçma duygusu, kurtulma duygusu olmadan, birey olarak ne yapmak istediğini düşünüp çok geç kalmadan harekete geçmek gerekiyor. İnsanın özüne uygun hareket etmesi onu canlı kılar, yaşadığını hissettirir. Özüne uygun davranan insan özgürleşir, güçlenir ve katkı sunabileceği noktalarda konjonktürü değiştirme cesaretine erişir. Bunun aksine, korkuyla veya kaçma isteğiyle hareket eden kişinin alacağı kararlar başta kendisine pranga takar, güçsüzleştirir ve bağımlı hale getirir.
Umarım bundan böyle kendi anlam arayışım çerçevesinde Politikyol’da kaleme alacağım yazılarımla naçizane bir katkı sunabilirim.
Bunlar da ilginizi çekebilir