Yüksek enflasyon oranları ne yazık ki hayatımızın önemli bir parçası oldu. Şiddetle artan fiyatlar karşısında ekonominin bütün bireyleri farklı arayışlara kapıldı. Fiyat artışlarından korunmak isteyen tüketiciler tüketimlerini öne çekerken küçük tasarruf sahipleri çok farklı bir arayışa girdi. Enflasyon içinde döviz kontrollerinin devam etmesi nedeniyle tasarruflarını dövizde tutan geleneksel tasarruf sahipleri haklı olarak servetlerini korumak istiyor. Tabii ki yabancı para talebinin azalması sevinç duyulacak bir konu. Ancak döviz getirisinin enflasyon karşısında reel olarak kayıp yaşaması sonucu dövizde tuttukları tasarruflarını taşıyan yatırımcıların bu tasarrufları nereye yönlendireceği dikkat edilmesi gereken bir konu başlığı olarak karşımıza çıkıyor.
Normal bir ekonomide aslında tüketim aracı olması gereken konut ve otomobilin özellikle son yıllarda “yatırım aracı” olarak tasarruf sahiplerinin ilgisini çektiğine tanık oluyoruz. Otomobil firmaları Merkez Bankasının para basma hızına yetişemediği için piyasada bir otomobil enflasyonu oluşması yakın gelecekte olası görülmüyor. Küçük yatırımcı da bu algıyla tasarruflarını olabildiğince bu iki ürüne yönlendiriyor. Gerçi bu iki ürünü satın alabilene artık küçük yatırımcı demek ne kadar doğru o da tartışılmalıdır. Şirketler dahi tasarruflarını bu şekilde değerlendirmeye devam ediyor. Tabii milyonları kazanan şirketler otomobil aldıklarında vergisini gider gösterebiliyorken neden değerlendirmesin? Şirketler için otomobil stoklamanın bir yaptırımı ya da caydırıcılığı olmadığı gibi otomobil bedeli için de yıpranma payı göstererek yine vergi iadesi alması bir çeşit teşvik edici unsur hâlini alıyor. Şirketler bu sayede hem gelir vergisi ödemiyor hem de otomobil fiyatlarındaki yükselişler sayesinde kâr ediyor.Son günlerde çeşitli ilanlarda “araç takası olur” ifadesi gözünüze çarpmıştır. Araç takasıyla gayrimenkul alımı gibi büyük ölçekli ticari işlemlerin sayısı oldukça arttı ve artmaya devam ediyor. Bu durum piyasadaki para talebini azalttığı için piyasadaki parayı reel olarak bollaştırıyor ve Merkez Bankası piyasaya para sunmasa dahi Türk Lirası değer kaybetmeyi sürdürüyor. Tabii bu konuyu nedenleri ve sonuçlarıyla ele almadan önce 8 Eylül 2023 tarihinde TÜİK’in yayınladığı raporda yer alan yatırım araçlarının enflasyondan arındırılmış getiri oranlarına bir bakmak gerekir. Bu veriyi aşağıdaki şekilde görebilirsiniz. Detaylı rapora TÜİK’in internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Tablo 1: Finansal Yatırım Araçlarının Reel Getiri Oranları, Ağustos (Aylık Değişim)
Tablo 2: Finansal Yatırım Araçlarının Reel Getiri Oranları, Ağustos (Yıllık Değişim)
Kaynak: : Finansal Yatırım Araçlarının Reel Getiri Oranları, Ağustos Bülteni (TÜİK)
İki şekil aslında göstermektedir ki ağustos ayında reel olarak getiri sunan tek yatırım aracı BİST 100 yani hisse senetleri olmuştur. Yıllık getiri oranlarına bakıldığında devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ve mevduat faizi TÜİK’in yayımladığı enflasyon verilerine göre en ciddi kaybı yaşayan yatırım araçlarıdır. Diğer yandan döviz ve altının enflasyonla paralel bir şekil seyrettiği görülmektedir.
Bazı hisse senetlerinin aşırı değerlenmesi nedeniyle borsaya bir baskı oluşturabilir, bu durumda küçük yatırımcı ufak bir kriz anında tasarrufunun önemli bir bölümünü yitirebilir.
Karşılaşılan bu tablo tasarruflarından getiri sağlamak isteyen bireyleri borsaya yönlendirmektedir. Bunun tabii ki ekonomi için bir zararı yoktur. Ancak bazı hisse senetlerinin aşırı değerlenmesi nedeniyle borsaya bir baskı oluşturabilir, bu durumda küçük yatırımcı ufak bir kriz anında tasarrufunun önemli bir bölümünü yitirebilir. Nitekim aşırı değerlenen hisse senetlerinin oranı gittikçe artmaktadır.
Asıl konuya dönecek olursak, döviz yatırımının cazibesi kırıldıktan sonra tasarruf sahipleri için en ideal finansal araç hisse senedi olarak görülmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle borsa yatırım yapmaktan çekinen tasarruf sahibi sayısı azımsanmamalıdır. İşte bu tasarruf sahiplerinin yatırımlarına bakıldığında gerçekte tüketim malı olan iki “yatırım” aracı dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki konut, diğeri otomobildir. Peki, neden insanlar bu iki tüketim malını stoklayarak tasarruflarını değerlendiriyor? Bunlardan ilki risk unsurunun olmaması. Para politikası oyuncağa döndüğü için her türlü finansal yatırımda servetinizin önemli bir bölümünü kaybedebilirsiniz. İyi bir finans danışmanınız ya da şansınız yoksa büyük olasılıkla finansal yatırımınız kayıpla sonuçlanabilecektir.Ancak konut ve taşıtlarda böylesi bir risk bulunmamaktadır. Bakınız örneğin kemer sıkma sürecinde otomobile konulan vergilerin arttığını varsayalım. “Yatırım” olarak aldığınız kapınız önünde duran otomobilin değeri bir anda artacaktır. İkinci bir nedense dini gerekçeler. İnancı ya da tercihleri nedeniyle faiz geliri elde etmek istemeyen -ki zaten istese de faiz geliri elde edemeyen (Bkz. Tablo 1 ve 2)- tasarruf sahipleri konut ya da otomobil alarak tasarrufuyla gelir elde etmektedir. Şimdi tabii burada sorgulamak gerekmektedir; bu da paradan para kazanmak değil midir? Ki mevduat faizine yatırılan paranın reel olarak değer kaybettiği düşünülürse ihtiyaç dışında ev ya da araba alarak tasarruf yapmak daha büyük günah sayılmaz mı? Tabii bunlar din insanlarının yanıt vermesi gereken söylemlerdir.
Borsa önümüzdeki dönemlerde de küçük yatırımcı tarafından talep görebilecektir. Bu nedenle hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin denetimi artırılmalıdır. İlerde yaşanabilecek bir krizi önlemek adına bu hisselerin aşırı değerlenmeleri engellenmelidir.
Enflasyon devam ettikçe ve finansal yatırım araçları belirsizliğini korudukça tüketim yapmanın en ideal yatırım aracı olduğu algısı toplumda gücünü artıracaktır. Bu da tasarruf yapmak için konut ve otomobil alımlarını artıracaktır. Hatta yalnızca bunlar değil, daha az tasarruf sahipleri de bütçelerine göre aldıkları ürünlerden tasarruf yapmaya çalışacaktır. Hâl böyle olunca yalnızca otomobil takasıyla yapılan alışverişler değil, diğer ürünlerle yapılan alışverişler de gündeme gelebilecektir. Ne yazık ki bu sorunlar çözülmezse ilk çağlardaki trampa ekonomisine daha da yaklaşacağız.
Son olarak şunu belirtmem gerekir ki kişisel olarak emek dışında kazanılan tüm gelir türlerine karşıyım. Dolayısıyla yazdığım yazıda lütfen paradan para kazanmayı önerdiğim ya da övdüğüm sonucu çıkarılmasın. Yalnızca günümüz ekonomi düzeni koşullarında ücretli çalışanların nasıl alım güçlerini koruyabileceği ve sermaye sahiplerine karşı artırabileceği yanıtını aramaktayım. Bu bağlamda, yazı kapsamındaki konumuza istinaden sunduğum çözüm önerilerim aşağıdaki gibidir:
- Borsa önümüzdeki dönemlerde de küçük yatırımcı tarafından talep görebilecektir. Bu nedenle hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin denetimi artırılmalıdır. İlerde yaşanabilecek bir krizi önlemek adına bu hisselerin aşırı değerlenmeleri engellenmelidir. Bunun için özellikle halka yeni arz olan şirketlerde halka arz oranı en az %40 olarak belirlenmeli, hisse fiyatlarının yalnızca ihraççı kurum ile aracı kurum tarafından serbestçe belirlenmesi engellenmelidir. SPK’nın halka arzlarda fiyat belirleme aşamasındaki sorumluluğu ve denetimi artırılmalıdır.
- Otomobil ve konut gibi dayanıklı malların tasarruf aracı olmasını ve bu ürünlerdeki enflasyonu önlemek adına bunlarda artan oranlı vergilendirilme yöntemi derhal kullanılmalıdır. Birden çok otomobili ve evi olan kişilere geometrik olarak artan ve caydırıcı vergi oranları uygulanmalıdır. Böylece bu kimselerin stokladığı taşıt ve konutları satması sağlanmalıdır. Bu sayede konut sahipliği oranı artırılabilecektir.
- Kurumlarda binek otomobillere yapılan amortisman ve vergi iadesi işlemleri koşulsuz şartsız derhal sonlandırılmalıdır. Bu hem doğrudan hem dolaylı vergi gelirlerini artıracaktır hem de bu ürünlere olan talep baskısını azaltacaktır.
- DİBS ve mevduat faizlerinin reel getiri oranları artırılmalı ve tasarruf sahiplerinin en azından portföylerinin bir bölümünü buraya aktarmaları sağlanmalıdır.
ü
Not: Altını ben çizdim.
ü
ü
ü
ü
ü
ü
ü