Ekonomik olarak, iktidar partisi devlet kaynaklarını kontrol ederek "partizan kaynak tahsisinin ekonomik elitlere ve kent yoksullarına doğru yapılmasına" olanak sağlıyor ve iktidarı kaybetmenin maliyetini artırırken muhalefete yönelik baskının maliyetini azaltıyor. Seçimler yaklaşırken ülkenin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve dış politika krizleri giderek derinleşiyor. Hâlihazırda bir yönetim krizi içerisinde de olan iktidar bu sorunlara cevap verebilecek durumda gözükmüyor. Peki bütün bu krizler doğrudan bir muhalefet zaferini getirecek mi? Bu sorunun cevabı ne yazık ki düşünüldüğü kadar kolay değil. Çünkü içinde bulunduğumuz rekabetçi otoriter rejimlerde iktidarın devamlılığını sağlayan önemli faktörlerden biri muhalefeti kontrol edip alanını daraltmasıdır. İktidar bugüne kadar bu mekanizmayı büyük bir başarıyla devam ettirdi. Fakat son dönemde iktidarın muhalefeti kontrol etme kapasitesinin giderek azalmasına şahit oluyoruz. Bu azalan etki paradoksal bir sonuç yaratıyor bir yandan iktidarı gün geçtikçe agresifleştirip baskı mekanizmalarını artırmasına yol açarken diğer taraftan muhalefetin de mücadele alanını genişletiyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz durumda Türkiye’nin arada bulunma halinin ya da melez rejim halinin sonuna yaklaşıldığını ve bir yol ayrımına geldiğini düşünüyorum. Bu yol ayrımında karşımızda birbirine zıt iki seçenek bulunuyor; ya artık rekabetçi özelliğini kaybetmiş otoriter bir rejim ya da yeniden demokratikleşme yoluna giren bir ülke. MUHALEFETİN KONTROLÜ Rekabetçi otoriter rejimlerin dayanıklılığı, uluslararası bağlantılar, devlet ve iktidar partisi yapılarının kapsamı ve uyumu, muhalefetin rolü, partizan yasama organları ve siyasi partinin gücü gibi çeşitli faktörlerle ilişkilendirilmiştir. Bütün bunların yanında rekabetçi otoriterliğin devamlılığını sağlayan en önemli faktörlerden birinin muhalefet üzerinde kurduğu tahakküm olduğunu düşünüyorum. İktidarın muhalif faaliyetleri ne ölçüde kontrol ettiği ve sınırladığı kendi istikbali için önemli bir etken. Otoriter kontrol, muhalefetin manevra alanını ekonomik, siyasi ve sembolik olarak daraltan üçlü bir mekanizma ile garanti altına alınıyor. Ekonomik olarak, iktidar partisi devlet kaynaklarını kontrol ederek "partizan kaynak tahsisinin ekonomik elitlere ve kent yoksullarına doğru yapılmasına" olanak sağlıyor ve iktidarı kaybetmenin maliyetini artırırken muhalefete yönelik baskının maliyetini azaltıyor (Esen ve Gümüşçü 2021). Dahası, iktidar partisinin ekonomik kaynaklar üzerindeki kontrolü sadece oyun alanını kendi lehine çevirmekle kalmıyor, aynı zamanda muhalefetin harekete geçme kapasitesini de sınırlıyor. Ulusal düzeyde kontrolü elinde tutmaya devam ederken yerel düzeyde güç kaybeden iktidar partisi, yerel yönetimleri tüm devlet kaynaklarından mahrum bırakarak temel hizmetleri sunmalarını engellemek için daha saldırgan hale geliyor. Bu da muhalefetin yerel yönetimleri kazandığı durumlarda dahi manevra alanını daraltarak hizmet sunmasına engel oluyor ve dolayısıyla muhalefet yönetemez algısını güçlendirmeyi hedefliyor. Siyasi olarak, iktidar partisinin tüm medya kuruluşları üzerindeki kapsamlı kontrolü, siyasetin çerçevesini belirlemede iktidara büyük bir avantaj sağlıyor ve muhalefetin yeni siyasi konuları gündeme getirme veya gündemi şekillendirme kabiliyeti sınırlandırılıyor. Medya üzerindeki kontrol devlet kaynaklarıyla sağlanırken, siyasi gündemin belirlenmesi iktidar partisinin hâkim konumunu sürdürüyor. Her iki mekanizma, iktidarın ülkeyi yönetmek için tek meşru ve muktedir güç olduğu algısını yaratmak için de kullanılıyor. Dolayısıyla ekonomik ve siyasi kontrole propaganda araçlarının sürekli kullanılması ile sembolik kontrol de dahil oluyor. Sembolik kontrol ile amaç ülkede tek yönetebilenin iktidar olduğu algısını yaratmaktır. Bu algı hem devlet kaynaklarının kullanılması hem de siyasi gündemin şekillendirilmesi yoluyla güçlendirilir. Böylece ekonomik, siyasi ve sembolik yolla üçlü bir mekanizma kuran iktidar muhalefetin hareket alanını daraltıyor – bu da iktidarın devamlılığını sağlayan bir sisteme dönüşüyor. İKTİDARIN ÇIKMAZLARI Bugüne geldiğimizde ise ülkenin yaşadığı zorluklar sebebiyle her üç mekanizmayı da devam ettirmekte zorlanan bir AKP iktidarı görüyoruz. Ekonomik krizin getirdiği zorluklar sadece vatandaşı değil aynı zamanda iktidarın da elindeki kaynakları daraltıyor. Dolayısıyla hem kendi ekonomik elitlerini desteklemekte zorlanıyor hem de toplumun farklı kesimlerine kaynak dağıtımında sorun yaşıyor. Diğer taraftan ekonomik kaynağın temel dayanaklarından olan yerel kontrolü kaybetmesi de iktidarın bu mekanizmayı sürdürmesini zorlaştırıyor. Siyasi olarak gündem belirlemede de sorunlar yaşadığını görüyoruz. Ana akım medyayı kontrol etmesine rağmen bu medya kuruluşlarına olan ilginin azalması ve sosyal medya, uluslararası haber ağları gibi alternatif kanalların artması bilgi dağılımını kontrol etmede iktidarı zorluyor.
Bugün ülkenin yaşadığı zorluklar sebebiyle her üç mekanizmayı da devam ettirmekte zorlanan bir AKP iktidarı görüyoruz. Ekonomik krizin getirdiği zorluklar sadece vatandaşı değil aynı zamanda iktidarın da elindeki kaynakları daraltıyor.
Dolayısıyla artık gündemi tek başına şekillendirmekte zorlanıyor ve muhalefet de kendine yeni alanlar yaratıyor. Son dönemde özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, İYİ Parti lideri Akşener’in grup toplantıları yolunu da kullanarak muhalefetin gündem belirleme kapasitesini artırdığını söyleyebiliriz. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun sosyal medyadan yayınladığı ev videoları da milyonlarca izleyiciye ulaşarak muhalefetin alternatif kanalları verimli nasıl kullanabildiğini gösteriyor. Üçüncüsü sembolik olarak da özellikle yerel seçimler sonrasında iktidarın bütün çabalarına rağmen 3 yıldır Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da Mansur Yavaş’ın Ankara’da ve büyükşehirlerdeki diğer CHP belediyelerinin gösterdiği performans iktidarın yaratmaya çalıştığı sadece biz yönetebiliriz algısını zedeliyor. Yerelde ayrım yapmadan herkese hizmet eden bu hizmeti sunarken de şeffaflıktan da ödün vermemesi muhalefetin çok daha iyi yönetebileceğini algısını her geçen gün güçlendiriyor. Dolayısıyla iktidarın devamlılığını sağlayan üçlü muhalefeti kontrol etme mekanizması kırılıyor. Birbirinin devamlılığını sağlayan bu üçlü mekanizmanın kırılması iktidarın gücünü koruyabilmek için baskıyı artırmasına ve otoriterleşmenin derinleşmesine yol açıyor. Seçim yasasında yapılan değişiklikler ve seçimlerde olabilecek usulsüzlük ihtimalinin artırılması, Gezi davasında verilen kararlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sertleşen dili, sansür yasası tartışmaları hepsi aslında iktidarın muhalefeti kontrol etmesini sağlayan ince ayarlı mekanizmanın devam ettirilememesinden kaynaklanıyor. Ve tam da bu nedenle ya muhalefet alanın genişlemesi ile bu döngüyü kırıp yeniden bir demokratikleşme süreci başlatacak ya da iktidar bu üçlü sistemi devam ettiremediği için giderek otoriterleşen ve artık muhalefete hiç alan tanımayan dolayısıyla rekabetçiliğini kaybetmiş bir otoriter rejim inşa edecek. Sonuç olarak önümüzdeki genel seçimler rekabetçi otoriterliğin de sonunu getirecek gibi görünüyor. Umalım bu rejimin son bulması demokratikleşme sürecini başlatır.
Editör: TE Bilisim