2023 yılının seçmeninin siyasetten beklenti veya gereksinimleri, genel olarak “tecrübeli” siyasetçilerin popülist siyasi alışkanlıklarının ve danışmanlarının geleneksel araçsal rasyonalitelerinin oldukça ötesinde.

Bir süre yıllık izin, tekn(oloj)ik ve kişisel tercih gibi sebeplerle iç siyaset ve sosyal medya tartışmalarından nispeten uzak kalmak çok “iyi” geldi doğrusu.

Sıkı akademik tempoya yeniden dönmek öncesindeki bu “mesafeli” yazıda, epeydir ülkeye hiç de “iyi” gelmemiş ve gelmeyeceği aşikar olan bazı konulara değinmek istedim.

Gerçi daha önce de yine bu köşede ve her adımda, yani sıcağı sıcağına bunlar hakkındaki görüşlerimi ve öngörülerimi paylaşmış idiysem de, bir kaç özet hatırlatma ve vurgunun önümüzdeki dönem için yararlı olabileceğini düşündüm.

Bugün tüm dikkatler yine CHP üzerinde toplanmış durumda. Ne de olsa epeydir beklenen büyükşehir belediye başkan adaylarının ilanından sonra, parti genel başkanı adaylarının da açıklamaları gelmeye başladı.

Yani artık CHP’den medet ummuş ve büyük hayal kırıklığı yaşamış umutsuz ve öfkeli seçmene CHP sözcüğünden bile artık “öö gelmekteyken”, ÖÖ-1 (Özgür Özel) ve ÖÖ-2 (Örsan Öymen) adaylıklarını peş peşe ilan ettiler.

Özgür Özel’in belli ki iyi çalışılmış ve CHP’yi eleştiren ve/ya özeleştiri bekleyenlerin duymak istediklerinin çoğunu veren “tutum belgesi” açıklamasını muhtelif yorumcular didiklemeye başladılar bile.

Kapalı olarak da olsa Kılıçdaroğlu’nu eleştirdiği ve çok önceden yazmış olduğum gibi hem ülke, hem de parti içindeki destekçileri gözünde “kaybettiren” kökten ciddi hatalı davranışlarını saptaması ise isabetli ve dozundaydı.  Fakat, bana kalırsa onlar ve de “emanetçi başkan”, vb. sansasyonel konulardaki “yargılayıcı” sorulara verdiği kıvamındaki yanıtlardan ziyade, “Tanrıkulu krizi”ne yaklaşımını bundan sonra da aynı kararlılıkla sürdürmesi kendisine çok daha büyük prim kazandıracaktır.

Her halükarda ve gerçekten de, Sol/Sağ klişe terimlerini bir yana bırakarak, bunlar 2023 ve ötesi Türkiye’si için somut siyasi tasarım olarak her nelere tekabül ediyorlarsa onları telaffuz etmeli artık.

Zaten Kılıçdaroğlu’nun da ana hatlarıyla “sosyal demokrat” olmak veya “-mış gibi” davranmak istediği çok belliydi. Fakat ancak “kazandıktan, yani büyük güç/yetki sahibi olduktan sonra”  bunu yapabileceğine kendisini inandırdığı veya kandırdığı da öyle.

Ne yazık ki, mevcut kısıtlar dikkate alındığında ve  “yeterince geniş davranım alanı” içinde bile elindekini “iyi” yönetemediği algısını (sanırım bazı yakınları ve sadık seçmenleri dışında), “Nuh dese, peygamber demeyecekler” zihninde değiştiremez artık.

Kaldı ki, naçizane, fırsatçı popülist açıdan kendisini “sığ hayallerle gaza getirenlerin” etkisinde çok çabuk kaldığını ve kolay manipüle edilebildiğini daha önce de açıkça yazmış idim. İster ülke, ister parti için iktidar emelleri uğruna “danışman” filan seçmesini veya kullanmasını bilmediği, siyasî iletişim ve zamanlama muhakemesi gibi önemli hususlardaki beceriksizliği ise artık tescillenmiş durumda. Üzücü.

Zaten, Türkiye’ye kendilerinin ideolojik veya pragmatik siyasi ajandalarını tutarlı biçimde içselleştirmemiş, farklı ve çelişkili danışman önerileri veya sosyal medya balonları üzerine duygusal tepkilerle davranan (iktidar veya muhalefetteki) siyasi parti başkanları özellikle günümüz koşullarında asla “iyi” gelmez. Hiç bir dönemde de gelmediği gibi, hele bundan sonra hiç “iyi” gelmeyecek.

Hiç değilse salt bu açıdan bile, siyasi duruşu hangi seçmene “ulusalcı”, “seçkinci” veya başka nasıl gelecek olursa olsun, örneğin Örsan Öymen’in adaylık açıklamasını da ayrı bir yere koymak gerekecek.

Tabii ki, ülkenin veya CHP’nin giderek adamakıllı muhafazakarlaşmış olması, popülist alışkanlıkları sürdürerek muhafazakar bir seçmene (muhafazakarlığı da kafasına göre “heceleyip”!) hitap edecek şekilde ülkeye “iyi” gelecek siyasetten ödün verilmesi anlamına gelmiyor. Araçsalcı mantıkla “statükocu değişim” anlayışının moronlar için bile bir oksimoron olduğu anlamına geliyor.

Öte yandan, seçmen de yeniden kıpırdanmaya başlayan muhalefetin ve siyasetin “iyileşmek” istediğine ve canlanacağına mutlaka inanmalı. Ülkede "değişimin" etkin katılımcı bir bileşeni olmalı. Ve Sonbahar yaprakları dökülmeye ve oradan oraya savrulmaya başlamadan önce, öfkeli ümitsizlik halinden de çıkmalı artık!

Elbette ve her ne kadar söylemin patenti İmamoğlu’na verildiyse de, “CHP değişmeden, Türkiye değişmez” diye yazılalı, söyleneli çok oldu. Ve CHP bir şekilde referans alınmadan, muhalefet veya siyaset de olmaz bu ülkede.

İYİ PARTİ “İYİ” Mİ?!

Nitekim İP’nin de kendine, CHP’ye “alternatif” ve “rakip” bir “merkez muhalefet partisi” olmak hedefini koymuş olarak yola çıkmış olduğu belliydi. “Uzman siyaset analistleri” İP’nin ne kadar yol almış olduğunu geçmiş seçimlerdeki ve önümüzdeki yerel seçimlerdeki olası oy performansına bakarak değerlendiredursunlar.

Bazı İP partililerin ve yorumcuların aksine, CHP seçmeninin tüm yaşananlardan sonra, Akşener'e güvenebileceği konusunda da umutlanmalarını pek gerçekçi bulmuyorum doğrusu. Dahası, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na tepki oyları da büyük ölçüde İP’ye değil, TİP'e ve sosyalist adaylara gidecektir.

“CHP tabanı” diye tanımlanan ve Kılıçdaroğlu’na oy vermiş seçmen öfkeli olabilir. Fakat bunun sebeplerini de görecek ve kimi güçlendirip destekleyeceklerini seçebilecek kadar da bilinçli. İyi ki de öyle.

Yeter ki iddialı siyasetçiler bu ciddi olasılığı yine göz ardı edip, kendilerini daha da gülünç ve ülkeyi de içinden kolay kolay çıkılamayacak zor durumlara düşürmesinler! Ayrıca, geçmiş yerel seçimlerdeki “İBB başarısı”nın hala geçerli konjonktürel analizini veya doğru kavrandığını göremiyorum zaten.

İP klasik CHP seçmeni denilen tabandan alabileceği kadar oyunu CB/MV seçiminde aldı. Kılıçdaroğlu’na kızgın ve CHP’den umutsuz olanların Akşener’e de öfkeli ve İP’ye mesafeli olduğunu hesaba katmamak safdillik olur.

Bu seçmen grubunun ciddi bir kısmı “siyaset” adı altında sergilenen ahmaklıklardan artık bıkkın. Hele sözde “siyasî strateji” diye oynanan entrikalı oyunlardan da çok sıkkın. Gerçekten de samimiyet, dürüstlük, şeffaflık ve karar süreçlerine “esas danışman” olarak katılarak değer verilmek istiyor.

Keza, bu kesimin önemli çoğunluğunun eğer önümüzdeki yerel seçimlere kadar mevcut siyasi koşullarda önemli bir değişiklik olmazsa, sandığa da gitmeyebileceğini daha seçimlerden önce yazmış idim. Giderse de, yerel adayın kişisel kapasitesi, geçmiş performansı, vb. hakkındaki kararına göre, CHP adayına da oyunu ver(mey)ebilir.

Büyük kentlerdeki bu ve genç oyların büyük kısmı kendilerine “iyi” geleceğini düşündüğü hangi partiden olursa olsun, “yenilikçi ve özgürlükçü” olduğunu düşündüğü adaylara gidecektir.

Kısacası İP seçmenlerini çoğaltmak istiyorsa eğer, hangi illerde/belediyelerde, hangi “parlak” adaylarını çıkarırsa çıkarsın, bu güçlü olasılıkla yüzleşmeli. Dolayısıyla da önceki seçimlerde olmadığı kadar AKP ve MHP muhafazakâr oylarına talip olmalı.

Başka bir deyişle de, önceki seçimler öncesinde ve sonrasında daha bile fazla olmak kaydıyla, bu seçmen kitlesinin zihinlerinde yerleştirmiş olduğu CHP’yi “yaralama, bölme, itibarsızlaştırma” yükünden kendini aklamaya değil, kurtulmaya çalışmalı.

Çünkü 2023 yılının seçmeninin siyasetten beklenti veya gereksinimleri, genel olarak “tecrübeli” siyasetçilerin popülist siyasi alışkanlıklarının ve danışmanlarının geleneksel araçsal rasyonalitelerinin oldukça ötesinde.

Örneğin, Akşener’in ekranlarda ‘geçmişte nasıl “bölücülük” yapmış olduğunu’ kendisinin büyük bir iftiharla paylaşmasını, bilmeyen, hatırlamayan veya yeni seçmen hiç de “siyasî bir marifetmiş gibi” takdir etmiyor. Tersine, masadan kalkıp oturmadan öncesinden beri, sözde ittifakın geçmiş ve önümüzdeki olası başarısızlığına, Kılıçdaroğlu’ndan çok daha fazla zarar verdiğini görüyor. Üstelik tam da “aynı stratejik hesapları ve becerileri” sebebiyle.

Bu dramatik (“siyasî kapris”!) davranışları elbette hiç işlevsel olmadı veya olmayacak demek değil. Ancak, zaten parti ve lideri başından beri ittifakın ‘Erdoğan’dan kurtulmak’ ortak söylemini benimsediyse de, ‘Türkiye’nin demokratikleşmesi’ yönünde etkin veya hamaset ötesi siyaset yaptıkları kesinlikle söylenemez.

İP artık çok da yeni sayılmaz. Parti başkanının kadın olmasının kadınların insanî haklarını kollamak şöyle dursun, zararına işlediği de görüldü.

İP hala partililerin bazı köklü milliyetçi ideolojik temelleri, sığ araçsal pragmatik taktikleri ve “yeni , seküler ve kentli milliyetçilik” fantezileri arasında “siyasi kimliksiz” vaziyette sıkışıp kalmış, kurumsallaşamamış durumda.

“Eski/yeni parti” olması sebebiyle, daima kendi parti çıkarlarını, büyümesini ve kurumsallaşmasını, ülke yararından veya ittifak başarısından önde gözetmesi bariz ve anlaşılabilir belki.

Akşener’in daha yolun başındayken “kendi başına buyruk” Başbakanlığa talibim’ tebligatının; kapalı (semiyotik) olarak, ama bal gibi” halka Kılıçdaroğlu’nu benimsenmiş/verili olarak alınmış “ortak/ittifak CB adayı” olarak ima ve işaret etmesinin ve “kazanacak CHP BBBşk/kazanamayacak CHP BB” adayı söyleminin yanısıra dalgalı davranışlarının sürecin akışını nasıl olumsuz belirlediği ise bazı gözlemcilerce henüz yeni yeni idrak ediliyor.

Sonuç olarak ve özetlemek gerekirse, İP Türkiye’ye hiç “iyi” gelmedi. Böyle giderse de gelmeyecek. Çünkü daha kendisi “iyi” değil!

Elbette bu da diğer iktidar veya muhalefet partilerinin “iyi” olduğu anlamına gelmiyor:

Kendisi “iyi” olmayan parti veya liderlerin artık Türkiye’ye asla “iyi” gelemeyeceği anlamına geliyor.

“Siyaset” için salt iktidara veya muhalefete, “muhalefet” için de salt CHP’ye bakmamak gerektiği anlamına geliyor.

Biraz da gerek siyasî, gerekse genel yaşamın ve koca dünyanın başka yönleri, renkleri, sesleri, vs. ile öğrenme merakı, yaşam sevinci ve gelişmek arzusu ile ilgilenmenin önemli olduğu anlamına geliyor.

Böylece kendinin ve ülkesinin hadleri ve potansiyelleri konusunda gerçekçi ölçütlerle yüzleşerek, kendi yaşamına ve ülkenin/bölgenin/yerelin geleceğine yön verebilecek yurttaş-seçmen sorumluluğuna daha da çok sahip çıkmak anlamına geliyor.