Ukrayna ve Rusya arasındaki gerilim giderek tırmanırken, Rusya tarafından bir işgal olasılığı hâlâ seçenek olarak duruyor. Hukukçu Deniz Tunç Kalyoncu yazdı. Bu hikâye, otuz yıldır sürüyor. Bugün konuştuğumuz NATO-Ukrayna-Rusya krizi, bu geçmişi içinde taşıyor, yankıları belirli tarihlerde duyuluyor ve geldiğimiz noktada, kontrolsüz bir gerilimin ortasında devam ediyor. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Doğu Bloku olarak adlandırdığımız ve Varşova Paktı üyelerini kapsayan birlik, kapitalist bir entegrasyonun parçası haline geldi. Tarih, kimilerine göre bitti; “tehdit” ortadan kaldırıldı ve dünya, artık yeni bir barış ortamının içinde özgürce yaşayabilecekti, konuşabilecekti ve halklar, Soğuk Savaş’ın olanca geriliminden, korkularından arınacaktı(!). Bu anlatı, otuz yıldır sürüyor. NATO, kuruluşu ve yayılışı itibariyle kendince bir tehdit unsuru yaratmıştır ve bu tehdit unsuruna karşı örgütlenmiştir, kılcal damarı da bu tehdidin sürekliliğidir, olmasa bile her zaman orada olmasıdır, bir hayaletten ibaret olsa da sürekli kovalanmalıdır, sürekli savaşılmalıdır çünkü öbür türlü, varlığını dayandırdığı şeyin yokluğu, kendisine de ihtiyaç duyulmaması demek olur. İşte 90’lar, hayatlarında yalnızca tek bir sistemi tanımış ve onun parçası olmuş insanlar için değil, ABD için de bir boşluk yarattı. Duvarın varlığı, tehdidin de varlığıyla özdeşleştirilmişti ve artık bu yoktu. Yine de, verili olarak iyi kabul edilen, demokrasi taşıyıcılığı iddiasından yola çıkan ABD ve NATO, genişlemeye devam etti. Önce Gorbaçov’a, bir teselli niyetine NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceği sözü verilmişti, bu sözün yalnızca bir hayal olduğu ortaya çıktıktan sonra ise Rusya, doksanlı yılların ortasından itibaren NATO’nun genişlemesine dair şüpheler geliştirmeye, bunu kendince engellemeye çalıştı ve başaramadı. Bu hikâye, otuz yıldır sürüyor. 2000’li yıllar ise, bu hikâyenin farklı bir bölümünü başlattı. Rusya ve onun yeni lideri Vladimir Putin, 2004 Ukrayna Turuncu Devrimi’nden sonra, bittiği iddia edilen tarihin, aslında ne kadar sert bir şekilde sürdürüldüğünün de farkındalığıyla, Rusya’yı kendince kış uykusundan uyandırmaya çalıştı. 2007 yılında Münih’te yaptığı konuşma, birçok insan için bu uyanışın başlangıcı olarak kabul edildi. Elbette NATO, yarattığı hayaleti somutlaştırma imkanını da böylece yakalamış oldu. Hayalet, gerçeğe dönüştü; gerçek ise, şeytanın kendisi. NATO, böylece ülkeleri ve kamuoyunu daha rahat bir şekilde ikna edebilmeye başladı; meşruiyetini de bu ikna kabiliyetiyle destekledi. 2014’te Ukrayna’da yaşananlardan sonra, geriye dönülmez bir şekilde Ukrayna ve Rusya ilişkileri koptu, geçmiş sekiz yıla baktığımızda, iki halk neredeyse birbirinden nefret ediyor; milliyetçilik körükleniyor, Rusya ise, Sovyetler Birliği’nin kızıl bayrağını değil; güçlü ülke olma özelliğini, hatta imparatorluktan bile referanslarla kendi tarihsel devamlılığı içerisinde özlüyordu. Bu, yeni kimliğin inşası, 21. yüzyılda Rus ve Rusya olmanın ne demek olduğuna dair yeni cevapların üretilmesi anlamındaydı. Karşılıklı tehdit, iki ülkenin de -ABD ve Rusya- başlangıçta işine geldi ve süre geçtikçe, yeni çıkmazlar yarattı. 2014’te Ukrayna’da yaşananlardan sonra, geriye dönülmez bir şekilde Ukrayna ve Rusya ilişkileri koptu, geçmiş sekiz yıla baktığımızda, iki halk neredeyse birbirinden nefret ediyor; milliyetçilik körükleniyor, 90’lı yılların başında Slav olmak üzerinden girişilen yeni bir birlik hayali, havaya bırakılan ve buharlaşan cümleler yığınına dönüştü. Geriye, Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesi, Ukrayna’nın Doğu’sunda ortaya çıkan iki yeni cumhuriyet; bir de Minsk Antlaşması kaldı. Bu hikâyenin anlaşılması için, en az önem atfedilen konular hakkında da konuşmamız gerekiyor. 2019 yılında Zelenskiy, Poroşenko’ya karşı %73 oy aldığında, Ukrayna ve Rusya ilişkileri açısından yeni bir dönemin başlayabileceği konuşuluyordu. Bu ihtimal de kısa sürede yok oldu ve Zelenskiy’in yarattığı bahar dönemi çok kısa zaman içerisinde söndü; 2020 yılında yapılan Ukrayna yerel seçimlerinde Zelenskiy güç kaybetti, pandeminin de etkisiyle Ukrayna ekonomisi yeni krizlere girdi ve geldiğimiz noktada, Zelenskiy ve Poroşenko, yapılan son anketlerde başa baş bir durum sergiliyorlar. Tarih, kendini tekrar etmiyor ancak Zelenskiy’in oyları, milliyetçiler, demokratlar ve Rusya yanlıları arasında bölüşülüyor. Zelenskiy’in 16 Şubat’ta Birlik Günü ilan etmesinin arkasında, bu iç siyaset karmaşasından çıkma hamlesi de vardı çünkü Ukrayna kimlik inşası da devam ediyor, arayışlar sürüyor. Rusçanın kamusal alandan çıkarılması, Kiev’in batısında kalan Ukrayna topraklarında neredeyse Rusçanın hiç kullanılmaması gibi durumlar, bu kimliğin oluşumuna katkıda bulunuyor. Ancak, özellikle medya tarafından görmezden gelinen neo-Nazi örgütlenmeleri, sokakları daha fazla kontrol altına alırken susmayı tercih etmek, hatta bunu kimlik arayışının doğal sonucu olarak kabul edip meşrulaştırmak, çifte standartları gözler önüne seriyor. Bununla ilgili sadece Fransa’daki ve Almanya’daki siyasetçilere veya sokak hareketlerine uzanmaya gerek yok, bir gurur madalyası gibi gamalı haçı vücudunda taşıyan Ukraynalı Azov birliklerine bakabilirsiniz. Rusya ise 2014 sonrasında Ukrayna’yı çok farklı şekillerde kaybetti. Kiev’de başlayan Rusya ve Ukrayna hikâyesinin bir öznesi, yok oldu. Tarih, iki ülke tarafından da yeniden yazıldı ve Rusya, kardeşi olarak gördüğü Ukrayna’yı (bu kardeşlik, Rusya açısından yeri geldiğinde tahakküme de dayanan, hiyerarşik bir ilişki olarak okunabilir) yitirdi. Bunun travması, NATO’nun genişleme perspektifiyle birleştiğinde, Rusya’yı kendi açısından hayati olarak nitelendirdiği bir çıkmaza soktu. Tüm yaptırım paketlerini görmezden gelerek harekete geçmesi de bu travmanın Rusya açısından ne kadar önemli olduğunu anlamamız açısından bize değerli bir detay sunuyor. Şimdi gelelim, ABD, İngiltere ve medya troykasına. Son haftalarda yaşadığımız şey, bir diplomasi masasını korumaya yönelik, dünya barışını sağlamaya dair atılan adımlar değildi. En üst makamlardan, resmi hesaplardan, tirajı ve reytingi oldukça yüksek basın organlarından paylaşılan savaş tarihleri, savaş saatleri, işgal planlarıydı. Savaş istendi, savaş hala isteniyor. Köşeye sıkıştırmak, bir caydırma hareketi gibi gözükse de, aslında köşeye sıkıştırılanın bir anlamda patlaması da bekleniyor, bu umuluyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesini, Ukrayna halkını hiç ama hiç düşünmeden bir savaşı dileyen o kadar fazla insan var ki ve gittikçe kontrol edilmesi güç, sürekli artan bir gerilim hattında savaş çanları çalıyor. Yaşanan hareketlilikten sonra, Ukrayna ve Rusya tarafları, birbirlerini suçlamaya başladılar bile. Donetsk’te ve Lugansk’ta gerçekleşen patlamaların kimin provokasyonu olduğunu iyi değerlendirmek, sağduyuya uygun ele almak gerekiyor çünkü kimse aklanmayı hak edecek kadar masum değil. Geri dönülmez savaş bekleniyor, belki yarın, belki aylar, belki yıllar sonra. Barış ise, hemen şimdi olmalı.
Rusya ise 2014 sonrasında Ukrayna’yı çok farklı şekillerde kaybetti. Kiev’de başlayan Rusya ve Ukrayna hikâyesinin bir öznesi yok oldu. Tarih, iki ülke tarafından da yeniden yazıldı ve Rusya Ukrayna’yı yitirdi.
Bu yazı bitirmeden evvel iki konudan daha bahsedeceğim. Birincisi, bu krizde elbette Putin’in kendi hikayesini de arayabiliriz. Vladimir Putin, 70 yaşına gelmek üzere ve çoktan, Rusya tarihinde kendince bir yer edindi, edinmeye devam ediyor. NATO’nun genişlemesi, Putin’in, Gorbaçov’dan başlattığı ve 90’lı yılların Rus bürokratlarını da içine aldığı bir suçlama mekanizmasına dönüştü. Yıllar içerisinde Putin, farklı cümlelerle ve farklı yerlerde bu serzenişini dile getirdi. Şimdi baktığımızda ise, Ukrayna’nın NATO üyeliği konuşuluyor, bir zamanlar kimsenin aklına dahi getiremeyeceği bu Rusya kabusu, günün birinde gerçekleşme ihtimali taşıyor; Putin ise, doğal olarak en çok eleştirdiği şey ile hatırlanmak istemiyor, bu sebeple Putin’in şahsi hesaplarını da denklemlere dâhil etmemiz gerektiğini düşünüyorum. İkincisi, bu krizde düşünceler terazisi çok dengesiz ve Rusya her konuda pejoratif olarak kabul edilirken, NATO, tersine iyi olarak kabul ediliyor. Bu kabulleniş, Putin’in siyasal kimliğinden öte bir durumu taşıyor çünkü ABD, otokratik ve teokratik olarak adlandırdığı ülkelerle olan mücadelesini demokrasi ve dünya barışı adına gerçekleştirmiyor. Bugün Orta Avrupa’da, Doğu Avrupa’da yaşanan militarizasyon, gerçekten savunma amaçlı mı, bunu her an yeniden ve yeniden sorgulamak gerekiyor. Ukrayna krizinde bilirkişi sıfatına haiz olacak ise ne tek başına Beyaz Saray ne de tek başına Kremlin olabilir. Son sözüm, başlığın tekrarı: Savaşın tek bir şeytanı yoktur ve çanlar, herkes için çalar.