Türkiye şu anda siyasi sistemi, kurumsallığa uzaklığı, kuvvetler ayrılığının eksikliği, yargı bağımsızlığı ve ekonomik politikaları açısından dış dünyaya ve özellikle Batı’ya güven vermekten çok uzaktır.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti. Bu döneme iki önemli değişiklik damgasını vurdu. Birincisi işgal, Soğuk Savaş sonrası Rusya’nın Sovyetler Birliği gibi bir tehdit unsuru olmayacağı varsayımını değiştirdi. İkinci ve daha önemli bir değişiklik ise Ukrayna’nın kaderinin Batı’nın dünyadaki otoritesi konusunda belirleyici olacağı anlayışının yerleşmesi. Bu iki husus Ukrayna savaşına Batı için varoluşsal bir nitelik kazandırmıştır. Ayrıca Ukrayna’nın Putin’e karşı demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi evrensel “batı” değerlerini temsil ettiği algısı da yerleşmeye başlamıştır.
Bunların yanı sıra işgalin üzerinden geçen bir yılda Batı dünyasının Putin Rusya’sına karşı iyice kenetlendiğini söylemek de yanlış olmaz. Bu kenetlenme hem Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği (AB) arasında olmuş, hem de Rusya’nın AB’yi işgali karşısında, Macaristan yönetimi dışında AB ülkelerini birleştirmiştir. İşgalin başlangıcında Ukrayna savaşının niteliği konusunda Batı Avrupa ve Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında görüş farklılıkları vardı.
Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kendilerinin de işgali ile sonuçlanacak varoluşsal bir tehdit olarak algılarken, Batı Avrupa ülkeleri için en önemli tehdit bu işgalin bir nükleer savaşa yol açmasıydı. Ayrıca Baltık Ülkeleri ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümü Rusya’nın tamamen dışlanmasını isterken, Almanya ve Fransa gibi ülkeler ise hâlâ diplomasiye bir şans tanınabileceğini düşünmektedirler. Bugün bu görüş ayrılıklarının genelde ortadan kalktığını söylemek mümkün. Ayrıca “Batı”da artık ateşkes isteyen sesler zayıflamış, ne olursa olsun Rusya’nın yenilmesinin gerekliliği konusunda bir fikir birliği oluşmuştur. Ateşkes için Rusya’nın bu güne kadar - Kırım da dahil olmak üzere - aldığı tüm Ukrayna topraklarını geri vermesi gerekliliği konusunda bir anlayış birliği vardır.
Her ne kadar dünyada çok boyutlu bir görüntü olsa da “Batı” ya tarihsel sömürgecilik bagajı nedeniyle karşı olan Küresel Güney (Global South) bir kenara bırakıldığında Ukrayna işgali ertesinde daha çok iki kutuplu bir sistemin ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bir tarafta Rusya, Çin ve İran, bir tarafta NATO. Ancak gördüğümüz kadarıyla “Batı” hâlâ NATO üyesi bir Türkiye’yi nereye oturtacağını bilmiyor.
İŞGAL VE TÜRKİYE
Ukrayna işgali öncesi taraflar arasındaki ilişkilerin belirleyici unsuru karşılıklı güvensizlik idi. Çeşitli alanlarda mümkün olan işbirliği çok sınırlı bir alanda gözlemlenmekteydi. AB ve ABD Türkiye ile ilişkiler konusunda bir karar vermek için 2023 yılı seçimlerinin sonucunu bekliyorlardı.
İşgalden sonra Türkiye konusunda ilk ortaya çıkan unsur ülkenin jeostratejik önemi oldu. Türkiye de bu jeostratejik üstünlüğünü akılcı bir şekilde kullandı ve dengeli bir politika yürütmeye çalıştı. Öncelikle Putin’in Rusya’yı işgalini bir savaş olarak nitelemesi, NATO’ya bağlılığını hem söylem hem eylem düzeyinde göstermesi
[1] ve Montreux sözleşmesi gereğince boğazları tüm savaş gemilerine kapatması; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’yı kınayan ülkeler arasında olması Türkiye tarafından atılan önemli “Batı” yanlısı adımlardı.
Bu adımlar Türkiye’nin hava sahasını Rus uçaklarına kapatmamasının ve Batı tarafından uygulanan yaptırımlara katılmamasının anlayışla karşılanmasında önemli rol oynadı. Ayrıca Türkiye’nin Rusya ile ekonomik ilişkileri, enerji ve turizm gelirleri açısından Rusya’ya bağımlılığı ve Suriye’de Rusya karşısındaki konumu nedeniyle de uyguladığı dengeleme politikası çok fazla eleştiriye konu olmadı.
Türkiye, Ukrayna’ya savunmasında önemli rol oynayan insansız hava araçlarını satarken Rusya ile ticaretini üçe katlayarak bu ülkeyi en önemli ticaret ortağı konumuna getirdi. Kendisini Kiev ve Moskova arasındaki en önemli arabulucu olarak lanse etti ve bu konumunu tahıl anlaşması ve savaş mahkumlarının karşılıklı iadesi süreçlerinde güçlendirdi.
Batı’nın Türkiye’ye güvenmemesinin nedenlerinin başında Rusya’nın Türkiye üzerinde ciddi bir nüfuza ve dolayısıyla yaptırım gücüne sahip olduğu değerlendirmesi gelmektedir. Ayrıca bir NATO üyesi olan Türkiye’nin uyguladığı özerk ve belirsiz dış politikanın da şüphe uyandırdığı söylenmektedir.
Peki bütün bunlar Türkiye’nin Ukrayna savaşında Batı’nın yanında yer aldığı şeklinde değerlendiriliyor mu? Bu sorunun cevabı –
her ne kadar Ukrayna Türkiye’nin kendisine çok destek olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirse de – hayır!
Avrupa’da son derece saygın ve güvenilir bir düşünce kuruluşu olan Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) tam da savaşın birinci yıldönümünde yayımladığı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali konusunda küresel kamuoyunun görüşlerini ortaya koyan “
Diğerlerinden Ayrışan Bileşik Batı” başlıklı raporda
[2] Türkiye’yi Hindistan ve Çin ile beraber konumlandırmış ve bu ülkelerdeki kamuoylarının Batı’dan ayrı hareket etmek istediklerini ortaya koymuştur.
Yapılan kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye’de kamuoyunun yüzde 69’u Ukrayna işgalinin ertesinde bile Rusya’yı bir “ortak” veya müttefik olarak nitelendirmektedir. Rus kamuoyunun yüzde 60’ı da Türkiye’yi bir ortak olarak değerlendirmektedir. Ancak Batı kamuoyunun yüzde 40 ila yüzde 50’lik bir kısmı Türkiye’yi nasıl ve nerede konumlandıracağını bilmemektedir.
BATI NEDEN TÜRKİYE’YE GÜVENMİYOR?
Ukrayna’nın işgalinin Batı ile Türkiye arasındaki güvensizliği ortadan kaldıramamasının nedenleri nelerdir?
Bu nedenlerin başında Rusya’nın Türkiye üzerinde ciddi bir nüfuza ve dolayısıyla yaptırım gücüne sahip olduğu değerlendirmesi gelmektedir. Ayrıca bir NATO üyesi olan Türkiye’nin uyguladığı özerk ve belirsiz dış politikanın da şüphe uyandırdığı söylenmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı çıkmasının bu ülkelerin teröre verdiği desteği ortadan kaldırmaktan ziyade Rusya’nın tercih ettiği bir durum olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Bu tutum özellikle de ABD’nin Türkiye ile güvenlik alanında işbirliği yapmasını engellemektedir.
Türkiye’nin işgal ertesinde Ukrayna ile Rusya’ya karşı sürdürmeye çalıştığı dengeli politika da bu güveni oluşturma yönünde bir mesafe kaydedilememiş ve yukarda ifade edilen nedenler her ne kadar birincil öncelikte olmasa bile güvensizliği iyice derinleştirmiştir.
Söz konusu nedenler arasında Rusya’ya uygulanan yaptırımların Türkiye üzerinden yapılan ticaretle delindiği iddiası da ön sıralarda yer almaktadır. ABD ve AB yetkililerinin ifadelerine göre Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi başka ülkelerin
‘Rusya’yla kurulan ticari ilişkiler Ukrayna işgalini durdurma çabalarını engellemektedir”. Yaptırımların delinmesinin önüne geçmek için ABD ve AB Türkiye ile sıkı bir temas kurmuş olsalar da bu güne kadar bir sonuç alamadıklarını belirtmekte ve bu konuyu giderek daha sık ve daha sert bir dille gündeme getirmektedirler.
Güven azaltıcı diğer etkenler ise Ağustos 2022’de Sochi’de Türkiye ve Rusya’nın ekonomik bağlarını güçlendirme konusunda anlaşmaları, Türkiye’nin Rusya ile ticaretini ciddi bir biçimde artırması, Rusya’nın Türkiye’de nükleer reaktör inşası ve Rusya’nın ciddi ekonomik sorunlar yaşayan Türkiye’ye sağladığı fonlar olarak sıralanmaktadır.
Bütün bu nedenlerden ötürü Batı mevcut konjonktürün ortaya çıkardığı işbirliği alanlarında (savunma altyapısının güçlendirilmesi, enerji vb.) bile Türkiye’ye yaklaşmaktan çekinmekte, AB ise işgal ile yeniden canlanan genişleme sürecinde Türkiye’yi ağzına bile almamaktadır.
TÜRKİYE’NİN HÂLÂ “ÖTEKİ” OLMASININ ARKASINDAKİ EN ÖNEMLİ NEDEN
Her ne kadar bazı istisnalar gözlemlense bile Batı’nın Ukrayna’nın işgali karşısında verdiği tepkide demokrasinin otokrasi ile mücadelesi önemli bir rol oymaktadır. Türkiye şu anda siyasi sistemi, kurumsallığa uzaklığı, kuvvetler ayrılığının eksikliği, yargı bağımsızlığı ve ekonomik politikaları açısından dış dünyaya ve özellikle Batı’ya güven vermekten çok uzaktır. Bu alanlarda ciddi ilerlemeler kaydedilmediği sürece güven tesis etmek mümkün değildir.
İşgal ertesinde Ukrayna ile Rusya’ya karşı sürdürmeye çalıştığı dengeli politika da bu güveni oluşturma yönünde bir mesafe kaydedilememiş ve yukarda ifade edilen nedenler her ne kadar birincil öncelikte olmasa bile güvensizliği iyice derinleştirmiştir.
Bütün bunlardan çıkarılabilecek en önemli sonuç şudur: Sinan Ülgen’in yaklaşık bir yıl önce yazdığı gibi; “
Demokrasi olmadan jeopolitik kart Türkiye’ye yetmez”
[3]. İşgalin üzerinden bir yıl geçtikten sonra da bu tespit geçerlidir.
[1] Serhat Güvenç’in de belirttiği gibi Türkiye, NATO içerisinde alınan tüm kararlara onay verdi. Bunlar arasında Rusya’yı NATO için öncelikli tehdit sayan 2022 Madrid Zirve bildirisi de var. https://medyascope.tv/2023/02/26/serhat-guvenc-yazdi-rusya-ukrayna-savasinda-ilk-yilin-bilancosu/
[2] https://ecfr.eu/wp-content/uploads/2023/02/United-West-divided-from-the-rest_Leonard-Garton-Ash-Krastev.pdf
[3] https://www.perspektif.online/demokrasi-olmadan-jeopolitik-kart-turkiyeye-yetmez/