Azınlık, bir toplumun çoğunluğunu oluşturan ana nüfusa oranla sayıca daha az olan, etnik, dini, kültürel veya dile bağlı özgün bir grup olarak kabul edilmektedir. Türkiye, tarih boyunca evrensel olarak farklı kültür ve inançları benimsemiş insanların buluşma noktası olurken çeşitliliğin ‘’azınlık’’ zenginliğiyle tanımlandığı bir ülke sıfatını taşımıştır.
Türkiye'nin mevcut zengin kültürel ve tarihi çeşitliliği; farklı etnik, dini, kültürel ve sosyal grupları içinde barındırırken toplum içindeki eşitsizlikleri ve ötekileşme sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Toplum içerisindeki azınlık gruplar, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında marjinalleştirilirken bir taraftan da toplumsal gerçeklikten soyutlandırılmıştır. Türkiye'deki mevcut azınlık grupların ötekileştirilmesi, bölgedeki kimlik sorununun temelini teşkil ederken yaşanan problemlerin çözümü adına da en büyük engeli oluşturmuştur. Azınlık gruplarının yaşadığı dışlanma, Türkiye'nin toplumsal dokusunu derinden parçalamıştır.
Azınlık olmakla ‘’öteki’’ olmak aynı şey değildir. Türkiye'deki azınlık gruplarının ötekileştirilmesinin tarihi, siyasi ve içtimai birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında tarihi bir arka planının oluşturduğu milliyetçilik ve politik çatışmaların doğurduğu sonuçlar yer alırken en çok da toplumsal önyargılar bulunmaktadır. Ayrıca, ataerkil toplum yapısı, ekonomik eşitsizlikler ve sosyal sömürüler gibi yapısal sorunlar da ötekileştirmeyi derinleştiren diğer faktörlerin başında gelmektedir.
Türkiye'de yaşayan azınlık grupları arasında Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler gibi çeşitli etnik ve dini gruplar bulunurken göç sonucu Türkiye’ye gelen mülteciler, LGBTQIA+ gibi kimlik farklılıklarını ve özgün tercihleri temsil eden ya da fiziksel veya zihinsel olarak engelli olan bireyler yer edinmiştir. Türkiye'deki bu azınlık grupları, etnik ya farklı tercih kimlikleri nedeniyle eğitim, iş ve sosyal yaşamda erişilebilirlik sorunlarına, hak ihlallerine ve ayrımcılıklara maruz kalmaktadır.
Etnik kimlik ya da dini inancı sebebiyle dışlanan gruplar, yıllarca istismar edilen yaşam hakları üzerinden politize edilirken bu toprakların bir bireyi olduğu gerçeğini duyurmaya çalışmıştır. Keza cinsel tercihleri nedeniyle LGBTQIA+ bireyleri, hala ciddi bir ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalmaktadır. Toplumun içindeki homofobi ve transfobi, sosyal ve ekonomik haklar çerçevesinde uğradığı ihlallerle LGBTQIA+ bireylerinin yaşamalarını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla tüm bu durum, bu toprakların namzeti olmuş ‘’Yaradılanı severim yaradandan ötürü.’’ felsefesinin gerçek manasıyla özümsenemediği hakikatini göstermektedir.
Türkiye’deki azınlık grupların varlığı yavaş yavaş kabul edilir bir tavırla karşılanırken esas sorunun, azınlık gruplara ait olan hak ve hürriyetlerin kısıtlanması üzerinden yükseldiği gözlemlenmektedir.
Türkiye'de görmezden gelinen bir diğer kesim ise fiziksel ve zihinsel engeller nedeniyle sıklıkla ötekileştirilen engelli bireyler olmuştur. Engelli bireylerin erişilebilirlik sorunları, eğitim ve iş imkanlarına erişimde karşı karşıya kaldığı zorluklar, engelli bireylerin karşılaştığı temel sorunlardan sadece birkaçını oluşturmaktadır. Engelli bireyler adına TBMM çatısı altında yapılan çalışmalara bakıldığında; ‘’Her birey, bir engelli adayıdır.’’ söyleminin, söylemden öteye geçemediği gerçeği, gün yüzüne çıkmaktadır. Türkiye’de ötekileştirilen bir diğer grup ise göçmen ve mülteci kesimidir. Bu gruplar genellikle ekonomik ve sosyal açıdan dışlanırken dil sorunları, işsizlik ve uyum sorunlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Türkiye'deki azınlık gruplarının maruz kaldığı sorunlar esasında bir insan hakları ihlalidir. Bu sorunlar arasında azınlık gruplarının özgürlüklerin kısıtlanması, dil ve kültürlerinin baskılanması gelirken bu durum, azınlık gruplarının topluma entegre olmalarını zorlaştırmaktadır. Azınlık gruplarının dışlanması, toplumsal huzursuzluğa ve toplumsal uyumsuzluğa yol açtığı gibi toplumsal birlik ve beraberliği zedeler ve potansiyel olarak şiddet ve çatışma ortamını beslemektedir.
Bu sorunun çözümü için toplumsal bilinçlenme, eğitim, yasal düzenlemeler ve toplumsal uzlaşı önemlidir. Azınlık dağılımında eşit haklar, farklılıkların saygı görmesi ve toplumun bir arada yaşama durumunun Türkiye'nin çok kültürlü özelliğinin bir kazanımı olduğu gerçeği benimsetilmelidir.
Türkiye’deki azınlık grupların varlığı yavaş yavaş kabul edilir bir tavırla karşılanırken esas sorunun, azınlık gruplara ait olan hak ve hürriyetlerin kısıtlanması üzerinden yükseldiği gözlemlenmektedir. Keza şüphesiz ki bir grubun hak ve özgürlüklerinde yaşanılan problemlerin bir sonraki aşaması, grubun varlığına dair en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Esasında bu durum toplum içerisinde kendisini ‘’üstün’’ gören kesimin, ‘’üstünlük’’ durumunu kaybetmek istememesi ve dolayısıyla üstünlüğünü değiştirebilecek/kaybettirebilecek ‘’farklılıkları’’, kendisine bir tehdit olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.
Özetle konuyla alakalı varabileceğimiz en genel kanı; Türkiye’de, azınlık gruplarının varlığı ve çeşitliliği kabul edilip hatta kültürel zenginliğin bir parçası olarak görülürken bu gruplara ait olan hak ve özgürlüklerin yaşatılmasıyla alakalı ise tezat bir toplumsal direnç söz konusudur. Bu tezadın arka planında ise; toplum içerisinde kendisini ‘’üstün’’ olarak gören sosyolojik grupların, toplumsal üstünlük statüsünü kaybetmesini içeren korku psikolojisi yer almaktadır.
Türkiye'deki demokratikleşme sorunun çözümünde etnik azınlıklar, LGBTQIA+ bireyler, engelliler, göçmenler ve mülteciler gibi dışlanan gruplara yönelik yapılacak çalışmalar, daha adil ve kapsayıcı bir toplumun inşasına katkı sağlayacaktır. Türkiye'nin ancak bu dışlanan gruplarla ilgili sorunları ele alarak, daha demokratik ve özgürlükçü bir toplum olma yolunda önemli bir adım atabileceği unutulmamalıdır.
ü