Pazar Politik

Türkiye basınında ‘İliştirilmiş Gazetecilik’ olgusu

Abone Ol
Gazetecilik meslek etiği bağlamında ‘İliştirilmiş Gazeteciliğin’ anlamı nettir: Olgunun sadece tek bir tarafıyla yatağa giren ve sadece tek bir tarafının objektifinden olanlara bakan gazetecilik.

Basın ve medya kuruluşları kendilerini hangi cenahta konumlandırırlarsa konumlandırsınlar; ister “muhalif” ister “yandaş” olsunlar, fark etmiyor; Türkiye’de medyanın çok ciddi bir “demokratik işlevlerini yerine getirememek” gibi bir krizin içinde olduğu aşikâr.

İşlenen konu başlıklarından haberin veriliş biçimine, haber dilinden seçilen konukların niteliğine kadar bu krizi her cenahtan basın mecralarında görmek mümkün. Demokrasilerde teorik olarak yasama- yürütme- yargıdan sonraki dördüncü erk olarak kabul edilen medyanın tam olarak görevi nedir? Medya; tüm güç odaklarını halk adına denetlemekle yükümlüdür. Yani; medyadan halk adına bir kamu görevini icra etmesi beklenir.

Bir gazeteci sadece “gerçeklerden” yana taraf olabilir, her birey veya odak için birbirinden farklı olan doğrulardan ve yanlışlardan taraf olamaz. Ancak işin pratiğine bakıldığında Türkiye basını için durumun böyle olmadığı ortada. Bu durumun en önemli sebepleri son 21 yıldaki süreç içerisinde siyasi erkin ülkeyi sürüklediği derin toplumsal kutuplaşma, AKP iktidarının medyayı tamamen kontrol altına alması ve medya sahipliğini kendi dileğince şekillendirmesidir.

Bir gazeteci halk adına istisnasız tüm güç odaklarını mercek altına almakla yükümlüdür. Bir gazetecinin herhangi bir siyasi veya ekonomik odağı denetleyebilmesi için bu odaklarla arasındaki “mesafeyi” mutlaka koruması gerekir. Belki de Türkiye basının en büyük problemi artık mesafe olgusuna zerre kadar özen göstermemesidir. Durum hem siyasi iktidara yakın olan “yandaş” medya için hem de kendini “muhalif” olarak nitelendiren medya için aynıdır. Bunu anlamak için seçilen ekran yüzlerine, davet edilen konuklara ve çalıştırılan ekiplerin niteliğine bakmak yeterlidir. Her iki kanat da oluşturduğu yankı odaları ve filtre balonları içerisine hapsolmuş ve kendisine göre “öteki” olarak gördüğü tarafın ortaya koyduğu argümanlara dair gözlerini ve kulaklarını kapatmış durumda.

Devletin resmî mevziisine uymak, resmî dili aynen kullanmak ve “algı yönetimi aparatı olarak” bir yerlere yaranmak üzere haber yapmak bir gazetecinin yapacağı en büyük basın meslek etik ihlallerinin başında gelir. Bu duruma en çok cumhurbaşkanlığı veya bakanlık uçaklarında resmî gezilere katılan bazı gazetecilerde, devletin desteklediği savaşların çatışma bölgesinde haber yapan gazetecilerde ve devletin desteklediği çeşitli organizasyonları haber yapan gazetecilerde rastlanıyor.

Burada gazetecilerin orada “hangi sıfatla” bulunulduğu belirleyici oluyor. Eğer kişi bir “gazeteci veya muhabir” olarak bulunuyorsa olup bitenlere dair “sadece gerçek olguları” aktarmakla yükümlüdür, şahsi yorumunu verdiği haberin içine asla katamaz ve eğer bunu yaparsa mesleki bir etik ihlalinde bulunmuş olur. Ama eğer kişi orada “gözlemci bir köşe yazarı” olarak buluyorsa zaten gazeteci/muhabir olmadığı için kendisinden “haber” geçmesi beklenmez ve kişisel yorumunu aktarabilir.

Şunu unutmamak gerekir; haber, profesyonelce yazım kuralları olan, unsurları olan(6N+1K), dolayımdan geçirilen bir iletidir. Yani her söylenen veya her yazılan ileti haber değildir, köşe yazıları haber değildir, röportaj ve söyleşiler haber değildir. Bir “gazeteci/muhabir” ile bir “köşe yazarı” arasındaki farkı bilmek önemlidir çünkü her birinin aktardığı bilginin “tanımı” birbirinden çok farklıdır.

Eğer bir gazeteci veya muhabir kendisini devlet veya herhangi bir güç odağından yana “taraf” şeklinde tanımlarsa yaptığı işin adı da bellidir: İliştirilmiş Gazetecilik (Embedded Journalism). Embedded kelimesi İngilizce kaynaklarda “Fix firmly in surrounding mass” olarak, yani “çevredeki kütleye sağlam bir şekilde sabitlenmiş” şeklinde açıklanır. Etimolojik kökeni de “Bed (yatak)” kelimesinden türetilmiştir ve embedded “Yatırılmış, yatağın içine gömülmüş” anlamına da geliyor. Aslında gazetecilik meslek etiği bağlamında İliştirilmiş Gazeteciliğin anlamı nettir: Olgunun sadece tek bir tarafıyla yatağa giren ve sadece tek bir tarafının objektifinden olanlara bakan gazetecilik.

Devletin resmî mevziisine uymak, resmî dili aynen kullanmak ve “algı yönetimi aparatı olarak” bir yerlere yaranmak üzere haber yapmak bir gazetecinin yapacağı en büyük basın meslek etik ihlallerinin başında gelir.

Olgusal olarak her zaman var olsa da İliştirilmiş Gazetecilik (Embedded Journalism) aslında 2. Körfez Savaşı esnasında ABD Savunma Bakanlığı (PENTAGON)’un sistematikleştirdiği bir yöntemdi. Amaç savaş bölgesine sadece “makbul” gazetecileri sokmak, sadece ABD kaynaklarının istediği ve onayladığı bilgilerin aktarımını sağlamak ve savaşta algıyı medya üzerinden yönetebilmekti. Bu sistemi dönemin PENTAGON Sözcüsü Victoria Clarke geliştirdi, gazetecilerin uyması gereken usul ve esaslar PENTAGON yetkilileriyle çeşitli medya temsilcilerinin müzakereleri sonucunda ortaya çıktı ve bu sistemin uygulanmasını onaylayan da Donald Rumsfeld’di. Haber takibi için başvuran 3 bin gazeteciden sadece 500’ünün 2. Körfez Savaşı’nı sahadan izlemesine izin verildi ve bu gazeteciler PENTAGON tarafından belirli bir süre eğitime tâbi tutuldular. Bu eğitimlerin sonunda her gazeteci 50 maddeden ve 20 sayfadan oluşan ve yaptırımları olan bir anlaşma metnini imzaladı. Bu anlaşmada gazetecilere neleri haber yapabilecekleri ve neleri haber yapamayacakları PENTAGON tarafından dayatıldı.

Gazetecilik bir mesafe mesleğidir ve bir gazeteci herhangi bir devletin ve güç odağının sözcülüğünü yapamaz, haber için gittiği savaş bölgelerinde devletlerin resmî mevziilerini değil sadece gerçeği aktarır, devlet destekli özel şirketlerin kurumsal mont ve formalarını giyip yayın yapamaz. Eğer yaparsa ortada gazetecilik namına en ufak bir şey kalmaz…

Türkiye’ye bakıldığında; günümüzde darmadağın olan basın mesleki etik ortamında artık devletler ve güç odakları ile “gazeteciler” arasında herhangi bir anlaşma yapmaya da gerek kalmadı çünkü kendine gazeteci veya köşe yazarı diyen kişiler zaten “taraf” olduklarını açıkça ve gönüllü olarak beyan ediyorlar. Oysaki Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde mesleki etik kuralları gayet nettir:

“Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler. Gazeteci; başta barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü laiklik ve insan hakları olmak üzere; insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Gazeteci; milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, dil, din, mezhep, inanç, inançsızlık, sınıf, dünya görüşü ayrımcılığı yapmadan tüm uluslar, halklar ve bireylerin haklarını tanır, saygı gösterir. Gazeteci; insanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Gazeteci; bireylerin, toplulukların ve ulusların kültürel değerlerini, inançlarını veya inançsızlığını saldırı konusu haline getiremez, küçümseyemez, alay edemez. Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz.”

Görüleceği üzere; gazetecilik bir mesafe mesleğidir ve bir gazeteci herhangi bir devletin ve güç odağının sözcülüğünü yapamaz, haber için gittiği savaş bölgelerinde devletlerin resmî mevziilerini değil sadece gerçeği aktarır, devlet destekli özel şirketlerin kurumsal mont ve formalarını giyip yayın yapamaz. Eğer yaparsa ortada gazetecilik namına en ufak bir şey kalmaz…