Her yıl turist sayısında rekor kırmanın sonuç olmadığı verilerle ortada. Türkiye "deniz-kum-güneş" anlayışıyla, otel doldurarak kişi başı ortalama 762-USD gelir elde edebiliyor. Özellikle sağlık turizmi alanında ilave yatırıma ihtiyaç var. Onur Saatlı Bir önceki yazımızda turizm sektörünün döviz yaratma kapasitesi ile GSYİH içerisindeki payına ilişkin yorumlarımıza yer vermiş, ayrıca Türkiye’nin turizm portföyü ile kişi başı gelirinin artırılamayışına yönelik yüzeysel bir bakış atmış idik. Bu yazımızda makro düzeyden ziyade daha mikro anlamda sektöre yönelik görüşlerimi aktarmaya çalışalım. Özellikle son on yılda sıkça duymaya alıştığımız, bakanından, müsteşarına, valisine, yerel yöneticisine herkesin diline dolanan “nitelikli turist” yada “nitelikli turizm” nedir? Nasıl yapılır? Nitelikli turist/turizmden anlaşılan; üst gelir grubuna haiz kişilerin ağırlanması, kişi başı harcama miktarının artırılabilmesi, nihayetinde toplamda daha fazla döviz geliri elde edebilme kapasitesinin yaratılabilmesi olarak ifade edebiliriz. Türkiye, 2019 yılında ülkelere göre turist sayısında 51 milyonu aşan turist ile Avrupa sıralamasında 4. sırada, dünya sıralamasında ise 6. sırada kendisine yer bulmuş idi. Peki bu derece yüksek seviyede turist ağırlayan bir ülkenin verdiği hizmet ve çaba karşılığında elde ettiği gelir ve sıralamadaki yeri nedir? Yine 2019 rakamlarına göre, yaratılan 30 Milyar USD‘lik gelir ile dünya sıralamasında 14. sırada, Avrupa sıralamasında ise 6.sırada kendisine yer bulabilen bir durumla karşılaşıyoruz. ALMANYA’DAN DAHA ÇOK TURİST ÇEKİP, DAHA AZ DOLAR KAZANIYORUZ 2019 yılına ilişkin Dünya Turizm Örgütü raporlarında yer alan resmi verilere göre Almanya, İngiltere, Tayland’a kıyasla 12 Milyon, Japonya’ya kıyasla 21 Milyon daha fazla turist ağırlayan Türkiye’nin Tayland’dan 30 Milyar USD, İngiltere’den 23 Milyar USD, Japonya’dan 16 ve Almanya’dan 11 Milyar USD daha az turizm geliri elde etmesi oldukça üzücü ve bir o kadar da düşündürücü, üzerinde çok ciddi çalışılması gereken bir durum. Verilerden net bir şekilde anlaşılacağı üzere, her yıl turist sayısında rekor kırmanın, skor yapmanın en önemli sonuç olmadığı, günün sonunda ne kazanıldığının, kasada ne toplandığının önemli olduğunun farkına varılması açısından aydınlatıcı. Türkiye’nin mevcut deniz-kum-güneş klasik turizm anlayışıyla elde edebildiği kişi başı ortalama turizm geliri 762-USD. Ülke olarak kendimizi sahil kıyılarında yer alan turistik tesislere endekslemiş, yaz sezonunda bu bölgelerdeki otellerin bir şekilde ve bir fiyata doldurulması üzerine kurgulamış durumdayız. Kişi başı harcamaları 1.200-USD ve üzerine çıkarabilmek için ciddi bir planlama, alt ve üst yapı yatırımlarına  ihtiyacımız var. Türkiye’nin öncelikle başta deniz turizmi ve sağlık turizmi alanlarında yapısal eksikliklerini gidermeye, ilave yatırım planlamasına  ihtiyacı bulunuyor. Ülkenin 4 saatlik uçuş mesafesinde 1,6 milyarlık bir nüfusa ulaşabildiği, özellikle yaşlı Avrupa nüfusunun sağlık turizmi açısından muazzam bir potansiyel teşkil ettiği açık bir gerçektir. Sağlık turizmi denilince aklımıza ilk olarak termal/kaplıca turizmi gelse de yanı sıra göz hastalıklarından, kadın hastalıklarına, ortopediden estetiğe, diş tedavilerine kadar oldukça geniş bir yelpazeye ulaşmış durumda. Özellikle İskandinav ülkeleri ile Danimarka, Hollanda, Almanya gibi sosyal devlet anlayışının hakim olduğu bir çok ülkede, sosyal güvenlik sağlık sistemleri tarafından tedavi masraflarının karşılanmasının yanı sıra, insanların sağlık sorunlarının çözümü noktasında sadece kendi ülkelerindeki hekimleri ve fiyatları değil, en iyi çözümü en düşük maliyetle sunan seçenekleri değerlendirmektedirler. Sosyal güvenlik giderleri artan gerek kamu gerekse özel sigorta şirketleri, başta tıbbi tedavi olmak üzere, termal ve fizik tedavi uygulamalarının kaliteli hizmeti daha uygun maliyetle sunan, uygun ulaşım mesafelerinde yer alan yurt dışı sağlık kuruluşu seçeneklerini değerlendirmektedir. Tüm dünyada 100 milyar USD’yi aşan hacmi ile sağlık turizminden pay almak isteyen tüm ülkelerin iştihanı kabartmakta, bu haliyle de katma değer yaratan yeni bir turizm seçeneği halini almaktadır. Turizm gelirlerini artırma çabasında olan ülkelerin bu konuda neler yaptığı da başka bir yazımızın konusu olsun. Türkiye özelinde ise ülkenin mevcut şartlarına göre farklı bölgelerinde farklı sağlık turizmi çeşitlerine odaklanılması ve bu bölgelerde uygulanacak yatırım teşvikleri ile sektörün büyümesinin önü açılabilir. Örneğin Çeşme, Afyon, Kütahya, Denizli, Balıkesir, Bursa ve Nevşehir bölgelerinde termal turizm yatırımları desteklenirken, İstanbul ve İzmir’de tıbbi sağlık turizminin öne çıkarılması bölgesel turizm gelişimlerini hızlandırması suretiyle, ülkenin turizm çeşitliliğinin yaygınlaşmasına, gelirin, gelir çeşitliliğinin ve bölge ekonomilerinin sürdürülebilir bir kalkınma elde etmelerine de olanak sağlayacaktır. Deniz turizmine gelecek olursak; dünyada kruvaziyer ve yat turizminin yoğunlaştığı en önemli destinasyonlardan biri Akdeniz ülkeleri bölgesidir. Ülkemiz Fransa, İspanya, Sicilya-Malta, Yunan Adaları, Hırvatistan ve İtalya ile birlikte Akdeniz’de yer alan en önemli yat turizmi rotaları arasında yer almaktadır. Hizmet kalitesi, tarihi ve kültürel zenginliklerimize karşın marina sayısının yetersiz kaldığı görülmektedir. İtalya’da 379, İspanya’da 356, Hırvatistan’da 159 adet marina bulunmasına karşın son dönemde yapılan marinalara rağmen Türkiye’nin sahip olduğu nitelikli marina sayısı henüz 56 adettir. MARİNALAR HENÜZ ARZU EDİLEN DÜZEYDE DEĞİL Bakanlık sayfasında yer alan bilgilere göre Yap-İşlet-Devret modeli ile ihale edilen ve inşaatı devam eden Antalya, Muğla, Tekirdağ, Haliç bölgelerinde yapılan 5 marinaya ilave ihale edilmeyi bekleyen Çeşme/Şifne, Seferihisar, Karaburun, Foça bölgelerinde planlanan marinaların da son derece önemli ve kıymetli olmakta birlikte henüz arzu edilen seviyeye gelinmesini sağlayamayacağı görülmektedir. Son derece önemli doğal güzelliklere, mavi ile yeşilin buluştuğu koylara sahip bir ülke olduğumuz düşünüldüğünde Ege ve Akdeniz kıyısında yer alan turizm merkezlerinde bağlama kapasitesini artıracak  5-10 ve 25 yıllık planlamaların yapılmasına, yerel yönetimler ile koordineli bir şekilde alt ve üst yapı eksiklerinin giderilmesine ihtiyaç vardır. Yukarıda bahsettiğimiz iki konuda da uzun vadeli, sürdürülebilir planlama ve yatırım stratejilerinin geliştirilmesine, popülizmden uzak yerelde ve merkezde ciddi bir çaba ve sabretmeye ihtiyaç vardır
Onur Saatlı, 1982 yılında Çeşme’de doğdu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Çeşme’de tamamlamasının ardından, 2003 yılında Ömer Halisdemir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü’nden mezun oldu. Mezuniyet-Bitirme Tezini “Turizmin Türkiye Ekonomisi’ndeki Yeri ve Ege Bölgesi Turizmi” konusunda verdi. 2005 yılından 2021 yılına dek Türkiye İş Bankası A.Ş. ‘de Yönetici olarak çalıştı. Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi’ndeki görevi esnasında, 2010 yılından itibaren dört dönem Banka-Finans ve Sigorta İşçileri Sendikası’nda (BASİSEN) Sendika Temsilcisi ve Genel Kurul Delegesi seçilerek sendikal mücadelenin içinde yer aldı. Turizm alanında faaliyet gösteren aile şirketlerine daha fazla vakit ayırabilmek adına 2021 yılında Türkiye İş Bankası A.Ş.’deki görevinden ayrılarak, şirketlerin idaresinde görev almaya başlamıştır. Saatlı, evli ve bir çocuk babasıdır.