The Social Dilemma: Toplumsal ikilem ya da toplumsal ilişki ikilemi
Aabid Firdausi
https://developingeconomics.org/2020/10/19/the-social-relations-dilemma/
Netflix’te yayınlanmakta olan The Social Dilemma, tek bir soruyu gündeme taşıyarak büyük ilgi topladı: Silikon Vadisi’ndeki birkaç yüz teknoloji meraklısının dünya çapında milyarlarca yaşam üzerinde benzeri görülmemiş bir etkisi olduğu gerçeğini nasıl normal kabul ettik? Jeff Orlowski’nin yönettiği The Social Dilemma, teknoloji endüstrisinin içinden kişilerin günlük dijital deneyimimizi şekillendiren iş modelleriyle ilgili dile getirdiği etik kaygılara yer veriyor.
Film belgesel drama listelerinde bir numara olsa da, bu dijital Frankenstein olgusuyla hesaplaşma anlatısı yeni değil. Örneğin yine Netflix’te yayınlanmakta olan Black Mirror, kontrol edilmeyen teknolojik gelişmelerin distopik bir dünyaya yol açabileceğine dair spekülasyonlar içeren popüler bir dizi. The Social Dilemma’yı benzersiz kılan şey belki de bir dizi “pişman tech-bro”ya yer vermiş olmasıdır (genellikle büyük teknoloji için çalışıp zengin olan, ancak daha sonra hayal kırıklığına uğrayan ve ardından “aydınlanmaya” ulaşan beyaz erkekler).
Belgeselde tech-brolar, çoğu platformun işe insanların yaşam kalitesini iyileştirmek yönündeki iyi niyetlerle başlatıldığına dikkat çeker. Fakat yapay zekâdaki gelişmelerin hissedarların gelir maksimizasyonu modeliyle birleşmesiyle bu platformlar hain çıkarları olanlar tarafından silah haline getirilir. Bu, liberal demokrasileri tehdit ederek siyasi kutuplaşmaya yol açar. Ve insanları bir araya getirmeyi amaçlayan sosyal ağlar tarafından tetiklenen bir iç savaşın (ironik bir şekilde) bizi beklediği konusunda uyarılırız.
Ne var ki toplumsal bir sorunun bu aşırı basitleştirilmiş tekno-determinist sunumu, ağaçlara takılıp kaldığı için ormanı göremiyor. Sağcı otoriterlik, yabancı düşmanlığı, yalan haberler ve akıl sağlığı sorunlarının sebebi web tabanlı platformların iş modellerine indirgenebilir mi? Belgeselin bunun mümkün olduğu yönündeki temel önermesini incelediğimizde sosyolojik nüans eksikliğinin yanlış mesajlar iletilmesine neden olduğu hemen anlaşılır. Belgesel, ahlaki paniği tetiklemenin yanı sıra -cep telefonunu çöp kutusuna atmak istemekten bahseden değerlendirmeler bunun bir örneği- dijital medyanın faaliyetlerini tartışmasız biçimde şekillendiren çağdaş kapitalizmin detaylı ve eleştirel bir incelemesinden kaçınıyor. Olayları kökünden kavramak için toplumsal ikilemde gerçekte neyin toplumsal olduğunu anlamamız gerekiyor.
Söylenmemiş ne kaldı?
Belgeseldeki en büyük suskunluk çağdaş kapitalizmin ekonomi politiği üzerine. Bu kavrayış eksikliği dolayısıyla The Social Dilemma en az iki alanda, ruh sağlığı ve politik eğilim alanında korelasyonu nedensellikle ciddi ölçüde karıştırır. Tanınmış bir sosyal psikolog olan Jonathan Haidt belgeselde Amerikalı gençler arasında depresyon ve kaygının “devasa artışı” konusundaki endişeleri kısaca dile getiriyor ve durumu sosyal medya kullanımına bağlıyor. Ne var ki toplumsal bir olgunun açıklamasını tek bir faktöre indirgemek yararlı bir yöntem değil. Kanıtlar da karmaşık, çünkü telefon kullanımının çok yaygın olduğu birçok Avrupa ülkesinde intihar oranlarında benzer bir artış söz konusu değil.
Belgesel ayrıca gerçekçi olmayan kadınsı güzellik standartlarını, onaylama arayışlarında kriter olarak kabul eden, yani “Snapchat Bedensel Algı Bozukluğu” yaşayan genç kadınlardan da bahsediyor. Burada da on yıllardır var olan ataerkil erkek bakışını sorgulamak yerine bunu mümkün kılan araçların suçlanmasıyla karşılaşıyoruz. Siber zorbalık kesinlikle büyük bir sorun haline gelmiş olsa da, Tahrir Meydanı’ndan pandemi döneminde yapılan son Onur Yürüyüşlerine kadarki örneklerde görüldüğü üzere, sosyal medyanın direnişi harekete geçirmek ve örgütlemek yönünde de etkili bir araç olduğunu sıklıkla unutuyoruz.
Tech-brolar toplumun her zamankinden daha fazla bölünmüş olduğu konusundaki endişelerini de dile getiriyorlar. Hindistan’daki yorumcular genellikle siyasi kutuplaşmanın başlıca nedeni “WhatsApp üniversiteleri”ymiş gibi konuşur. Siyasi alanın fikirlerin savaştığı bir alan olduğu bize sürekli olarak hatırlatılır. Ancak bu, en başta bu tür sorunları besleyen maddi yapıları gizlemektedir. Liberalizmin tehlikeleri insanların toplumsal yapılar hakkındaki -genellikle kasıtlı- cehaletlerine dayanır (mantıksızlığın dünya çapında normalleşmesine kapı açan bir cehalet).
Geçtiğimiz birkaç on yıl, refah devletinin ortadan kaldırılması, sendikaların parçalanması, özel sermayenin serbestleştirilmesi, faaliyetlerin kolaylaştırılması adına kuralsızlaştırma ve ekonominin finansallaşması yoluyla sınıf güçleri dengesinde derin değişimlere tanık oldu. David Graeber’in “zırva işler” dediği şeyin yükselişiyle birlikte istikrarlı işlerin azalması işçi sınıfında derin bir öfke yarattı. Sağcı ayrımcı ideolojilerse suçu azınlıklara atmak için bu tür ekonomik kaygıları kullanıyor ve besliyor. Sosyal medyanın bütün bunların nedeni olmadığını, ancak kesinlikle bu ekonomik güvensizlikleri kültürel kaygılar olarak yansıtmak amacıyla kullanılan bir platform haline geldiğini netleştirmemiz gerekiyor.
Belgeselin ikinci büyük suskunluğu teknolojilerin toplumlarda nasıl üretildiğine dairdir. Mariana Mazzucato’nun işaret ettiği üzere dokunmatik ekrandan Google’ın arama motoru algoritmasına kadar çeşitli teknolojilerin üretilmesinde devletin üstlendiği devasa role genellikle göz yumarız. Aynı teknoloji şirketleri (Netflix dâhil), diğer şeylerin yanı sıra, işçi sınıfına zarar veren kemer sıkma politikalarının teşvikçisi büyük ölçekli vergi kaçakçılığıyla ünlüdür. Bu basit gerçek yalnızca özel girişimle ilgili liberal mitleri yıkmakla kalmaz, aynı zamanda Silikon Vadisi yöneticilerinin edindiği ahlaksız servet hakkındaki soruları da gündeme getirir. Tech-bro anlatısında teknoloji birkaç programcının dehası sayesinde gökten inmiş gibi görünüyor. Gerçekse teknolojinin toplumsal olarak üretildiğidir.
Daha da önemlisi, web tabanlı platformların varlığının merkezinde yer alan bilginin üretimi, tüketimi ve dağıtımına içkin karşılığı ödenmemiş emek zamanı genellikle görmezden geliyoruz. Belgesel, hedef temelli reklamcılığın psikolojik kırılganlıklarımızı nasıl manipüle ettiğine dikkat çekiyor. Ancak burada söylenmeyen şey, web tabanlı platformların çoğunluğunun birincil kâr kaynağı reklamlar olduğundan, görünüşte sıradan olan faaliyetlerimizin gerçekte “karşılığı ödenmemiş emek” (dijital türetim emeği olarak adlandırılır) teşkil ettiğidir. “Ürün için para ödemiyorsanız ürün sizsiniz” gibi ifadeler bu karşılıksız emek dikkate alınarak yeniden yorumlanmalıdır.
Toplum yol ayrımında
Bu iki konudaki -teknolojilerin toplumsal üretimi ile politik ekonomi- suskunluğu, The Social Dilemma’yı analitik ve politik açıdan güçsüz kılıyor. Birikim kapitalizmin mantığına içkindir; iş modelleri sadece sermaye için zamanın belirli bir noktasında nelerin mümkün olduğunu yansıtır. Kapitalizmi kâr peşinde koşan yayılmacı bir sistem olarak kavramak “büyük teknolojiyi yıkma” çağrılarının boşunalığı konusunda bizi uyarır: daha küçük facebook’ların veya google’ların veriler konusunda farklı davranması için hiçbir neden yoktur. Büyük teknolojinin gemi azıya almış satın alma eğilimi, yalnızca kapitalizmin merkezileşme yönündeki genel eğilimini tasdik eder.
Marx’ın görüşlerini bu denli güncel kılan şey, emeğin yalnızca değer yaratmakla kalmayıp aynı zamanda dünyayı şekillendirme ve dönüştürme potansiyeline de sahip olmasıdır. Bu siber uzay için de geçerlidir: siber uzay tarihsel olarak belirlenmiş bir üretim tarzının yalnızca bir tezahürüdür. Bu da daha önemli sorulara kapı açar. Karşılığı ödenmemiş “boş zaman”dan kâr elde etmeyen alternatifleri nasıl güçlendirebiliriz? Kolektif mülkiyete dayalı gerçekten demokratik bir siber uzayı nasıl örgütleyebiliriz? Daha da önemlisi, bu, içinde yaşadığımız kapitalist topluma radikal meydan okumalar olmaksızın mümkün olabilir mi? Barbarlığa sürüklenmemek için karşı karşıya olduğumuz gerçek ikilemle -teknolojik değil toplumsal olan- yüzleşmenin zamanı geldi.
(Çeviri: Pelin Tuştaş)
Yorumlar
Popüler Haberler
İstanbul'da üç eğlence merkezi kalıcı olarak kapandı
Milli Piyango sonuçları açıklandı
'Sarallar' operasyonu: Nadir Metal'in CEO'su Burak Yakın ile 'ünlülerin kebapçısı' Fikret Aydoğdu tutuklandı
TELE1, sunucusunun 'Ferdi Tayfur çıkışı' için özür diledi
Ferdi Tayfur hayatını kaybetti
Kabine kulisi: 'Yeri sağlam' görülen ve 'gidici' gözüyle bakılan isimler