Yarın büyük sanatçı Fikret Otyam’ın ölüm yıldönümü. Bu vesile ile kendisi gibi sanatçı olan eşi Filiz Otyamla konuştuk. Filiz Otyam, eşini  Anadolu’ya kara sevdalı olarak tanımlıyor. Fikret Otyam’ın Anadoluya olan kara sevdasının” doğuşuna şahit oldunuz mu? Cumhuriyet gazetesi okuru olarak 1974 yılında Fikret Otyam’ı şahsen tanıdığımda o zaten çoktan doğup büyüdüğü Anadolu’ya sevdalıydı. Aksaray’da 1926 yılında doğmuş çocukluğu ve gençliği babası Vasıf beyin eczanesinde geçtiğinden halkı yakından tanımıştı. Yoksulluklarına, çaresizliklerine çocuk yüreğiyle isyan ederek büyüdü, pazaryerinde yoğurt satan Alevilerin Kürtlerin dışlanmasını kendine dert edinip yaşamında doğrunun, eşitliğin, haklının peşine düşmeyi seçti . Bu seçimi bence onu mesleğinde aslında mesleklerinde demek daha doğru olur başarıya götürdü. Biliyorsunuz Fikret Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim bölümü mezunu. Sayıları 40’ı aşan kitabı, sayısız resim ve fotoğraf sergileri, çeşitli başarı ödülleri olan bir sanatçı. Ressam, gazeteci ve yazar kimliklerinden hangisini daha çok benimserdi veya ön plana çıkarırdı Fikret Bey? Ona çok sorulan bir soru; ayırt etmediğini amacına hangisi uyarsa onu hatta bazen birkaçını birden seçtiğini söylerdi. Sizce Fikret Otyam’ın Türkiye için önemi neydi? Türkiye onu anlayabildi mi? Ülkemizin zenginliği, çok renkliliği olan etnik köken ve inanç farklılığını 1950’li yıllarda fark ederek röportaj ve gazete yazılarında bu konuları işledi, ilk kez bunların dile getirilmesini sağladı. Sıkı yönetim döneminde kâh gazetede röportajları durduruldu kâh yazdığı haberler mecliste tartışılarak Meclis soruşturmaları açıldı yanlış uygulamalar değiştirildi veya yersiz yurtsuz göçerlerin Berivan Aşireti gibi yurt edinmesini sağladı. Onlarla Şerafettin  yaylalarında birlikte yaşadık, fotoğraflarını çektik; Ankara’da açılışını Bakanlarla yaptığımız sergiler açtık. Sonuçta kışlayacakları siteler yapıldı analar çocuklarını evlerinde doğurdu göçerken yol kenarında değil… Türk halkı onu çok iyi anladı. Sevenleri takdir edenleri çoktu. 40 yıllık evlilik sürecinde daha önce tanımadığım binlerce konuk ağırladım, mutluluklar paylaştık. Şanslıydı çünkü yaşarken bunları gördü emekleri bir sevgi seli olarak döndü. Siz de bir fotoğraf sanatçısısınız. Kısaca bize mesleki serüveninizden bahsedebilir misiniz? Ben 1963-68 yıllarında New York, ABD’de iç mimarlık okudum. Fikret’le evlendiğimizde onun eski başkanı olduğu AFSAD’da fotoğrafçılık öğrencisiydim. İbrahim Demirel ve Fikret’le ortak foto sergilerimiz oldu. Onun bazı röportajlarını fotoğrafladım, Antalya’da basılan Penceremden adlı fotoğraf kitabım var. Ayrıca Gazipaşa’da yaşadığımız yıllarda curfalık denilen tezgahta kendi tasarımım olan ve doğal malzemelerle dokumalar yaptım, sonra köylü kadınlarla birlikte atölye kurdum. Vakko’yu kuran bay Vitali bu süreçte beni keşfetti! Bütün Vakko ve Vakkorama’larda 25 yıl dokumalarım satıldı, bay Vitali toprağı bol olsun senin yastıklar benim kravatlar  Vakkoları ayakta tutuyor derdi. Fikret’in deyişiyle Hitit’den beri var olan el tezgahında dokuma çalışmalarımla ilk kez bir sanatçı tarafından yorumlandı. Tekstil hocaları da buna katılırlar. Yurt içinde ve yurt dışında sergiler açtık  tekstilin en önemli müzesi olan Lodz Polonya’da çalışmalarım müze koleksiyonuna üç kez alındı. Bu kış da bazı belediyeler ile dokuma konusunda hocaları eğitmem, onların da öğrenci yetiştirmesi üzerine işbirliği çalışmamız var. İşte böyle hayat devam ediyor. Hayattayken yapmak istediği ama yapamadığı bir şey kalmış mıydı acaba? Veya yarım bıraktığı bir proje diyelim? Fikret arkasında yarım bir iş bırakmadı çünkü çok çalışkandı başladığı işi tamamlamadan bırakmazdı. Kırk yıllık diyabet, on yıldan fazla böbrek yetmezliği, görme sorunları eşliğinde geçirdiğimizi yılların sonlarında bir hayali vardı Anadolu’da 50-60 yıl önce gidip yazdığı yerlere tekrar gitmek oraların bugününü yazmak istiyordu sen de fotoğrafları çekersin kitaplar çıkarırız derdi. Hayali gerçekleşemedi kendi deyimiyle halkının gözü, kulağı, sesi olduğu 89 yaşında Hakka yürüdü.
Akademi eğitimine karşın, sürekli akademizmden uzak duran sanatçı, hünere değil içtenliğe, inanca, sevdaya dayalı bir resmin peşindedir. Kendine özgü geliştirdiği resim dilinde sağlam ve içtendir.
Fikret Babanın sürmeli gözlere ve keçilere olan ilgisinden bahsedebilir misiniz biraz? Onun resimlerinde çok sık görürüz bu figürleri. Anadolu’nun çalışkan, cefakâr, suskun kadınları acılarını ancak gözleriyle ifade edebilir ben de onların resimlerini yapıyorum derdi. İlk portrelerinde acı daha belirgindi. Ankara’da bir sergimize gelen can dost Prof. Nezihe Enacar “Otyam, Kızılay’dan geliyorum gençler yürüyor polis gaz sıkıyor yeter artık bu acılar kadınları birazcık güldür” demişti. Fikret de “haklısın hocam” dedi kızların yüzü biraz güldü. Keçilere gelince Fikret’le evlenip güneye yerleştiğinizden beri keçiler hep bahçemizde hayatımızda oldu. Keçi desen olarak çok güzel; heykel gibi zaten. Bir inek veya tombul koyun çizmek istemezsin. Hele İsviçre cinsi Saanen keçilerimiz bembeyaz çok zarifti genelde de ikiz doğururlardı. Yeni torunlarımız geldiğinde kırmızı giyer onlar kucağında bana poz verirdi.
Fikret Otyam, ülkemizin zenginliği, çok renkliliği olan etnik köken ve inanç farklılığını 1950li yıllarda fark ederek röportaj ve gazete yazılarında bu konuları işledi, ilk kez bunların dile getirilmesini sağladı.
İşte böyle Çiğdem hanım: Geçmiş güzel günlerimizi andık. Yarın Bodrum’dan Hacıbektaş Nevşehir’e gidiyorum. 8 Ağustos’ta kabrinin başında Hacıbektaş belediye başkanı ile anma törenimiz var. Geçen ay değerli dost Fazıl Say’ın Antalya’da dünya prömiyerini yaptığı Fikret Otyam bestesini mezarı başında ona dinleteceğim, dediğim gibi şanslıydı. — FİKRET OTYAM (1926- 2015) KİMDİR? 1926 Aksaray doğumlu olan sanatçı ilk ve orta öğretimini Aksaray’da okumuştur. Ortaokulda iken Fransızca öğretmeni olan Emekli Albay Lüleci Haşim Bey  “Lenduha ayaklı, cama çeken fotoğraf makinesini” sanatçıya armağan etmiş sanatçının resim ve fotoğraf tutkusu bu şekilde başlamıştı.  Fikret Otyam lise öğretimini kesintili olarak sürdürmüş, Ankara ve Kayseri de öğrenim görmüştür. Ankara da öğrenci iken gezdikleri müzede öğrencilerden biri Hitit aslanının ağzına tükürmüş tarih öğretmeni bunu yapan kişinin Fikret Otyam olduğunu zannedince ona “Pis Anadolulu bunu sen yapmışsındır“ deyince Ankara’dan ve okulundan ayrılmıştır. Bu günlerini adı geçen röportajında şu şekilde ifade etmiştir. “Galatasaray Lisesi’ne hazırlık yapılırken Toprak Mahsulleri Ofisi Müdürü’nün tavsiyesiyle kendimi Kayseri Lisesi’nde yatılı buldum… Resim yapmayı çok seviyordum. Kutu boyalarla kontraplak üstüne resimler. Halkevi’nde sergi de açtım. Bir gün Belediye’nin önünde Nevşehir arabası bekleyen bir çocukla tanıştım. İstanbul’da okuyormuş. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi diye bir okulda resim okuyormuş. Bu çocuk, rahmetle andığım Neşet Günal’dı. Akşam babama “Nihayet okulumu buldum” dedim. Hocaların hocası, Çallı’nın atölyesine adım attığımda çırılçıplak bir kadın karşımda duruyordu. Ağabeyler, ablalar gülerek ‘gel, gel’ dediler. Çallı’yla dede torun gibiydik.” Liseden sonra ise İstanbul’a gelerek Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Orta Resim Bölümü’nde eğitime başlar. Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde resim öğretimini ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun atölyesinde almıştır. Gazeteciliğe 1950 yılında "Son Saat" gazetesinde başlamış ve ömrü boyunca gazetecilik yapmıştır. 1953 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Orta Resim Bölümü’nde mezun olmuştur.  1953’te Akademi’nin resim bölümünü bitirdiğinde Falih Rıfkı Atay’ın Dünya Gazetesinde Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı ve yazarıdır. Gazetecilik hayatı elli sekiz yıl devam edecektir. (2014 itibariyle). "Son Saat" gazetesinde başladığı gazeteciliğini Dünya ve Ulus Gazetelerinde devam ettirmiş daha sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde sürdürmüş uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır.  Sol çevrelerle sürekli irtibat halinde olan Otyam sol içerikli yayınlarda sol görüşlü kesimlere hitap eden yazılar yazarak dikkatleri üzerine çekmektedir. Fikret Otyam, çocukluk yıllarında ailesinin Niğde-Aksaray’daki eczanesinde Anadolu insanlarının hikayelerini dinlemeye başlamıştı. Bir röportajında bu konudan şöyle bahsetmektedir; “Halkımı o yaşlarda eczanede tanıdım. İnanılmaz bir fakirlik vardı. İkinci Dünya Savaşı yılları daha felaketti. Sıtma, uyuz, trahom halkı kırıp geçiriyordu. Dürüstlüğü, insan sevgisini babamdan öğrendim.” İlk tutkusu olan resim yapmayı hiç bırakmamıştır. Resim onun vazgeçilmeziydi. Tuvallerinde de tıpkı fotoğraf ve röportajlarında olduğu gibi Anadolu insanını resmetti. Akademiden, fotoğrafçılıktan, gazetecilikten biriktirdikleri, Anadolu’ya duyduğu aşkla birleşmiş, Fikret Otyam’ın resimlerinde yeni görsel imgelere bürünmüştür. Fotoğrafla yakaladığı ayrıntılar ve ifadeler resimlerinde yine ifadeci bir anlayışla ortaya çıktı. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun resim öğretileri, Anadolu-Batı sentezi aktarımları onun fotoğraflarında lekeci üslupta, resimlerinde benzer bir anlayışla insan duyarlılığı ve Fikret Otyam’ın kişiliği ile birleşmiştir. Fikret Otyam, Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili yazdığı röportajlarla tanınmış, bu röportajlarını çok sayıda kitapta toplamıştır… Doğu Anadolu halkı ve Kürtler konusunda da özgürlükçü düşüncelere sahip olan Fikret Otyam Doğu Anadolu’ya sık sık gitmiş, orada pek çok türkü derlemiş ve röportajlar yapmıştır. Derlediği türküler özel arşivlerindedir. Söylediğine göre de pek çoğu gün yüzü görmemiştir. Resimlerinde Anadolu motiflerinin sık sık kullanılıyor olması hocası Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan aldığı eğitim ve sanat anlayışı sebebiyle olmalıdır. Resimlerinde keçi ve başı örtülü Anadolu kadınlarını figür olarak sık sık kullanmaktadır.  Anadolu’yu, insanlarını, hayvanlarını, bitkilerini ve mahalli unsurları işlemeyi seven bir ressam olarak dikkat çeker. Resimlerinde göz figürleri üzerinde özellikle durmuş gözleri iri ve dikkat çekici olarak betimlemiştir. Fikret Otyam’a göre “Dünyada üç tane güzel göz vardır. Birincisi; doğu Anadolu kadını gözü, ikincisi; eşek sıpası gözü ve üçüncüsü, ceylan gözü.”  Ressam iri gözlü Anadolu kadınlarının resimlerini yapmış, gözleri iri olarak betimlerken burunları ve ağızlarını küçük olarak betimlemeye gayret etmiştir. Akademi eğitimine karşın, sürekli akademizmden uzak duran sanatçı, hünere değil içtenliğe, inanca, sevdaya dayalı bir resmin peşindedir. Kendine özgü geliştirdiği resim dilinde sağlam ve içtendir. Resimlerinde uzun, çileli yolculuklardan, yiğit ve mağrur insanlardan destansı bir anlatımla söz eder… Anadolu sevdasının bu denli naif anlatımı Fikret Otyam’ın, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan aldığı resim işleyişinden kaynaklanır. Sanatçının akademik resim öğrenimi, renklerinde, konularında ve naif anlatımında bağlandığı geleneğin bir göstergesidir. Anadolu’nun çeşitli yerleri, dağlar, kar altındaki köyler, genç kadınlar, onların rengârenk kıyafet ve başlıkları, soru sorar gibi izleyene kocaman bakan gözleri, dağ keçileri, Harran Ovası, Fikret Otyam’ın en çok işlediği konulardır. Olaylara insandan yana bakan, her canlıya saygı duyan, yoğun boya katmanları ile tuvalini donatan bir halk aşığıdır. Önce kalemi, sonra fırça ve tuvaliyle insanın peşine düşmüştür Fikret Otyam.  Özentisiz, taklitsiz, kuvvetli bir görme ve algılama gücüyle, zaman zaman durağan, zaman zaman hareket halindeki tuvalleriyle, bir uçtan bir uca beyaz, ya da simsiyah hareli atlarıyla, yalın ve sevecen tarzı Fikret Otyam’ı “O” yapan en önemli özellikleridir. Zaman zaman doğaya Türk halk resmi geleneğine göndermelerde bulunduğu resimlerinde, destansı biçemi çağdaş bir mit oluşturur. Önceleri resimsel bir fon olarak kullandığı doğa, sonraları doğrudan ve yoğun bir resimsel kimlik kazanır. Beyazların egemenliğinde, keçi ve insan gruplarının lekeci bir anlayışla yer aldığı son dönem resimlerinde bir doğu-batı sentezi belirginleşir. Büyük kent insanlarının özellikle aydınlarının, üniversite çevrelerinin gözleri önüne serdiği Anadolu gerçeklerinin dramatik kesitlerini, trajik yönlerini ortaya koyduğu eserleri ile birçok sergi düzenleyen Otyam, resimlerinde, popülizme düşmeden toplumcu ve gerçekçi bir dünya görüşünü temel alarak kurduğu estetik ile gerçekçi ve hümanist bir bakış açısı yaratır. Kullandığı teknik, biçim, öz, renk skalası tam bir uyum içindedir, eşyanın doğasına uygun, albenili, düşündürücü ve kendine özgü bir anlayışla eserlerini resmetmiştir. Böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir tedavi gören Fikret Otyam Antalya'da 8 Ağustos 2015'te yaşamını yitirdi. --- Kaynak: https://www.fikretotyam.com