Spinoza’nın düşünce sisteminde Tanrı’ya ulaşan zihni ve akli yol, insanı vahamete ve kaygıya sürükleyen her türlü dış unsurun reddedilmesini içeren bir duygulanımı gösterir. Bu yolun takibi ise insanın mutluluğunu sağlar. Bu yazıda da Spinoza’nın insan zihni ve insan özgürlüğü ile yazdıklarından devam ediyorum. Önce insan zihni ile ilgili önceki yazıda kaldığım yerden devam edeceğim, sonra irade özgürlüğü kavramı ve Spinoza’nın “fatalizmi” meselesini ele alacağım. İkinci mesele diğer yazıda da devam edecek. ZİHİNLER VE ŞEYLER Önce Spinoza’nın aşağıdaki önermesine bakalım: “P11: İnsan zihninin aktüel varlığını oluşturan ilk şey, aktüel olarak varolan tekil şeyin fikrinden başka hiçbir şey değildir.[1] Bu ne demektir? Spinoza, kendisinden önceki filozofların aktüel-potansiyel varoluşunu atfettikleri tözün dayanağını kesin ve mutlak bir töze dayandırmak üzeredir. Bunu nasıl ispatlayacağı ise bu alt bölümün tartışma konusudur. Spinoza’ya göre insan zihninin varlığı yani aktüel varlığı, tekil bir şeyin varlığından başka bir şey olmamalıdır. Örneğin “bugün akşam yemeği yiyeceğimi” düşünmem, potansiyel olarak zihnimin kurguladığı bir şeydir. Hayatın öngörülemez olması neticesinde yenilecek olan akşam yemeği tamamen “kurgu” olabilir. Benzer şekilde de 2x2’nin 4 olacağını hesap etmem ya da 2x2’nin bendeki zihinsel yansıması da zihinsel bir süreci gösterir. Bu sürecin kendisi, Spinoza’ya göre tıpkı benden başka bir insan zihninde olduğu gibi tamamen tekil bir şeyin fikrine içkin bir şekilde bağlıdır. Spinoza bunu aşağıdaki şekilde ispatlar: “İspat. İnsanın özü Tanrı’nın özelliklerinin belirli modlarından oluşur yani, doğada öncelikli olan fikirlerin hepsini oluşturan düşünce modlarından oluşur. Ve bunlar verildiğinde diğer modlar (doğada öncelikli olan fikre atfedildiğinde) aynı bireyde olmalıdır. Ve o halde bir fikir bir insan zihninin varlığını oluşturan ilk şeydir. Ancak bu şey, var olmayan bir şey değildir. O halde, fikrin kendisinin varolduğu söylenemez. Bunun sonucunda, bu şey aktüel olarak varolan bir şeyin fikri olmalıdır. Fakat bu şey sonsuz şeyin olamaz. Zira sonsuz olan şey zorunlu olarak her zaman varolmalıdır. Fakat bu absürttür (bu fikrin zorunlu olarak varolan bir nesne olması gerektiği için). O halde, insan zihninin aktüel varlığını oluşturan ilk şey, aktüel olarak varolan tekil bir şeydir. Q.E.D. Gerekçe. Bundan, insan zihninin, Tanrı’nın sonsuz entelektinin bir parçası olduğu sonucu çıkar. Bu durumda insan zihninin şunu ya da bunu algıladığını söylediğimizde, -Tanrı’nın sonsuz olmadığı kadar- onun insan zihnin doğası yoluyla açıklandığını veya o insan zihnin özünü oluşturduğu sürece şu ya da bu fikre sahip olduğundan başka bir şey söylemeyiz. Ve biz Tanrı’nın şu ya da bu fikre sahip olduğunu söylediğimizde sadece o insan zihninin doğasını oluşturduğu sürece değil fakat aynı zamanda insan zihni ile birlikte başka bir şeyin fikrine sahip olduğu sürece, insan zihninin kısmen ya da yetersiz algıladığını söyleriz[2].” Burada Spinoza’nın gerekçesindeki şu önermesi dikkat çekicidir: “Bundan insan zihninin Tanrı’nın sonsuz entelektinin bir parçası olduğu sonucu çıkar.” Ancak Spinoza’nın bu gerekçesinde bazı noktalar karanlıktır ve bunları açıklamamız gerekir. İlk olarak Spinoza, doğanın içerdiği insanlar da dahil tüm nesnelerin varlıklarının Tanrı’nın sonsuz modlarına bağlı olduğu fikrini yineler. Bunu daha önce ele almıştık. Bu vesileyle insan zihninin Tanrı’nın zihninin bir parçası olduğu düşüncesi elbette şaşırtıcı değildir; çünkü görmüştük ki Tanrı’nın sonsuz modları içerisinde her nesne ona bağlıdır. İnsan zihni de ilk olarak aktüel bir varlık gösterdiği için onun ilk tekil şeye yani Tanrı’nın entelektine bağlı olması gerekir. İkincisi de sonsuz entelekt içerisinde bulunan belirlenimi olan fikirlerin düzeni ve bağlantısı da bu fikirlerin nesneleri olan belirlenimi olan şeyler arasındaki neden sonuç düzeniyle aynıdır. Bu ne demektir? Bunun anlamı Spinoza’nın, doğanın sistemi içerisindeki neden-sonuç ilişkisinin insan zihninin sisteminden farklı olmadığı anlamına gelir. Spinoza’nın anti-kartezyen sisteminde bu da şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü Spinoza’nın sisteminde ruh-madde antinomisi olsaydı, ruhun bu neden-sonuç ilişkisinden farklı bir “düzeni” olması gerekirdi. Ancak böyle bir antinomi Spinoza’da yoktur, dolayısıyla insan zihni de ruhsal bir sürecin parçası olmadığı içindir ki neden-sonuç ilişkisine yani doğanın düzeni içerisine dahil olur. Üçüncüsü de ve açık olarak, insan zihninin kendisi bu sonsuz sisteme sahiptir ve bu da Tanrı’nın fikrinden başka bir şey değildir. Spinoza’ya göre insan zihni Tanrı/doğa’nın dışında herhangi bir sürece dahil değildir. Bu durumda tıpkı kendisi gibi sonsuz olan Tanrı’nın entelekti kadar sonsuz olmalıdır. Ancak geçen yazıda sorduğum soru burada da kendisini gösterir. Nasıl? Çünkü doğanın sonsuz olmadığını düşündüğümüzde doğa ile bütünleşik bir Tanrı’nın da ne kadar sonsuz olduğunu fikrinin çelişkili olduğunu görmüştük, bu durumda sonsuz entelekte sahip Tanrı’nın bir parçası olarak sonsuz bir insan zihni nasıl olacaktır?
Spinoza’ya göre insan zihni Tanrı/doğa’nın dışında herhangi bir sürece dahil değildir. Bu durumda tıpkı kendisi gibi sonsuz olan Tanrı’nın entelekti kadar sonsuz olmalıdır.
Bunun cevabını Spinoza’nın 44. önermesinde görebiliriz: “P44: Şeyleri arızi değil ama zorunlu olarak görmek, aklın doğasında bulunur.”[3] Bu önermenin gerekçesinde Spinoza şöyle bir açıklamada bulunur: “Gerekçe 2: Şeylerin kesin bir sonsuzluk nazarında (sub specie aeternitatis) algılanması aklın doğasında vardır. İspat. Aklın şeyleri arızi değil ama zorunlu olarak algılaması doğasındandır. Ve o şeylerin zorunluluğunu hakikati içerisinde yani kendi içinde algılar. Ancak şeylerin zorunluluğu Tanrı’nın ezeli doğasının zorunluluğudur. O halde şeylerin sonsuzluk nazarında algılanması doğasında vardır.[4] İnsan zihni Spinoza’ya göre insan bedeninin varoluşunun bir parçası olarak vardır. Bu varoluşun dışında sonsuz bir şekilde de Tanrı’nın entelektine bağlıdır. Dördüncü olarak insan zihninin nesnesi uzanımı göz önüne alındığında insan bedeninin “belirlenmiş varoluşuna” bağlıdır. İnsan zihni, o halde, Spinoza’ya göre insan bedeninin varoluşunun bir parçası olarak vardır. Bu varoluşun dışında sonsuz bir şekilde de Tanrı’nın entelektine bağlıdır. Dolayısıyla insan zihni insan bedeninden farklı bir entelekt içerisinde ancak Tanrı’nın entelektinin bir parçası olarak vardır. Bir şema ile gösterirsek: Tüm, A, B, C ve D zihinleri kendi bulundukları bedenlerle bütünleşik olmalarına karşılık onlar Tanrı’nın entelektinin parçası olarak varolurlar. Son olarak da insan zihninde oluşan bir fikir, insan zihninin dahil olmadığı diğer fikirlere bağlı olarak eksik veya yetersiz olabilir. Bu da bizi Spinoza’nın bilgi türleri olarak adlandırdığı üç bilgi türüne götürür. Bir önceki yazımda bundan bahsedeceğimi söylemiştim. SPİNOZA’YA GÖRE BİLGİ TÜRLERİ Spinoza’ya göre üç tür bilgi vardır. Bu üç tür bilgi, Spinoza’nın sonsuzluk ve insan zihninin belirlenimi konusundaki açıklamasının merkezinde yer alır. Spinoza’nın 40. önermesi şöyle demektedir: “P40: Zihinde yeterli seviyede fikirlerden oluşan herhangi bir fikir de yeterlidir.[5] Spinoza, bu önermenin gerekçesinde “pek çok şeyi algılarız ve tümel nosyonları oluştururuz.[6]” demektedir. Bu algıladığımız şeylerin ilki “fikir” veya “tasavvur” olarak düşünülen ilk tip bilgidir. Bu bilgi türü Spinoza’ya göre: “P41: İkinci ve üçüncü tür bilgi zorunlu olarak doğruyken, ilk tür bilgi, sadece bir yanlışlık sonucudur.[7] İlk bilgi türü tamamen tesadüfi süreçler sonucunda elde edilen ve hiçbir değerlendirme olmadan insan zihnine aktarılan bilgilerdir. Bir söylenti, bir göz ucuyla bakılan bir nesne, deneye tabi olmaksızın elde edilen bilgi ve benzeri bilgiler böyledir. Ancak ikinci ve üçüncü türden bilgiler böyle değildir. Spinoza, yukarıda da atıf yaptığım 40. önermenin gerekçesinde ikinci ve üçüncü türden bilgiyi özetler: “III. En sonunda, ortak fikirler ve şeylerin özelliklerine dair yeterli fikirlerin varlığına dayanarak buna “akli bilgiler” yani ikinci türden bilgiler diyorum.
Aklın düsturuyla hareket eden insan en doğru olan bilgiye ulaşmaya namzettir; ikincisi de sezgisel bilginin de varlığıyla Tanrı’nın özelliklerine yani Tanrı’nın aleme yansıdığı bu dünyadaki bilginin sezgisel lütfuyla da akli olan bilginin vardığı noktayı aşmasını sağlar.
  1. Bu iki tür bilgiye ek olarak (ve takip eden önermelerde de göstereceğim gibi), sezgisel bilgi olarak adlandırdığım üçüncü türden bilgi vardır. Ve bu türden bilgi Tanrı’nın belirli özelliklerinin formel özlerine dair yeterli fikirden, şeylerin formel özüne kadar uzanır.[8]
Wilson Spinoza’nın bu ayrımı ortaya koyarak vardığı sonucu şöyle özetler: “Bu atıflardan “akıl” yoluyla pek çok şeyin algılanmasının ve tümel nosyonların oluşturulmasının aşağıdaki şeyleri kapsadığı anlamına geldiğini anlayabiliriz: tüm nesnelerde ortak şeyler; insan bedeninde ortak şeyler ve onu etkileyen şeyler ve ortak şeyleri takip eden şeyler. Buna karşılık Spinoza’nın varmak istediği nokta, ikinci türden bilginin (“aklın”) bile insanın kusursuzluğa ulaşması için yetersiz olduğudur: “Bu iki tür bilginin yanı sıra, daha sonra göstereceğim gibi “sezgisel bilgi” [scientia intuitiva] olarak adlandıracağım üçüncü türden bir bilgi daha vardır. Bu bilgi Tanrı’nın belirli özelliklerinin formel özlerine dair yeterli fikirden, şeylerin formel özüne kadar uzanır.[9] Spinoza ikinci ve üçüncü türden bilgilerin insan zihninin özgürleşmesi açısından en elzem bilgiler olduğunu düşünür. Bu açıdan bakıldığında iki tür bilgi de insanın kendini mükemmelleştirmesi ve felsefi bir denge noktasına gelmesi açısından en önemli bilgilerdir. Birincisi aklın düsturuyla hareket eden insanın en doğru olan bilgiye ulaşmaya namzettir; ikincisi de sezgisel bilginin de varlığıyla Tanrı’nın özelliklerine yani Tanrı’nın aleme yansıdığı bu dünyadaki bilginin sezgisel lütfuyla da akli olan bilginin vardığı noktayı aşmasını sağlar. Bu şekilde insan zihni özgür olacaktır. Sadece insan zihnini yöneten aklın tam ve doğru bir şekilde çalıştırılması yetmez, aynı zamanda insanı insan yapan en önemli şeylerden birisi olan sezginin bilgisine de dayanmak gerekir. Spinoza’nın bu bilgi türünün vardığı noktayı Neoplatoncuların Bir’i, Taoizmin Yol’u, İbn Arabi ve benzeri düşüncedeki mutasavvıfların Vahdet’i, Yahudi mistiklerin ve kabalistlerin kimi zaman atıf yaptığı “ezeli varlık” ve Metatron’una, benzetmek mümkündür. Bu enteresan benzerliklerin hiç kuşkusuz ki ayrıştığı noktalar da vardır. Ancak bunları bir arada düşündüğümüzde bu filozofların ve düşünürlerin hakikati anlamlandırmada detaylarda farklılaşsalar da neticede uzlaşmalarını görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Dolayısıyla Spinoza’nın düşünce sisteminde Tanrı’ya ulaşan zihni ve akli yol, insanı vahamete ve kaygıya sürükleyen her türlü dış unsurun reddedilmesini içeren bir duygulanımı gösterir. Bu yolun takibi ise insanın mutluluğunu sağlar. Ancak bu yol, Spinoza ve benzeri düşünürlerde olduğu gibi insanın irade özgürlüğünün determinist bir kısıtlanmasını öngörür. Buna da sonraki yazıda değinelim. Esen kalın. [1] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.122. [2] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.123. [3] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.143. [4] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.144. [5] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.135. [6] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.141. [7] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.141. [8] Benedict de Spinoza, A Spinoza Reader: The Ethics and Other Works, çev. Edward Curley, Princeton University Press, New Jersey, s.141. [9] Margaret D. Wilson