Marksist İktisatçı Korkut Boratav, Türkiye’deki krizi nasıl anlamamız gerektiğine, krizi etkileyen unsurlara, krizi önlemeye yönelik tedbirlerin yeterli olup olmadığına, krizden çıkışın nasıl mümkün olduğuna ve dünya genelinde sosyalist ekonomik modelin mümkün olup olmadığına ilişkin sorularımızı cevaplandırdı. Boratav Türkiye’deki krizin kapitalizmin zayıf, bağımlı kutbunda yer alan bir ekonomik kriz olduğunu ve neo-liberalizmin sonucu olduğunu söyleyerek, AKP iktidarının 2017’ye kadar neo-liberalizme tamamen ve fazlasıyla bağımlı konumda teslim olduğunu ifade etti. Boratav, açık bir IMF anlaşmasına gidilmezse krizin derinleşeceğini, ekonominin dip noktaya ulaşıncaya kadar küçüleceğini, halkın yoksullaşacağını belirtti.
  • Türkiye’deki güncel krizi neo-liberalizmin bir krizi olarak değerlendirebilir miyiz?
Neo-liberalizm bugünkü kapitalizmin ortak özelliğidir ve aslında “sermayenin sınırsız tahakküm programı”dır. Bu program tüm sistemi kucaklamıştır; ancak, tamamen, büyük ölçüde veya kısmen uyum sağlayan ülkeler arasında ayrım yapılabilir. Ve AKP iktidarı da aşağı yukarı 2017’ye kadar neo-liberalizme tamamen ve fazlasıyla bağımlı konumda teslim olmuştu. İktidarın siyaset gündemi, 2015 sonrasında ülkeyi yoğun, kesintisiz dört yıllık bir seçim takvimine sürükledi; dünya konjonktürünün olumsuz seyrettiği bu dönemde, neo-liberalizme teslimiyetin bedeli yükseldi. İktidar “mızıkçılık” yaptı; uluslararası sermaye ve egemen güçler tarafından cezalandırıldı. Kriz, dolayısıyla, kapitalizmin zayıf, bağımlı kutbunda yer alan bir ekonominin krizidir. Bu anlamda, neo-liberalizmin sonucudur.
  • Türkiye’deki mevcut krizden çıkış nasıl mümkün olabilir? Bunun için hangi yol ve yöntemler izlenmelidir?
Radikal seçenek neo-liberalizme (krizin yar atıcısı olan finans kapitale) meydan okumayı gerektirir: Kısa dönemde dış dünyaya sermaye hareketleri denetim altına alınır ve özel şirket ve bankaların dış yükümlülüklerinin Hazine tarafından üstlenilmesinden uzak durulur. Özel dış borçlar, borçlu-alacaklı arasında müzakerelere, gerekirse yapılandırmalara bağlanır. Uzun dönemde ise, ekonominin kronik, hastalıklı dış bağımlılıklarını yapısal olarak onaracak; kamu sektörü önceliğinde bir planlama perspektifi gerekecektir. Bugünkü iktidar yapısı, ana-muhalefet ve ekonomiye egemen olan sermaye çevreleri hem kısa, hem de uzun dönemde bu türden radikal seçeneklere karşıdır. Tıkanıklık siyasî iktidarın sınıfsal yapısından kaynaklanıyor.
  • Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı ekonomi programları krize çare olabilecek programlar mıdır? Bu programlar karar vericilerin mevcut krizi nasıl anladıkları hakkında bize ne gösteriyor?
Albayrak’ın Eylül 2018’de ve Nisan 2019’da açıkladığı hedefler IMF’siz bir IMF programıdır. Ancak, programın uygulanması Haziran sonuna kadar ertelenmiştir; ayrıca gerçek bir IMF programında yer alan bir kredi anlaşması ve uygulamayı denetleyen bir mekanizma yoktur. Haziran sonrasında program, IMF’nin açıkça devreye girdiği bir stand-by anlaşmasına dönüşebilir. Böyle bir anlaşma, finans kapitalin alacaklarını güvenceye alır; bunun finansmanını sağlayacak IMF kredisi de zaman içinde bütçe fazlası (malî kemer sıkma) yaratılarak emekçilere yüklenir. Açık bir IMF anlaşmasına gidilmezse kriz derinleşir; ekonomi dip noktaya ulaşıncaya kadar küçülür. Halk yoksullaşır. Borçlu şirketler ya tasfiyeye uğrayarak ya da yabancı sermaye tarafından ucuza (“batan geminin malları” bedelleri ile) devralınır. Türkiye ekonomisi uzun süreli bir durgunluğa mahkum olur.
  • YSK’nın İstanbul seçimlerini yenileme kararı sonrasında dolar tekrar yükselişe geçti. İstanbul seçiminin yenilenme kararının ekonomi üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?
Dolar fiyatındaki dalgalanmalar, büyük ölçüde spekülatif finans kapitalin Türkiye ekonomisine bakışıyla ilgilidir. Bu “parazit” çevreler, Türkiye’de demokrasi değil, siyasî istikrar istiyorlar ve neo-liberal modelin ana ilkelerinin “istikrarlı bir faşizm” tarafından uygulanmasını rahatlıkla yeğleyebilirler. Seçim yenileme kararı, bu nedenle tedirginlik yarattı; döviz piyasalarını da etkiledi.
  • Kapitalizmin tüm dünyaya yayıldığı ve aynı zamanda çıkmaza girdiği bu dönemde sosyalist iktisat modeli mümkün müdür?
“Sosyalist iktisat modeli”ne geçiş gündemde değildir; ama tarihsel sosyalizmlerin emekçilere sağladığı ortamı, koşulları ısrarla hatırlatmanın tam zamanıdır: Sömürünün tarihe karıştığı; çalışma yaşındaki tüm emekçilerin çalıştığı veya okuduğu bir ekonomi… Bölüşümün emeğe göre gelir ilkesine göre düzenlenmesi… Ömür boyunca bedelsiz sosyal güvenlik; güzel sanatların, kültürün, görsel sanat ürünlerinin, edebiyatın piyasa baskısından özgürleşmesi; emperyalizme karşı bağımlılığın mümkün mertebe sınırlanması… Israrla hatırlatılacak olan, bu koşulların dünyanın çok geniş bir coğrafyasında 20’nci yüzyıl boyunca “gerçekten yaşanmış” olduğudur. Öte yandan tarihsel sosyalizmin “arızaları”nı da unutmamak gerekiyor: Emekçilerin iktidarının gerçekleşmesini frenleyen, geciktiren, önlemiş olan etkenlerin, olguların gelecekte tekrarlanmaması için… Sınırsız doğrudan demokrasinin hayata geçirilebilmesi için…