İktisatçı, Prof. Dr. Erinç Yeldan, Türkiye ekonomisinin durumunu ve IMF tartışmalarını PolitikYol'a değerlendirdi.  Türkiye’de bugün sanki halktan yana IMF’ye karşı halkın çıkarlarını koruyan bir yerli ve milli politika güdülüyormuş söylemi altında bunun tam tersine Türkiye’nin varlıklarının ulusal ve uluslararası sermayeye peşkeş çekildiği, işçi sınıfının haklarının, ücretlerinin kısıtlandığı ve buradan elde edilen rantlarla betonlaştırma, İslamlaştırmaya dayalı bir ekonomik sosyal modelin inşa edildiği bir düzenle karşı karşıya olduğumuzu belirten Yeldan, "IMF ile beraber ile bir aile fotoğrafı çektirmemiz gerekiyorsa 1 Nisan’dan sonra iktidar onu da yapabilir." dedi.
  • Muhalefet, yerel seçimden sonra Türkiye’nin tekrar IMF’ye gideceğini söylüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye içinde bulunduğu kriz döneminden nasıl çıkar?
IMF etiketi Türkiye siyasetinde uzun yıllardır bir gündem maddesi haline dönüştürüldü. Çok değerli çalışmalar da yapan bağımsız sosyal bilimciler grubunun 2001 krizinden sonra 2008 yılında yayınladığı bir döküman vardı. “IMF Gözetiminde On Uzun Yıl , 1998 - 2008 - Farklı Hükümetler Tek Siyaset” adında. Türkiye 1998’de IMF ile beraber ile bir “Yakın İzleme Anlaşması” imzaladı. Bu anlaşmaya göre artık bir stand by, bir istikrar, bir program dahilinde teknik bir çalışma olsun olmasın, IMF Ankara’daki ofisinden yakından izleyecek. 1998 tarihi aslında Türkiye iktisat tarihi açısında çok önemli bir dönüm noktalarından birisidir, tıpkı 24 Ocak 1980 kararları gibi. Bunu neden söylüyorum? Şu bakımdan; Türkiye’de AKP ulusal ve uluslararası sermayenin en gözde partisidir. Özelleştirmeler; yurtdışı sermaye hareketlerinin Türkiye’den nemalandırılarak davetiyesi, yabancı sermayeye bir hoş geldin partisi düzenleyerek  bütün ulusal varlıkların yabancı sermayeye devredilmesi... Kaynaklar kuruduğu vakit hiç çekinmeden ulusal sermaye ve uluslararası sermaye lehine dönüşümler yapılabilir. Örneğin grevlerin ertelenmesi, kredi kartlarının yeniden yapılandırılması, yüksek borçların hazine güvencesine alınması veya yine yabancılara verilen özel tahsisler... Türkiye’nin dış borçlanmasına dayalı büyüme modelinin sonuna dek sürdürülmesi AKP’nin ve ondan evvel gelen bütün sermaye partilerinin ana göreviydi. IMF programı dediğimizin şeyin niteliğine bakarsak bu program uluslararası finans sermayesinin çıkarlarını güvence altına alan bir genel modelin genel adıdır ve IMF’de bir Bretton Woods kurumu olarak bunun genel bir yürütücüsüdür. Dolayısıyla Türkiye’nin iktisadi modelinin böyle şekillendirildiği düşünülürse IMF ile artık bir resmi nikah kıyılmış, kıyılmamış çok bir anlamı yok. IMF programının ana öğeleri IMF’siz bir şekilde zaten yapısal reformlar başlığı altında uygulanmaktadır. Ancak Türkiye’de AKP’nin kendi seçmen tabanına hitap etmesi, bir anlamda da kendi iktidarını perçinlenmesinin sağlanması açısından piyasa koşullarından veya uluslararası sermayenin arzu ettiği hedeflerde sanki “sapıyormuş”, sanki yerli ve milli bir takım çıkarları veya piyasaya karşı sanki haktan, emekten, halktan yana bazı tedbirleri alıyormuş gibi bir medya propagandası ile karşı karşıyayız. Örneğin enflasyonla mücadelede, aslında yapılması gereken iktisadi adımlar aracılığıyla değil, uluslararası terör şebekesi, gıda fiyatları, enerji fiyatları üzerinden bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar diyerek, iktisat mantığına aykırı bir dizi önlemi almaya çalışıyorlar. IMF programından bağımsız olan bir iç siyaset malzemesi bu. Bugün AKP, ekonomi idaresini enflasyonla mücadele veya para politikasının, iktisat biliminin gereklerine göre değil kendi siyasi tabanını ve kendi iktidarını güçlendirmek, koruyabilmek amacıyla panik halinde tamamıyla bir algı operasyonuna göre yürütüyor. Bu algı operasyonunu da sanki IMF’ye karşı halkın çıkarlarını savunuyormuş gibi gösteriyor. Ekonomide yapılması gereken adımlar, iktisat bilimine aykırı olarak yapıldığı için kriz bugün daha da derinleşmiş durumda. Fakat bu atılması gereken adımlar ile yapısal reformlar programı altında sürdürülen süreçler, Türkiye’nin özü itibariyle sermayenin çıkarlarını koruyan, ucuz ithalat cenneti olan, ucuz işçi maliyetleriyle yüksek finansal getiri sağlayan taşeronlaştırılmış bir cennet olması gerçeğini gizlemiyor. O bakımdan nihai olarak söyleyeceğim, Türkiye’de bugün sanki halktan yana IMF’ye karşı halkın çıkarlarını koruyan bir yerli ve milli politika güdülüyormuş söylemi altında bunun tam tersine Türkiye’nin varlıklarının ulusal ve uluslararası sermayeye peşkeş çekildiği, işçi sınıfının haklarının, ücretlerinin kısıtlandığı ve buradan elde edilen rantlarla betonlaştırma, İslamlaştırmaya dayalı bir ekonomik sosyal modelin inşa edildiği bir düzenle karşı karşıyayız.
  • 31 Mart’tan sonra Türkiye’de ekonomide gündelik hayatta zamlar vs. ile çok daha zor bir sürecin başlayacağı söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
Bir adım daha genişleterek buna katılıyorum; aslında bugün Türkiye’nin yaşadığı problemler son bir kaç senedir uygulanan yanlış politikaların sonucu değil. Bu aslında Türkiye’nin bir bütün olarak uyguladığı, uluslararası finans sermayesinin çıkarlarına uygun bir ekonomi olarak koşullandırılmasını sağlayan neoliberal reçetenin genel bir sonucu. Bu reçetede neler vardı? Türkiye’nin öz kaynaklarının özelleştirmeler nedeniyle sosyal fayda değil, ekonomik çıkar ekseninde kısa vadeli, miyopik, kar ekseninde feda edilmesi vardı. Türkiye elindeki çok önemli tarım arazilerini, tarım ürünlerini, enerjide bağımlılığını azaltabilecek rüzgar, güneş, jeotermal gibi çok önemli kaynaklarını ve genel olarak aklını doğrudan doğruya uluslararası sermayenin güdümüne terk etti. Neoliberal proje bütün gelişmekte olan ülkelerde; Latin Amerika’da, Asya’da olduğu gibi Türkiye’ye de giydirildi. Şimdi bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Yerel seçimlerden sonrasına bir dizi sorun ötelenmiş, hasır altı edilmiş durumda. Fakat AKP’nin ekonomi idaresinin elinde öyle bir medya gücü var ki örneğin hakikaten IMF tipi bir program olacaksa öyle bir düzen kurulabilir ki “Biz yerli ve milli bir çıkış stratejisi bir program yapıyoruz, IMF de bize öyle hayran oldu ki biz davet etmediğimiz halde onlar bizi destekliyorlar, bunun sonucunda da IMF bize şu kadar krediyi hibe etti” denerek koşulları örtbas edilebilir. IMF ile beraber ile bir aile fotoğrafı çektirmemiz gerekiyorsa 1 Nisan’dan sonra iktidar onu da yapabilir. Bu da şu anda hasır altı edilmiş sorunların zamana yayılarak sıcak para büyüsüyle Türkiye yüksek faiz, düşük ücretler, düşük döviz kuru, ucuz dolar, yüksek cari işlemler açığı, yüksek ithalat ve bütün bunların bedeli olarak da bu durum; ulusal sanayinin ve tarımın çökmesi ve emekçilerin gelirlerinin bastırılması, sosyal haklarının askıya alınması ile sonuçlanabilir.