Siyasetin kadınlara veremedikleri
Kadınların siyasi alanda mücadelesi yeni başlamadı, yükselen bir ivmeyle devam ediyor. Görünmez olmadan sıyrılmanın hayli zor olduğu siyasi mücadelede kadınları görünür kılmak, en azından bugünkü siyasi partiler kanununun mecbur bıraktığı üzere liderlerinin inisiyatifine terkedilmiş.
Çok sevdiğim bir oyuncunun bir konuşmasına denk geldim geçen gün. “Bu hayat hep almayı öğretiyor” diyordu.” Çocuklarımıza hep ‘almayı ‘öğretiyoruz. En iyi bilgiyi almasını, en yüksek puanı almasını öğretmek gibi… Ama ‘vermek’ ? Hiç bir yerde yok o… Kimse öğretmiyor”.
Belki de onlarca senedir figüranları ve mesajları değişmeyen siyasetin bir türlü bir dengeye oturamamasının, bunca fakirliğe, çöküşe rağmen - iki ileri bir geri- aynı oylarda takılı kalmasının, yine muhalif seçmenin binbir takla atsa da bir türlü gönül bağı kuramadığı altılı masanın usanmadan her gün beklediği, ve fakat günden güne muğlaklaşan (evet, biz beklemeyi seven insanlarız) çıkışı yapamamasının nedeni budur: vermeyi bilmemek. Belki de seçmenin oyunu” almaya” çalışmayı bırakıp oyunu “neyi verebileceği üzerinden kurgulasaydı, o kımıldamayan oy oranlarını değiştirebilirdi. Bilemeyiz.
Ama bildiğimiz bir kaç naçizane şey var. Toplumsal muhalefet, siyasal muhalefetin çok önüne geçti. Hem de uzun zaman önce. Nedeni çok da zor değil aslında; seçmen yaşı gençleştikçe soru sorma , günlük sorunlar içinde değişimin nerede olduğunu da az çok anlamaya çabalıyorlar. Tam bu noktada Bekir Ağırdır, KONDA Araştırma’nın Ben Seçerim Derneği için yürüttüğü “Türkiye’de Kadın Siyasetçi Algısı” araştırmasını çok da doğru bir açıdan yorumladı: “Kadın siyasetçi konusunda toplum çok ciddi bir zihinsel eşiği geçmiş, ama buna eşlik eden kurumlar, kurallar veya aktörler toplumun çok gerisinde duruyor.”
Araştırma sonuçları hiç de toplumsal muhalefeti pek güzel kurguladığını düşünen siyasi partilerin düşündüğü gibi değil. En azından parlamenter de değil, kendi deyimleriyle “güçlendirilmiş” parlamenter sistem vaadininin (seçime 7-8 ay kala) açılımını daha anlatamamış ana muhalefet partisi lideri ve muhtemel cumhurbaşkanı adayının ve böyle karmaşık, zor ve kararsızların çoğunlukta olduğu bir süreçte dahi ayrık sesler çıkartmayı başarabilen altılı masanın düşündüğünden çok farklı. Mesela başörtüsü. Altılı masa ve bu masanın küratörü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başörtüsünün bir sorun olduğunu, dahası müteddeyin kesimin hala esas konusu olduğunu düşünmesi toplumsal muhalefetin ne denli gerisinde olduğunu görmek açısından önemliydi. “Hellalleşme tam da bu” diyerek başörtüsü konusunu, laiklik üzerinden okumak yerine “devletin kanayan yarası” üzerinden okumayı tercih etti Kemal bey. Gördü demiyoruz, tercih etti. Bu aklı kimden aldı bilinmez, ancak iktidarın senelerce muhafazakarlık sembolizmine dönüştürdüğü başörtüsünü “sorun olmaktan” bile görmekten vazgeçtiği bir dönemde, belki de o mahalleden böyle bir şeyler alırım diye seçmenin büyük çoğunluğunu görmezden gelmeyi göze alabildi Kemal Kılıçdaroğlu.
Başka bir deyişle, karanlık bir sokakta yürümekten korkan, boşandığı eşinden aylarca bir kuruş nafaka almadan yaşamak zorunda bırakılan, fiziksel şiddet gördüğü adamdan korunamayan kadınla değil de artık AKP'nin bile üzerinden nemalanmaktan vazgeçtiği başörtüsü ile helalleşmeyi seçti ana muhalefet partisi lideri. “Seçmen, kadın konusundaki zihinsel eşiği çoktan geçti” demiyor boşuna sayın Ağırdır, zira bu açıklamanın biraz öncesinde eylül 2022 tarihinde “Türkiye’de Kadının Siyasetteki Yeri” Araştırması ,Türkiye’de kadınların kendilerini çoğunlukla “inancı” üzerinden değil cinsiyeti üzerinden tanımladığını gösteriyordu. En son 12 sene sorulan soruda ezici çoğunluğa sahip “inancı üzerinden” tanımlama devri kapanmıştı. Konuyu kapatmıştı kadınlar net olarak. Önemli bir eşikti. Sahiciydi.
Devam edelim. Ne diyordu CHP Genel Başkanı? “Devletin açtığı yaralardan biri de başörtüsü mevzusu. Burada bizim de yanlışlarımız oldu geçmişte. Değişmeyi ve öğrenmeyi bildik. Şimdi bir sonraki aşamaya geçme zamanı. Bu meseleyi toplum olarak aşma, geride bırakma zamanı." Enteresandır, CHP‘nin medyada “başörtü” yasası diye kendine yer bulan ve pek çok kesimde tartışma yaratan “kamuda başörtü serbestliğini içeren yasa teklifini” verdiği günlerin hemen öncesinde yayınlandı “Türkiye’de Kadının Siyasetteki Yeri” araştırması. Medyada önemli bir yer tutan bu araştırmada seçmenin (toplumun) 40% I hiç bir partinin kadın erkek eşitliği bakışını beğenmediğini açıkça belirtiyordu. Dahası toplumun yüzde 51’i siyasi parti yöneticilerinin kadın adayları seçilemeyecek yerlerden listeye koyduklarını düşünüyordu. Yani seçmen, siyasi partilerin vermeden aldıklarını görmüştü, tavrını anlatmıştı.
Üstelik bu araştırmanın da gösterdiği, sadece senelerce genel başkanlık değil, sıradan bir ilçede bir iki sene siyaset yapmış birinin de görebileceği üzere başörtüsü tam da bu noktada bir kadın sorunu değil, erkek sorunu olmasıydı. Pardon erkek sorunu da değil, erkin “kim daha muhafazakar “ gösterisinin pek de çaba sarf etmeden gösterme, hiç çabalamadan siyaset oluşturmak kurnazlığı.
Başta belirtmiştik, kadınlar 15 sene sonunda artık kendilerini dini inançlarına göre değil cinsiyetleri üzerinden tanımlıyorlar. Dahası var: Seçmenin önemli çoğunluğu artık (73%) ailesinden bir kadının siyasete girmesine olumlu bakıyor. Tahmin edilenin aksine pek çok muhalif okur-yazar da , başta erkek olanlar tabii, Kılıçdaroğlu’nun devletin yarası olarak tanımladığı “başörtü serbestisi yasa tasarısına karşı duranları, ses çıkaranları “bu soruna karşı duran seküler kadınlar” klişesinden çıkartamadı. Çıkartabilseydi toplumun da kadının da derdini tasasını görebilecekleri analizleri yapabileceklerdi. Onlar da yapamadılar.
Yani bir kez daha olamadı. Çünkü ayırmak ve ayrıştırmak, hiç bir şeyi görmeyip başörtüsünü kadınların esas sorununa indirgemek, iktidarın olduğu kadar muhalefetin de çok iyi öğrendiği bir konu oldu son dönemde. Çok kolaydı çünkü, fazlaca bir kafa yormaya gerek yoktu. Kadın, çokça alanda olduğu gibi meselenin öznesi değil, mesaj elçisi, deyim yerindeyse eşantiyonu olabilirdi. Nitekim Amasra -Bartın da meydana gelen Grizu patlamasını inceleme, hayatını kaybeden işçilerin yakınlarıyla görüşme görevi milletvekili sıraları vermeye kıyamadıkları partili kadınlara verilmişti. Onların görevi görüp ,anlatıp erkek parti üstlerine ve erkek grup başkanvekillerine bilgi verebilmekti. Sahayı kadın bilirdi, siyaseti erkek, öyle mi? Yani kadın verirdi, erkek alır bundan siyaset üreten mekanizmayı oluştururdu.
Hakkını yemeyelim, Kılıçdaroğlu‘nun kadının eşit temsil hakkını kolladığını düşünmemizi istediği zamanlar olmadı değil. Mesela geçen Mart ayında Meclis’e sunduğu ve ilk imzasını attığı “Siyasette eşit temsil kanun teklifi”. Evet yanlış okumadık da, duymadık da; CHP Meclis’te 50% eşit temsil ve fermuar sistemi getiren bir yasa tasarısı hazırlamıştı, üstelik 400 kadın derneğin katkısıyla. Reddedildi, ama CHP liderinin bunu kendi partisinde uygulaması için en ufak bir engel yoktu. Uygulamadı, çünkü “vermek” günümüz Türkiye siyasetinin ve siyasetçisinin bildiğim bir iş değildi.
Oysa az biraz “biz ne yaptık, ne yapmalıyız?” diye düşünseler önlerine kocaman kocaman alanlar çıkacaktı. Misal Kırklareli. CHP’nin kalesi sayılan, seküler seçmenin yoğunlukta olduğu bu güzel şehirde CHP, nasıl olmuşsa olmuş tarihinde tek bir kadın vekil çıkartmamayı başarabilmiş. Örnek, bahsedilen araştırmanın “yüz yüze görüşme” bölümünde 27 yaşında Kırklarelili bir erkek seçmen (evet kadın değil, erkek) CHP’nin -herhalde kanayan yara olmadığı için- bu konuda bir yorum yapmış: “ Fırsat vermiyorlar. Hani milletvekili ne olur, erkek olur. Mesela bizim Kırklareli’nde hiç bayan milletvekili çıkmadı. Ben yani, oy attığımdan beri hiç görmedim. Hiç duymadım. Hep erkek. Yani bırakın kadın milletvekili, aday bile olmadı. Kadının olması lazım yani. Aslında kadının daha fazla bile olması lazım.”
Kadınların siyasi alanda mücadelesi yeni başlamadı, yükselen bir ivmeyle devam ediyor. Görünmez olmadan sıyrılmanın hayli zor olduğu siyasi mücadelede kadınları görünür kılmak, en azından bugünkü siyasi partiler kanununun mecbur bıraktığı üzere liderlerinin inisiyatifine terkedilmiş. Bunu, kadın görünürlüğü konusunu kota yarışıyla açıklayan parti liderlerin tutumunu kenara bırakıp yine araştırmanın ilginç bir verisiyle seçmenin izini sürmeye çalışalım. Türkiye genelinde seçmenin %55'i yani ezici bir çoğunluğu kadınların siyasette görünmemesinin nedenini partilerin tutumuna bağlıyor. Yani siz “başörtüsünü” bir yara retoriğine indirgerken seçmen size bambaşka şeyler söylüyor.
Yazının başına dönersek; vermek demiştik. Sevgili Elif Gökçe Aras, o zihin açıcı yazısında tam da bunu söylüyordu: “Hepimizin ortak dertleri varken ve en çok ekonomi can yakıyorken, herkesin dertlerini çözmeyi vaat ederseniz, yönetebilme ve refahı sağlayabilme konusunda güven verebilirseniz, onlar sizin yanınızda yer almak için kendi bahanelerini kendileri üretirler.”
Yani siyaset, özellikle en kritik dönemeçlerde samimiyetle “vermeyi“ becerdiğinde dönüşüm evresine geçebiliyor. Kısacası seçmenin yarısına ulaşmak derdiniz varsa Ondan ne alabileceğiniz değil, ne verebileceğinizi öğrenin.
Seçimde az biraz iddianız varsa tabii.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
Bursa Adliyesi'ndeki silahlı saldırıda yaralanan jandarma şehit oldu
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Beykoz'da bir polis, 86 yaşındaki ünlü mimarı silahla yaraladı