Loading...
Halk temsil edilenden çok, küçümsenen/öğrenen konumunda bırakılmıştır. Bu seçkinlerin gösterilerini izleye izleye, halk da seçkin olma konusunda kendisini geliştirebilecek ve halktan bazı kişiler gerçekten de seçkinler grubuna yükselebilecektir.Bu burjuva seçkinler, soyluların gösterilerini, kendi gösterileri lehine terk ederler. Etkilemeleri gereken iki farklı grup vardır: kendi seçmenleri olan halk ve parlamentodaki diğer seçkinler. Halk parlamentoda olup bitenlerden tam olarak haberdar olamamakta, bu nedenle vekilleri denetleyememekte, kendi sesini geleneksel medyanın sınırlı vitrininde kendi söylemleriyle duyuramamakta, her şeyiyle kendisine vekalet edenlerin dünyasında yaşamaktadır. Halk adına yönetenler, halk adına yönetenleri eleştirenler, halk adına sanat yapanlar, halk adına kültür üretenler hep halka büyüklenmekte, halkın geride olduğunu düşünmekte ve geri olan halkın ancak kendilerini (seçkinleri) takip ederek kendisini geliştirebileceğini varsaymaktadır. Vekiller, kendi seçmenlerini beğenmemekte, onları küçük görmekte, seçmenlerini, kendileri gibi seçkin olmaya özendirme görevi taşıdıklarını iddia etmektedirler. Kendilerini halktan üstün olmalarıyla tanımlayan bu vekiller, halk için halka rağmen üsluplarıyla, tüm gösterilerini halktan büyük ve önemli olduklarının altını çizecek şekilde ayrışarak gerçekleştirirler. Bu gösteriler, soylularınki kadar halktan kopuk saray adetleri çerçevesinde inşa edilmiş olmasalar ve halka pek çok gönderme yapsalar da, halkın yalnızca ehlileştirilebilir özelliklerini alıp, ehlileştirilemez olduğunu düşündükleri özellikleri dışlarlar. Soylulara oranla daha az olsa da vekalet ettikleri halka büyüklenen siyasi gösterilerdir bunlar. Halk temsil edilenden çok, küçümsenen/öğrenen konumunda bırakılmıştır. Bu seçkinlerin gösterilerini izleye izleye, halk da seçkin olma konusunda kendisini geliştirebilecek ve halktan bazı kişiler gerçekten de seçkinler grubuna yükselebilecektir. Halk, kendi vekilleri olarak parlamentoya gönderdiği bu seçkinlerin ürettiği gösteriye ikna olmuştur. Kendisini vekillerinden düşük görür. Bu yüzden onları doğrudan sorgulamaz, buna yeterince haddi olmadığını düşünür. Seçkinlerin dünyayı daha iyi kavradığına inanır, kendisinin yetersiz olduğu kanaatindedir. Bu yüzden yeterlilik icazetini kendisinden almış olan seçkinlerin gösterilerini satın alarak, kendisini edilgen, yönetilen ve eğitilen olarak kodlar. Seçkinin zihin yapısını anlamaz fakat kendisini onun zihnine ve gösterisine teslim eder. İki dünya savaşı arasında zenginlik üretmeyen sınıfların da siyasete girdikleri ve başarılı oldukları yeni bir dönem açılır. Toprağın sahibi olduğu için tarımsal üretimi sağlayan soyluların, ardından imalat, sanayi, hizmet ve ticaret üreterek gelir yaratan iş insanlarının ardından işçiler ve işsizler de yoğun şekilde siyasette kendilerine yer açarlar. Siyaset sermaye sahiplerinin tekelinden çıkar. İşçilerin ve işsizlerin Marksist bağlamda siyaseti etkilemeleri kadar, anti-Marksist bağlamdaki faşizm çerçevesinde de etki yaratmalarıyla, kitleler, totaliter rejimler bağlamında, siyasetçilerle yeni bir ilişki biçimi üretirler. Bu ilişkide parlamanter sistem reddedilir. Artık halkın temsilcileri parlamentoya gönderdiği seçkinler değildir. Bundan böyle halkın temsilcisi, halkın doğrudan kendisini temsil eden, iyi eğitimli olmayan, halka seçkinlik taslamaktan çok, halkın kendi diliyle ve argümanlarıyla gösteri yapan en azından ortaya koyduğu dilin ve argümanların, halka ait olduğu savıyla gösterisini sunan otoriter liderlerdir.
Artık gösterilerin tümü yine iki dünya savaşı arasında olduğu gibi sıradan insanın diliyle, onun arzuları bağlamında ve onun dünya görüşü çerçevesinde üretilir olur. Dil vulgarlaşır, politik doğruculuk yerini öfke ve nefret söylemlerine bırakır.Özellikle İtalya’da Mussolini ve Almanya’da Hitler bu çerçevede ortaya çıkarlar. Hareketler anti-Marksist olmakla birlikte, sosyalist olduklarını ileri sürerler. Nazi partisinin açılımı, Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi’dir. Parlamentoyu bypass eden bu yeni totaliter düzende, “halkın bağrından çıkmış”, tıpkı halkın geneli gibi iyi eğitim almamış, üniversite okumamış, gelir düzeyi yüksek olmayan, seçkin bir sınıfta yer almayan bir lider/tek adam, halkın sözcük dağarcığıyla konuşmakta, seçkinlere öfke ve nefret duymakta, bu nefretini ulu orta yere boşaltmakta, barış yerine savaşı, uzlaşı yerine baskıyı, üretmek yerine çalmayı/gasp etmeyi, uluslararası işbirliği yerine işgali, Marksizm yerine milliyetçiliği, sınıf kavramları yerine ulusçuluğu/etnik ayrımcılığı/ırkçılığı savunmaktadır. İçte ve dışta düşmanlar yaratmakta, kendisinin tek başına temsil ettiğini iddia ettiği halkın bu düşmanlarca yoksul bırakıldığını, sömürüldüğünü ileri sürmekte ve halkın seçkin olmamakla övünmesi gerektiğini, “sözde seçkinlere” karşı savaş vermesini ileri sürmektedir. Bu siyaset gücünü, halkın bir parçası olabildiği kitlesel gösterilerden alır. Tüm gösteriler maskülen, köşeli, şiddet içeren ve disiplin kokan eylemlerden oluşturulur. Halk bunların hem izleyicisi hem de oyuncusudur. İlk kez kitleler kendileri için gösteri görmekte, bu gösterilerde küçümsenmemekte, aksine onaylanmakta ve övülmektedir. Bu yüzden gösteriler şiddet, kostüm, üniforma, amblemler, öfke, nefret, ezilmişliğin son bulması arzusu gibi göstergelerle ve duygularla sarmalanmışlardır. Faşizmin ve Nazizmin dünyada yarattığı felaketler sonrasında seçkinler bir kez daha atanmışlar lehine sistemi revize ederler ve liberal demokrasiyi daha güçlü bir şekilde dolaşıma sokarlar. Hatta 1991 sonunda Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte 90’lar dünyanın her açıdan liberalleştiği bir dönem olur. Tüm siyasi gösteriler, liberalliğin gerektirdiği biçimlere evrilirler. Politik doğruculuk bu dönemde güç kazanır. Akil insanlar, seçkinler, parlamentodaki vekiller, eğitimli kanaat önderleri, sermayedarlar yeniden toplumun önde gelenleri ve siyasetin yıldızların haline gelirler. Fakat 2000’lerle birlikte, sistem yeniden iki dünya savaşı arasında olduğu gibi sıradan seçmenin sesinin daha çok çıktığı iktidarların yükselişe geçişine tanık olur. Artık internet sayesinde kitleler yalnızca parlamentoya siyasetçi yollamakla kalmazlar, aynı zamanda kendi görüşlerini, siyasi düşüncelerini, taleplerini, yorumlarını anında kitleler önünde paylaşma gücüne erişirler. Bu güç, daha önce kitlelere hiç verilmemiş bir imtiyazdır. Sosyal medyadanın getirdiği bu yenilik, seçmen ve seçilenler arasındaki ilişkiyi daha önceki tüm ilişkilerden farklı bir noktaya getirir. Bu yüzden siyasetçilerin gösterileri de yeniden biçim değiştirir. Artık gösterilerin tümü yine iki dünya savaşı arasında olduğu gibi sıradan insanın diliyle, onun arzuları bağlamında ve onun dünya görüşü çerçevesinde üretilir olur. Dil vulgarlaşır, politik doğruculuk yerini öfke ve nefret söylemlerine bırakır. Siyasetçiler arasındaki çekişmeler nezaket, kaliteli argüman, entelektüel çıkarımlar çerçevesinde gerçekleşmeyi terk eder. Bunun yerini hakaretler, efelenmeler, birbirini aşağılamalar, birbirini gerektiğinde dövüşmeye çağırmalar hatta bizzat parlamentonun içinde birbirine yumruk yumruğa saldırmalar alır. Gösterilerin alımlayıcısı olan geniş kitleler hangi davranışlarda kendilerini temsil edilmiş hissediyorlarsa, hangi gösterilerde mertlik, dürüstlük, adillik, hak yemezlik, fedakârlık, güçlülük, yenilmezlik, cesurluk ve haklılık gibi kavramlarının somutlaştırıldığını düşünüyorlarsa, o gösterileri yapan siyasetçilere oy verme eğilimi gösteriyorlar. Bu yüzden de bizim dönemimizin siyasetçileri alabildiğince bu gösterilere yöneliyorlar. Başka siyasetçileri, halkları, ülkeleri aşağılamak, her fırsatta ötekileştirmek, hakaretler yağdırmak, şiddete eğilim göstermek, şiddet uygulamak, tehdit etmek, karşısındakileri argümanlarla değil, barbarlıkla, fiziksel güçle ezmek. Siyaset bir gösteridir. Gösteri her alımlayıcıda farklı somutlaştığından, temsilciler, hangi alımlayıcının siyasette karar mercii olduğunu düşünürlerse, o merciinin manevi dünyasına yönelik gösterileri sahneliyorlar. 2000’lerin siyaset dünyası da bu nedenle en geniş kitlelerin manevi dünyasıyla eşlenmiş durumda: maskülen, şovenist, seksist, milliyetçi, dışlayıcı, rasyonaliteye ya da kanıtlara bakmaksızın kendi taraftarını övüp, karşı tarafı yeren, kutuplaştırıcı, anti seçkinci.