Azmat Khan Vaat edilen, her şeyi gören insansız hava araçları ve hassas bombalar tarafından yürütülen bir savaştı. Belgelerin ortaya koyduğu şey ise kusurlu istihbarat, hatalı hedef tespiti, yıllarca süren sivil ölümleri ve hesap verme sorumluluğunun yetersizliği. 19 Temmuz 2016 sabahı saat 3’ten biraz önce Amerikan Özel Harekât kuvvetleri Suriye’nin kuzeyindeki Tokhar köyünün eteklerinde IŞİD “toplama alanı” olduğuna inandıkları üç yeri bombaladı. 85 teröristin öldürüldüğünü bildirdiler. Vurdukları yer aslında çiftçilerin, ailelerinin ve yerel halkın geceleri bomba ve silah seslerinden korunmak için sığındıkları, cephe hattından uzaktaki evlerdi. 120’den fazla köylü öldürüldü. 2017’nin başlarında Irak’ta bir Amerikan savaş uçağı, Batı Musul’un Wadi Hajar mahallesinde bir kavşakta bekleyen, bomba yüklü olduğuna inanılan koyu renkli bir aracı vurdu. Arabada bomba değil, mahalledeki çatışmalardan kaçan Majid Mahmoud Ahmed adında bir vatandaş, eşi ve iki çocuğu vardı. Onlar ve diğer üç sivil öldürüldü. Kasım 2015’te bir adamın “ne olduğu bilinmeyen ağır bir nesneyi” IŞİD’in “savunma mevkiine” sürüklediğini gözlemleyen Amerikan kuvvetleri Irak’ın Ramadi kentinde bir binayı vurdu. Askeri inceleme sonrasında nesnenin aslında saldırıda ölen “kısa boylu bir kişi” –bir çocuk– olduğu anlaşıldı. Bu ölümcül hataların hiçbiri haksız fiil olarak nitelendirilmedi. Bu vakalar, 2014’ten bu yana Orta Doğu’da yürütülen Amerikan hava savaşına dair kayıtların yer aldığı gizli bir Pentagon arşivinden alınmıştır. The New York Times’ın ulaştığı bu belgeler –1300’ü aşkın sivil zayiat raporuna ilişkin ordunun kendi gizli değerlendirmeleri–, hava savaşının son derece kusurlu bir istihbarata, acele ve çoğu zaman kesin olmayan hedef belirlemeye dayandığını ve çoğu çocuk binlerce sivilin ölümüne sebep olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu, Amerikan hükümetinin lanse ettiği, her şeyi gören insansız hava araçları ve hassas bombalarla yürütülen savaş imajıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Belgeler ayrıca, Pentagon’un sivil kayıpları incelemeye yönelik son derece düzenli bir sisteme sahip olmasına rağmen şeffaflık ve hesap verebilirlik taahhütlerinin yerini opaklık ve cezasızlığın aldığını gösteriyor. Değerlendirmelerin kamuoyuna açıklandığı sadece birkaç vaka var ve bunların hiçbirinde haksız fiil veya cezai yaptırım bulunmuyor. Taziye ödemesi yapılan kişi sayısı bir düzineden daha az ve hayatta kalanların çoğu pahalı tıbbi bakım gerektiren bedensel engellere sahip. Hava harekâtı, Obama iktidarının son yıllarında 6.000’den fazla Amerikan askerinin katıldığı durmaksızın süren savaşlardaki temel bir dönüşümü temsil ediyor. Birleşik Devletler karadaki birliklerinin çoğunu genellikle savaş alanından binlerce kilometre uzaktaki bilgisayarların başında oturan kontrolörler tarafından yönetilen bir uçak cephaneliği ile değiştirdi. Başkan Barack Obama bunu “tarihin en kusursuz hava harekâtı” olarak nitelendirdi. Vaat edilen şey şuydu: Amerika’nın “olağanüstü teknolojisi”, ordunun yanlış kişilere zarar vermemek için mümkün olan en büyük özeni göstererek doğru insanları öldürmesine olanak sağlayacaktı. IŞİD en nihayetinde Amerikan bombardımanının ağırlığı altında çöktü. Amerikan hava gücü kuşatma altındaki Afgan hükümetinin hayatta kalması açısından çok önemliydi. Ve savaşta hayatını kaybeden ABD askerlerinin sayısı azaldıkça, uzaklardaki savaşlar ve sivil kayıplar çoğu Amerikalının gözünden ve zihninden uzaklaştı. Zaman zaman sessizliği delen çarpıcı ifşaatlar ortaya çıktı. The Times’ın yaptığı bir araştırma, Ağustos ayında Kabil’e yapılan bir insansız hava aracı saldırısının bir Afgan ailesinden 10 kişiyi öldürdüğünü ortaya çıkardı; Amerikalı yetkililerse bomba yüklü bir aracı imha ettiklerini söylemişti. The Times geçtiğimiz günlerde, Suriye’de ordunun kamuoyundan gizlediği 2019 tarihli bir bombalama saldırısında düzinelerce sivilin öldürüldüğünü bildirdi. Bu eylem emrini veren Talon Anvil adlı çok gizli bir saldırı hücresiydi ve burada görev yapan insanların açıklamalarına göre sivilleri korumaya yönelik prosedürlerden sıklıkla kaçınılıyordu. Suriye’de IŞİD’e karşı yürütülen hava savaşının önemli bir bölümünü gerçekleştiren Talon Anvil’di. Pentagon sivil zayiat olaylarının çok küçük bir kısmını açıklıyor. Kısa süre önce 2019 Suriye hava saldırısının üst düzey bir soruşturmaya tabi tutulmasını emretti. Ancak başarısızlıkların alenen kabul edildiği ender durumlarda bunlar talihsiz, kaçınılmaz ve istisnai olarak nitelendirilme eğilimindeler. ABD Merkez Komutanlığı sözcüsü Yüzbaşı Bill Urban The Times’ın sorularına yanıt olarak “Dünyanın en iyi teknolojisiyle bile, ister eksik bilgi ister mevcut bilgilerin yanlış yorumlanması dolayısıyla olsun, hatalar olabilir. Biz de bu hatalardan ders çıkarmaya çalışıyoruz”, dedi, ve ekledi: “Bu tür zararlardan kaçınmak için özenle çalışıyoruz. Masum can kayıplarından ötürü üzgünüz.” Urban’a göre sivillere zarar verme riskini en aza indirmek, “yasal ve ahlaki bir zorunluluk olduğu kadar stratejik bir zorunluluk”tu, çünkü sivil kayıplar “11 Eylül sonrası çatışmalarda düşmanlarımız tarafından ideolojik nefreti beslemek için kullanılacak ve gelecek nesilden şiddet yanlısı aşırıların örgütlere katılımını hızlandıracaktır.” Ancak gizli belgelerin gösterdiği şey, sivillerin kötü giden bir savaşta sürekli olarak hayatını kaybettiğidir. Bunun sebebini anlamak için The Times, askeri yetkililerin yapmadıklarını kabul ettikleri şeyi yaptı: başarısız istihbarat, karar alma ve uygulama kalıplarını kavrayabilmek için zayiat değerlendirmelerini toplu olarak analiz etti. Ayrıca sivil kayıpların yaşandığı 100’den fazla bölgeyi ziyaret etti; hayatta kalanlarla ve mevcut ve eski Amerikalı yetkililerle görüştü. Önümüzdeki günlerde bu yazı dizisinin ikinci bölümü Irak ve Suriye’nin savaş bölgelerine yapılan bu yolculukları konu edecek. The Times’ın analizi, hava savaşına yönelik soruşturma ve yasal takibatın nasıl yapıldığına ve sivil kayıplara dair en kapsamlı ve aynı zamanda en ayrıntılı incelemeyi sunuyor. Sivil kayıpların sayısını tam olarak belirlemenin bir yolu yok, ancak kesin olan bir şey var: bu sayı Pentagon’un kabul ettiğinden çok daha fazla. Ordunun hesaplarına göre Irak ve Suriye’de IŞİD’e yönelik düzenlenen hava saldırılarında 1.417 sivil öldü; Afganistan’da 2018’den bu yana ABD hava operasyonları en az 188 sivili öldürdü. Ancak The Times’ın belgelere ilişkin analizi, sivil kayıplarla ilgili birçok iddianın yetersiz bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu ortaya koydu. Afganistan’da reddedilen vakalardan, “güvenilir” görülen vakalardan ve Pentagon belgelerinin içinde yer almayan vakalardan oluşan bir örneklemi içeren saha raporu, yüzlerce ölümün görmezden gelindiğini tespit etti. Hassas savaşta sivillerin ölmeyeceği vaat edilmemişti. Ancak bir saldırı onaylanmadan önce ordu sivil zararı tahmin etmek ve önlemek için ayrıntılı protokoller yapmalıdır; beklenen herhangi bir sivil kayıp, kazanılan askeri avantajla orantılı olmalıdır. Ve Amerika’nın hassas bombaları gerçekten de hassastır: hedeflerini neredeyse kusursuz biçimde vururlar. Sivil Zayiat Dosyaları Belgeler ve The Times’ın saha raporları ordunun sivillerin karşı karşıya olduğu tehlikelerle ilgili tahminlerinin yanlış olduğunu çoğunlukla yıkıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bunlardan nadiren ders çıkarılıyor ve istihbarat ve gözetim hataları tekrar tekrar yaşanıyor. Belgeler sürekli olarak psikolojik bir fenomen olan “doğrulama yanlılığı”na –bilgileri önceden var olan bir inancı doğrulayacak şekilde arama ve yorumlama eğilimi– işaret ediyor. Bombalama alanına doğru hareket eden insanların sivil kurtarma görevlileri değil, IŞİD savaşçıları olduğu varsayılıyor. Yaklaşan bir saldırının “belirtisi” olan ve “düzen içinde” hareket eden motosikletli adamlar, sadece motosikletli adamlardı. Sivillere yönelik tehlike çoğu zaman Amerikan askerleri ile yerel halkı ayıran kültürel uçurumda kayboluyor. Aileler Ramazan ayında uyurken, yaz ortasındaki bunaltıcı sıcak yüzünden içerilere sığınırken veya çatışmalar şiddetlendiğinde korunmak için tek bir evde toplanırken “sivil varlık” tespit edilmiyor. Çoğu durumda siviller güvenlik kameralarında görülebiliyordu, ancak varlıkları ya analistler tarafından fark edilmiyordu ya da saldırı öncesi haberleşmelerde bildirilmiyordu. Bazı sohbet kayıtlarında ortaya çıktığı üzere, görünürde IŞİD’lilerle dolu bir bölgeye ateş açmanın sevincini yaşayan askerler video oyunu oynuyormuş gibi ses çıkarıyorlar; bölgedeki çocukları görmüyorlar. Askeri sözcü Yüzbaşı Urban, “Hedef belirleyen askerlerin tehditle karşı karşıya olduğu ve zaman lüksüne sahip olmadığı birçok savaş durumunda, savaş sisi, trajik bir şekilde sivillere zarar veren kararlara yol açabilir” şeklinde bir açıklama yaptı. Pentagon, 2016 yılında Musul’da bir arabayı hedef alan bir bombanın üç arabaya isabet etmesiyle üç sivilin nasıl öldürüldüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu hatanın nedeni kısmen, saldırıyı onaylayan askeri yetkilinin daha hassas silahları diğer yakın saldırılara saklamaya karar vermesiydi. Ancak The Times’ın belgelere ilişkin analizi ve saha raporları, önceden planlanmış hava saldırılarında sivillerin sıklıkla öldürüldüğünü gösterdi. Askeri yetkililer genellikle “ufuk ötesi” uzun menzilli gözetleme yeteneklerinden bahsederler. Ancak belgeler, istihbarata rehberlik eden video görüntülerinin kalitesi ve sayısındaki eksiklikleri tekrar tekrar ortaya koyuyor. Bazen bir saldırıdan önce sivillerin varlığını değerlendirmek için neredeyse hiç yeterli olmayan, yalnızca birkaç saniyelik görüntüler alınıyor. Havadan çekilen videolar genellikle binaların içindeki insanları, yeşilliklerin altındaki insanları, arabaları ve pazar tezgâhlarını güneşten koruyan “kuamaria” olarak bilinen alüminyum veya branda örtülerinin altındaki insanları göstermiyor. Ordunun güvenilir bulduğu vakaların yarısından fazlasında bir silah ateşlendikten sonra hedef bölgeye giren bir veya iki sivil öldürülüyor. Yetkililer genellikle bunları korkunç ama kaçınılmaz kazalar olarak tanımlıyor. Ancak ölümlerin birçoğu ilave tedbirlerle (gözetleme kamerasının görüş alanını genişletmek veya daha fazla insansız hava aracı konuşlandırmak gibi) önlenebilirdi; ne var ki ölümler azalmadan devam etti. Ve bazen, belgelerde belirtilen nedenlerden dolayı silahlar hedefi ıskalar. Nisan 2016’da ordu Doğu Musul’daki bir eve düzenlediği saldırıda ünlü Avustralyalı IŞİD üyesi Neil Prakash’ı öldürdüğünü bildirdi. Aylar sonra Prakash oldukça canlı bir şekilde Suriye’den Türkiye’ye geçerken tutuklandı. Pentagon’a göre söz konusu saldırıda dört sivil öldü. Ancak bu korkunç bedellere rağmen ordunun sivil kayıpları inceleme sisteminin, suçu inceleme aracı olarak işlev gördüğü durumlar nadirdir. Kayıtlar herhangi bir haksız fiil veya disiplin cezası bulgusu içermiyor. Yalnızca bir vakada savaş kurallarının “olası ihlali” tespit edildi ve bu, hedef belirleme prosedüründeki ihlalden kaynaklandı. Güvenilir delillerin mevcut olduğu vakaların yüzde 12’sinden azında tam soruşturma istendi. Çoğu durumda bir saldırıyı onaylayan komutanlık onu incelemekten de sorumluydu. Ve bu incelemeler genellikle yanlış veya eksik kanıtlara dayanıyordu. Askeri yetkililer yalnızca iki vakada hayatta kalanlarla veya tanıklarla görüştü. Sivil ölüm raporları düzenli olarak reddedildi çünkü video enkazda hiç ceset göstermedi, ancak görüntüler genellikle gerçek bir tespite olanak tanımayacak kadar kısaydı. The Times’a verdiği yanıtta Yüzbaşı Urban, “Eldeki en iyi bilgilere dayanan ve görev gerekliliklerine uygun olarak yapılan bir saldırıda sivil kayıplarla sonuçlanan istenmeyen bir hata kendi başına bir disiplin cezası nedeni değildir. Silahlı çatışma hukukunda bu şekilde belirtiliyor”, dedi. 2018’de Genelkurmay Başkanlığı ve Ulusal Savunma Üniversitesi sivil ölümler hakkında bir araştırma yaptı ve Amerikalı yetkililer bu sayede hataların temel nedenleri ve kalıpları hakkında belge edinme fırsatı buldu. Ancak belgeleri toplu biçimde incelemeye çalışan araştırmacılardan biri, The Times’a, bulgularının neredeyse tamamının rapordan çıkarıldığını söyledi. Hava harekâtıyla ilgili yapılan diğer üst düzey çalışmalar hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı. En nihayetinde, 5.400 sayfayı aşkın kayıttan ortaya çıkan şey, kaçınılmaz sivil kayıpların kurumsal olarak kabul edilmesidir. Ordunun mantığına göre bir saldırı siviller için ölümcül olsa da komuta zincirine uygun şekilde kararlaştırıldığı ve onaylandığı sürece kabul edilebilirdir –yani askeri kazancın sivil tehlikeye oranı değerlendirilir–. 2018 araştırmasına yönelik yaptığı analiz reddedilen eski Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı danışmanı Lawrence Lewis, bir röportajda, ordunun teknolojik hünerinin ve bunun nasıl kullanıldığını değerlendirmeye yönelik tasarlanan son derece bürokratikleştirilmiş sistemin aslında dile getirilmeyen bir amaca hizmet edebileceğini söyledi: daha büyük riskleri kapsayacak daha geniş bir yasal ve ahlaki alan. Lewis “Artık şehirlerde saldırılar yapabiliriz, çünkü Hellfire füzelerimiz ve bıçaklı süslü şeylerimiz var” dedi. “Bütün bu kapasiteleri geliştiriyoruz, ancak bunları sivillere yönelik riskleri azaltmak için değil, sadece daha önce yapamadığımız saldırıları yapabilmek için kullanıyoruz.” Hassaslık Vaadi Yeni savaş yöntemi 2009’da Amerikan birliklerinin Afganistan’a akın etmesinin ardından meyvelerini verdi; bu, ülkeye kısmen istikrar getirdi ancak savaşı asla tersine çevirmedi. 2014’ün sonunda NATO’nun misyonu da sona erdiğinde Başkan Obama Amerika’nın kara savaşının bittiğini ilan etti. Bundan böyle ABD, Taliban’a karşı savaşan Afgan güçlerine hava desteği ve tavsiye sağlayacaktı. Yaklaşık olarak aynı zamanda, IŞİD militanları Musul’a hızlıca yayılıp Sincar Dağı’nda binlerce Ezidi Kürdü katlettiği sırada, Bay Obama, Irak ve Suriye’deki müttefik güçleri desteklemek için IŞİD hedeflerine karşı yapılacak bir hava saldırısına onay verdi. Silahlar neredeyse hiç test edilmemişti. Giderek daha sofistike hale gelen bu yüksek teknolojili cephanelik, 1991 Basra Körfezi savaşında, NATO’nun 1999 Balkanlar harekâtında ve daha yakın zamanda Yemen ve Somali’de başarı açısından kritik öneme sahipti. Ortadoğu’daki savaşlar sırasında lazer güdümlü Hellfire füzeleri ile donatılmış MQ-9 Reaper insansız hava aracı, tercih edilen gözetleme ve saldırı aracı haline gelmişti. İzleyen beş yıl boyunca giderek artan bir hızla ve Bay Obama’nın iktidarının Donald J. Trump tarafından devralınmasıyla Amerikan kuvvetleri Irak, Suriye ve Afganistan’da 50.000’den fazla hava saldırısı gerçekleştirecekti. Bu saldırılar “ayırt edici”, “orantılı” ve silahlı çatışma hukukuna uygun olduğu için methedilen sıkı bir onay sürecinden geçmişlerdi. Bunlar şimdiye kadarki en hassas hava harekâtı olmakla kalmayacak; ayrıca en şeffafı da olacaktı. Bu söze dair tek resmi kayıt gizli Pentagon belgelerindedir. Bunlar, Mart 2017’de başlayan Bilgi Edinme Özgürlüğü talepleri ve Savunma Bakanlığı ile ABD Merkez Komutanlığı aleyhine açılan davalar yoluyla elde edildiler. The Times Eylül 2014 ile Ocak 2018 arasında Irak ve Suriye’de gerçekleştirilen hava saldırılarını ele alan –güvenilirlik değerlendirmeleri olarak biliniyor– en az 2.866 rapordan 1.311’ine ulaşabildi. Afganistan’daki saldırılara dair belge talepleriyse yeni bir davanın konusu. Her bir rapor, olası bir sivil ölüm olayının ordu tarafından tespit edilmesiyle veya daha yaygın olarak, bir sivil toplum kuruluşu, bir haber kuruluşu veya sosyal medya gibi bir dış kaynak tarafından gündeme getirilmesiyle başlayan bir inceleme sürecinin ürünüdür. Değerlendirme uzmanları iddiaları iki kategoride sınıflandırır. Hava saldırısının sivil kayıplara yol açmış olma ihtimalinin “olmama ihtimalinden daha yüksek” olduğu düşünülen bir vaka “güvenilir”dir. The Times’ın incelediği raporlarda 216 vaka güvenilir bulundu. “Güvenilir olmayan” vakalar bu standardı karşılamaz, bunun nedeni genellikle söz konusu yer ve zamanda bir saldırı kaydı olmaması veya mevcut kanıtların yetersiz veya zayıf görülmesidir. 2014’ün sonlarına ait bu değerlendirmelerin bugüne değin 20’den azı kamuoyuna açıklandı. 2016 sonu ile geçtiğimiz Haziran arasında The Times ordunun değerlendirmelerini değerlendirmek için Irak ve Suriye’de güvenilir kabul edilen 60 olayın yanı sıra, güvenilir kabul edilmeyen ya da henüz değerlendirilmemiş olan 36 başka olayı inceledi. (Afganistan’daki onlarca saldırı bölgesini de ziyaret etti.) 35 güvenilir vakada kesin etki alanını tespit etmek ve hayatta kalanlarla tanıklara ulaşmak mümkün oldu. Hazırlanan rapor; enkazı, fotoğraf ve video kanıtlarını, ve ölüm belgeleri, resmi kimlikler ve hastane kayıtları aracılığıyla kayıpların doğrulanmasını içeriyordu. Raporlar genellikle belgelerdeki temel bilgilerle yakından eşleşiyordu. Ancak en sonunda moloz zemine bakılarak yapılan ayrıntılı hesaplamalar havadan yapılan değerlendirmelerle genellikle taban tabana zıttı. Oyun Zamanı IŞİD’e karşı savaş, çoğu hava saldırısının yönlendirildiği ve kontrol edildiği uzak operasyon merkezleri olan “saldırı hücrelerinin” ortaya çıkışının habercisiydi. Bu savaş odaları; pilotlar, sensör operatörleri, istihbarat uzmanları, kara kuvvetleri, silahlanma uzmanları, sivil kazazedeleri azaltma analistleri, avukatlar, hatta hava durumu görevlileri gibi sayısız oyuncuyla sinerji oluşturdu. Saldırı hücreleriyle iftihar ediliyordu çünkü video yayınları ve gözetleme uçakları ile savaş alanında neler olup bittiğini kendileri oradaymışçasına anlayabileceklerdi. Savaş yoğunlaştıkça ve kara komutanları saldırı çağrısı yapma yönünde daha fazla yetki kazandıkça hücreler genişledi ve müttefiklerle birlikte savaş alanına giden Amerikalı sayısı azaldı. Hücreler o kadar başarılı görüldü ki Afganistan’a da taşındılar. Ve Trump yönetimi Taliban’ı anlaşmaya zorlamaya çalışırken hava saldırıları konusunda karar verme yetkisi komuta zincirinin daha aşağılarına itildi. Hücreler, hava harekâtının ezici bir çoğunluğunu oluşturan, savaşın akışı içinde dakikalar veya saatler içinde tanımlanıp uygulanan “dinamik saldırılar” gerçekleştirdi. Önceden planlanmış –kapsamlı bir şekilde incelenen, genellikle haftalar veya aylar boyunca kameraya alınan ve birkaç çalışma grubu tarafından analiz edilen– “düşünülmüş” saldırılar zamanla azaldı. Her iki senaryoda da hedefleme süreci temelde iki soruya indirgendi: Varsayılan düşman hedefi kesin olarak tespit edilebilir mi? Ve silahlı çatışma yasasına uygun olarak sivillere verilen herhangi bir zarar orantılı mı olacak yoksa “beklenen askeri avantajı” aşacak mı? Pozitif tanıma için saldırı onayını verecek olan görevlinin hedefin düşman açısından bir işlev gördüğüne dair “makul bir kesinliğe” ihtiyacı vardı. Bu şartı sağlamanın nispeten kolay olduğu durumlar vardı: hedefin doğrudan dost güçlere ateş eden biri olması gibi. Ancak şüpheli bir IŞİD karargâhı gibi daha belirsiz bir hedef, daha fazla gözetim gerektiriyordu. Orantılılığı belirlemek için analistler hedefin münhasıran düşman tarafından mı yoksa siviller tarafından da mı kullanıldığını ve ardından sivillerin “yaşam biçimini” değerlendirir. Sonunda, kaç sivilin ölmesinin veya yaralanmasının muhtemel olduğunu hesaplar. Düşünülmüş saldırılar için bu genellikle kapsamlı bir “ikincil hasar tahminini”, yani beklenen sivil zayiat sayısının bir dizi faktöre –yaşam biçimi, nüfus yoğunluğu, kullanılan silah, hedeflenen yapı– dayalı olarak bilgisayar tarafından hesaplanmasını gerektirir. Saldırıyı onaylayan görevli bu tahmini yakınlardaki patlayıcı maddelerden kaynaklanan ikincil patlama potansiyeli gibi diğer faktörlerle birlikte değerlendirir. Dinamik vuruşlar için süreç büyük ölçüde kısaltılabilir. Özellikle dost güçlere yönelik bir tehdit veya başka bir aciliyet söz konusu olduğunda saldırı hücrelerinin bir video akışının anlık değerlendirmesine güvenme olasılığı yüksektir. Her iki durumda da ordunun sivil zararı azaltmak için bu hesaplamalara dayanarak “uygun önlemler” alması gerekiyordu. Birinin yanlış zamanda yanlış yerde olma olasılığı ne kadar yüksekse, önlemler o kadar yoğun olmalıdır: örneğin patlama yarıçapını sınırlamak için daha hassas silahlar konuşlandırılmalı veya saldırı tahminlere göre en az sivilin bulunduğu zaman yapılmalıdır. Ordu, orantılı olanın kesin bir tanımını sunmaz. Beklenen sivil kayıplar bu belirlemeyi yapan görevli saldırının orantılı olduğuna makul ölçüde inanıyorsa ve saldırı “savaş dışı sınır değeri”ni aşmıyorsa orantılı kabul edilir. Yetkililerin söylediğine göre aksi takdirde hedeften vazgeçilir. Son resmi adım yasal incelemedir. Ancak sivilleri koruma çabaları silahın ateşlenmesinden birkaç dakika öncesine kadar devam edebilir. Pilotlar kokpitten bir silahın nasıl patlatılacağını –çarpma anında mı yoksa gecikmeli bir kapsülle mi– seçebilirler. Veya örneğin, hedef bölgeye giren bir sivil tespit edilirse “iptal” diyebilirler. Doğru koşullar altında bu süreç bir evin düşman savaşçılarla dolu bölümünü yok edecek ve binanın geri kalanını sağlam bırakacak kadar hassas bir saldırıyla sonuçlanabilir. 12 Ocak 2017’de Irak güçleri Kusay Saad’ın Doğu Musul’daki evine yaklaşırken IŞİD Saad ailesini hâlâ kendi kontrolü altında olan bir bölgeye taşınmaya zorladı. Aile, Saad’ın kardeşinin Faisaliye’deki terk edilmiş evine sığındı. Silah sesleri ve patlamalarla dolu gece boyunca Bay Saad, eşi Zuhour’la üç çocuğunu yatıştırmaya çalıştı ve Irak güçlerinin onlara ulaşması için dua etti. Daha sonra IŞİD onlara diğer iki aileyle birlikte yan taraftaki terk edilmiş bir okula taşınmalarını emretti. 13 Ocak 2017’deki sohbet kayıtlarına göre ABD tarafından izlenen bina buydu. Saad ailesi kahvaltıya otururken ilk hava saldırısı gerçekleşti. Bay Saad, kafasına düşen beton blokları ve karısının çığlıklarını hatırlıyor. Diğer ailelerin birinden bir adam blokları kaldırıyor, 14 aylık kızı Aisha’yı enkazdan hızla kurtarıyor ve Saad’ın karısına veriyor. İkinci saldırı tam da 7 yaşındaki oğlu Muhammed’i kurtarmak için döndüğü sırada başlıyor. Saad’ın anlattıklarına göre “Saldırı inanılmazdı, üç katlı bir evin tamamı yok oldu”. Başka bir aileden üç kişi kaçmayı başardı. Bay Saad, karısını, 4 yaşındaki oğulları Abdulrahman’ı ve Aisha’yı bulamadı. Ama Muhammed yaşıyordu, bacağı yaralanmıştı. Kafasından kan gelen Bay Saad çocuğunu aldı ve kaçtı. Cesetleri bulabilmesi için iki ay geçmesi gerekecekti. Irak hükümeti hiçbir yardım teklifinde bulunmadı. Dolayısıyla aile enkazı kazmak için para ödedi. Bay Saad, karısının ve en küçük iki çocuğunun dışarı çıkarılmasını izledi. Aisha’nın başı yoktu ama küçücük bedeni annesinin kollarındaydı. Evlerinden çok uzakta olmayan bir yere gömüldüler. “Bazen”, dedi Saad’ın erkek kardeşi, “gecelerini mezarlıkta geçiriyor”. Geçen ay, The Times Saad’a ordunun olaya dair bulgularını anlattı. Orduya göre olay şöyle gerçekleşmişti: Hedef, dört IŞİD savaşçısını barındırdığı düşünülen bir binaydı. Görüntülerin gözden geçirilmesi, “silah arızası” nedeniyle binayı yalnızca kısmen çökerten ilk saldırının ardından binanın merkezinde dört yetişkin ve dört çocuğun hareket ettiğinin görülebildiğini ortaya çıkardı. Bina tekrar vuruldu ve bu sefer tamamen çöktü. Daha sonra üç kişi görüldü. Saldırı timi çevrede herhangi bir sivil olduğunu bildirmedi ve insansız hava aracının açısı nedeniyle ilk saldırıdan sonra binadaki sekiz kişinin görüntüsü “gizlendi”. Binada IŞİD’li olduğu iddiası güvenilir kabul edildi, sekiz sivil öldürüldü, ancak daha ileri bir soruşturma yapılması emri verilmedi. Belgeye göre saldırıda ayrıca sekiz “düşman” öldürülmüştü. Ordunun bulgularını duyduğunda Bay Saad bu kadar zengin bilgiye sahip bir ordunun onları görememesini, ya da hiç görmediği IŞİD’lilerin takibinin ailelerle dolu bir binayı yerle bir etmeyi nasıl haklı çıkarabileceğini anlayamadı. “Buraya gelip kendi gözleriyle görmeleri gerekiyor” dedi ve ekledi, “Olan şey kurtuluş değil, insanlığın yıkımıydı.” ( https://www.nytimes.com/interactive/2021/12/18/us/airstrikes-pentagon-records-civilian-deaths.html?smid=tw-share adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevrilmiştir.)