“Gazetecilikte gerçeği söylemek ve şeytanı utandırmaktan daha yüksek bir yasa olamaz” – Walter Lippman Başlıkta gördüğünüz “simidimiz ve hürriyetimiz…” İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinden 10 Ocak 1961’de Vilayet binasına yürüyen prostetoculardan birinin pankartında yazan yazı olarak biliniyor. Girişten de anlayacağınız üzere, bu haftaki konumuz 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü… Bu kısma geçmeden önce, Dokuz Patron Olayına bakarken 10 Ocak’ın nereden ortaya çıktığına bir bakalım. En son olarak da özellikle 2021 yılının sonra “gazeteciliğe” ilişkin raporlara ufak bir göz atmakta yarar var. “Simidimiz ve hürriyetimiz” yazılı pankartında yer aladığı sessiz yürüyüşte, tarihe “Dokuz Patron Olayı” diye geçen gazete sahiplerinin yayın durdurma kararı protesto ediliyordu. Gazeteciler bununla da kalmadı. Kendilerine ek hak ve güvenceler sağlayan 212 sayılı yasayı kaldırtmak için patronların yayınını durdurduğu dokuz gazeteye alternatif olarak, büyük bir dayanışmayla Basın gazetesini çıkarıp halkı habersiz bırakmadılar. Ancak aynı dönemde, basın özgürlüğü için olumsuz etkileri günümüzde görülen Basın İlan Kurumu da Abdi İpekçi gibi gazetecilerin uyarılarına rağmen kurulmuştu. BABIALİ’DE DOKUZ PATRON OLAYI Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi normal şartlarda bu bölümde okuyacağınız yazılar genel olarak yoruma ve analize dayalı yazılar olacak. Ancak bu sefer, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne ilişkin kaynak alabileceğimiz Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden Hasan Üstün’ün, Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın danışmanlığında 2000 yılında yayımladığı “Babıali’de Dokuz Patron Olayı” başlıklı tezinden bazı bölümleri direkt olarak sizlerle paylaşmak istiyorum: İktidara geldikten sonra basınla flört dönemi fazla uzun sürmeyen Menderes hükûmeti, 1956’da, ‘Basın yoluyla ve Radyo ile işlenen suçlar kanunu’nun kapsamını genişletti. Bunlar arasında İGS’nin [İstanbul Gazeteciler Sendikası] kapatılmasına dayanak teşkil eden yeni hüküm şöyleydi: “Kötü niyetle ve özel maksada dayanan yayında bulunmak, Devletin veya Hükûmetin dışarıdaki itibar ve nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, mübalağalı veya özel dayanan haberin dışarıda yayınlanmasına sebep olmak.” Menderes iktidarının baskıları sonucu Türkiye’de gazetecilerin çalışma koşulları günden güne zorlaştı. 1957’nin ilk aylarında yeni kovuşturmalar oldu. Polis muhalefet liderlerinin gezilerini izleyen muhabirleri copla kovaladı ve fotoğrafçıların makinelerini ellerinden aldı. İGS, bu olayları protesto etmek için 1957 yılının temmuz ayında bir bildiri yayımladı. Bunun üzerine gece yarısı polisler Sendika merkezinin kapısını mühürledi. Sendika bildirisinin, dışarıda Türkiye’yi küçük düşürücü amaçlara yönelmiş olduğu öne sürüldü. Hükûmet artık ne gazete muhabirlerine tahammül edebiliyordu, ne de onların sendikalarına. Sendika tam dokuz ay kapalı kaldı. KÂĞIT FİYATLARINA ZAM VE HAYAT PAHALILIĞI 1958 yılı haziran ayında kâğıt ve mürekkep fiyatları ve işçi ücretlerindeki artışlar gerekçe gösterilerek 8 gazetenin fiyatı 25 kuruş zamlandı. Ancak, çalışanlar için herhangi bir ücret artışı söz konusu değildi. İstanbul Gazeteciler Sendikası Yönetim Kurulu, 25 Haziran 1958 tarihli toplantısında, gazete fiyatlarına yapılan zam neticesinde işverenlerin elde edecekleri gelir artışının bir kısmının çalışan gazetecilerin ücretlerine yansıtılması için girişimde bulunmak üzere Sendika Başkanına yetki verdi. Bu amaçla, İGS Başkanı, temmuz ayında Hürriyet, Milliyet, Dünya, Vatan, Yeni Sabah, Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinin sahipleri veya vekili ile görüştü. Görüşmelerde gazete fiyatlarına yapılan zamdan elde edilen gelirin bir kısmının çalışan gazetecilere ait olduğu görüşünü tekrarlayan İGS Başkanı bunu şöyle gerekçelendirdi: “Çalışanların yaşama seviyelerinin -yükseltilmesinden vazgeçtik- muhafazası ve hayat pahalılığı karşısında dayanabilmeleri için bu ayarlama zaruridir.” 10 Ocak 1961’deki üç günlük yayın boykotuna katılan bu gazetelerin patronlarının İGS’nin ücretleri ayarlama talebi karşısındaki tutumları, gazetecilere bakış açılarını daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. BİR YANDAN ZAM, BİR YANDAN İŞTEN ÇIKARMALAR Vatan’ın sahibi Ahmet Emin Yalman, tek başına karar vermeye yetkili olmadığını söyledi. Gazetenin İdare Meclisi, konuyu görüştüğünde talebi haklı karşılamasına rağmen yerine getirilmesine imkân olmadığını belirtti. Milliyet işvereni Ercüment Karacan, Temmuz ayından itibaren bütün gazetecilerin maaşlarına yüzde 25 zam yapıldığını açıkladı. Hürriyet işverenlerinden Haldun Simavi, muhabirlerin primlerine zam yaptığını ve fazla para kazanmanın, fazla çalışma ile mümkün olacağını ifade etti. Dünya’nın sahiplerinden Bedii Faik, görüşmeden iki hafta sonra tüm çalışanlara eşit miktarda zam uyguladı. Yeni Sabah’ın sahibi Safa Kılıçlıoğlu, İstanbul Gazeteciler Sendikası gibi bir kuruluşu tanımadığını ve yapılacak herhangi bir zam talebinin kendi işlerine “lüzumsuz, haksız ve yetkisiz bir müdahaleden başka bir şey olmayacağını” ifade etti. Tercüman’ın işverenlerinden Semih Tanca, istenilen zammın gerçekleşmesi için birkaç ay beklemek gerektiğini söyledi. Yeni İstanbul işvereni ile Avrupa’da olduğu için görüşülemedi. Cumhuriyet işvereni daha kendisiyle görüşülmeden Milliyet ve Dünya’nın yüzde 25 zam yaptığını duyduktan sonra aynı oranda zammı uyguladı. Arada kapatılsa da İGS çalışan gazetecilerin sesini çıkartabildiği tek platformdu. Sendikanın en önemli gündemi üyelerinin haklarını savunmak, dolayısıyla basın özgürlüğünün tesisi için mücadele etmekti. Bu amaçla, her fırsatı değerlendirmeye çalıştı. İGS Yönetim Kurulu, Basın-Yayın ve Turizm Vekili Server Somuncuoğlu ile 1958’de İstanbul Radyoevi’nde yaptığı görüşmede basınla ilgili mevcut yasaların çalışan gazetecilerin aleyhine işlediğini belirterek, yasalarda tadilat yapılmasını istedi. Server Somuncuoğlu’nun önerisiyle isteklerini bir rapor haline getiren İGS, bunu Ankara’da ilgili bakanlara ve milletvekillerine sundu. Gazeteciler, 10 Ocak 1961 günü, işverenlerin boykotunu ve davranışlarını protesto amacıyla Cağaloğlu’ndaki Sendika merkezinden Vilayet binası önüne kadar sessiz bir yürüyüş yaptı. Yürüyüş sessizdi ancak gazeteciler, olaylara ilişkin düşüncelerini her zamanki gibi yazıyla dile getirdi. Ama bu kez gazete sayfaları yerine karton ve bez afişleri kullanmak zorundaydılar. Gazetecilerin taşıdıkları pankartlarda geçen ifadelerden bazıları şöyle:
  • Simidimiz ve hürriyetimiz
  • Çalışan gazeteciye cop, patrona hep hazırlop
  • Babıali ağalığına paydos
  • Çalışan gazeteci bugüne dek simitle ve ümitle yaşadı
  • Patronlar paralarını, biz çalışanlar hayatımızı koyduk
  • Biz çalışan gazeteciler gazetelerin üç gün çıkmama kararına katılmıyor
  • Gazeteciyi ezenler bu kanunla eziliverdi
  • Hakikat kılıcı kılıçlı patronların tepesinde
  • Patron, sen hiç cop yedin mi?
  • Menderes’e boyun eğenler hürriyete başkaldırıyor
  • Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez
Yürüyüşe katılan gazeteciler bu ifadelerin yer aldığı pankartların dışında çok sayıda Türk bayrağı ve Atatürk posteri taşıdı. BASIN KONSEYİ 2021 BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ RAPORU Basın Konseyi'nin 2021 yılı Basın Özgürlüğü Raporu’nda, basın mensuplarına yapılan saldırılara ve iktidarın hedef gösterdiği konulara yer verildi. Raporda, basın özgürlüğüne yapılan müdahele üzerine "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte iktidarın ‘tek adam’ yönetimine evrildiği bu süreçte, ‘tek sesli’ medya yaratma planı, 2021 yılında ivme kazandı" ifadeleri kullanıldı. Basın Konseyi'nin 2021 yılı Basın Özgürlüğü Raporu şöyle: "Siyasal ve ekonomik kuşatma altında geçen  kara bir yılı daha geride bıraktık. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte iktidarın ‘tek adam’ yönetimine evrildiği bu süreçte, ‘tek sesli’ medya yaratma planı, 2021 yılında ivme kazandı. Kamu gücü kullanılarak ulusal medyanın yüzde 95’ini tam kontrolüne alan iktidar, ‘muhalif’ medyayı çökertmek için RTÜK, BİK ve Yargıyı aparat olarak bu yıl da sınırsızca kullandı. - Eleştirel ve bağımsız yayın yapan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ulusal gazete ve televizyon ile yüzlerce yerel medya kuruluşu için koşullar her gün biraz daha zorlaştı. - Okunmayan, izlenmeyen iktidar medyası, 2021 yılında yine kamu kaynaklarıyla fonlanarak ayakta tutuldu. Bunlar RTÜK’ün idari para ve BİK’in resmi ilan kesme cezalarından muaf. - Eleştirel ve bağımsız yayın yapan medya kuruluşları ise RTÜK ve BİK cezaları, artan girdi maliyetleri ve uydu kiraları karşısında yaşam savaşı vermeye devam etti. - Türkiye’de yayınlanan gazete ve televizyon sayısı bir iki yıl içinde neredeyse yarı yarıya azaldı. Gelinen noktada  medyanın 2021 tablosu böyle gözler önüne serildi: * Kapanan gazeteler ve televizyonlar. * İşsiz kalan 12 bini aşkın basın emekçisi ordusu. * Gözaltına alınan, yargılanan, mahkûm edilen gazeteciler. * Saldırıya uğrayan, sokak eşkıyalarınca öldüresiye dövülen gazeteciler. * Gazetecileri hedef alan polis şiddeti. * Habere erişimin kamu gücüyle engellenmesi. * İfade ve basın özgürlüğünün hiç olmadığı kadar kısıtlanması. * Halkın, haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkından mahrum bırakılması. DEMOKRASİLERDE BU KABULLENİLEMEZ Türkiye’de medyanın maruz kaldığı antidemokratik uygulamalar elbette uluslararası alandaki karnesine de zayıf not olarak yansıdı. İşte bu yılki karnemiz: * 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 153’üncü sıradayız. * Uluslararası Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde139 ülke arasında 117’nci sıradayız. * Dünyada cezaevinde en fazla gazetecinin olduğu ülkeler sıralamasında, cezaevindeki gazeteci sayımız 37’den 17’ye düşse de yine 6’ncıyız. * Dünya Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 110’uncu sırada hibrit rejimler kategorisindeyiz. Liberal Demokrasi Endeksi’nde ise 179 ülke arasında 149’uncu sırada otokrat seçim demokrasisinde bulunuyoruz. “ İnternette Özgürlük Raporu’nda  ‘Özgür Olmayan Ülkeler’ arasında yer alıyoruz. Bu durum, demokrasiyle yönetilen hiçbir ülkede kabul edilemez. O nedenledir ki Türkiye uluslararası demokrasi liginde her yıl biraz daha geriledi ve bu karneyi asla hak etmedi. İKTİDARIN MEDYAYA BAKIŞI Medyanın yüzde 95’ini tam kontrolü altında tuttuğu iktidar, söz dinleyen, emir komuta içinde manşetler atan, yayınlarda iktidar övgüsü eksik etmeyen gazete ve televizyonlara desteğini sürdürürken, geride kalan yüzde 5'in susturulması için elinden geleni hayata soktu. Sosyal medya için ise, iktidar ‘düşman hukuku’ anlayışıyla yasal düzenleme yapıp susturma planlarına devam etti. 2021 yılı içinde iktidarın medyaya dönük uygulamasından bazılarını şu başlıklarla özetlemek mümkün: * Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan tasarruf genelgesinde kamu kuruluşlarına günlük gazete alımı yasaklandı. * Basın toplantıları ‘hülle’ oyununa döndü. * Cevapları önceden hazırlanıp promtere yüklenen sorular, yandaş medyanın muhabirlerinin eline tutuşturularak sorduruldu. * Gazetecilik, hükümet memurluğu gibi görüldü. * İktidar medyasının gazeteleri tek merkezden atılan manşetlerle hükümet bülteni; televizyonlar propaganda aygıtı oldu. * Bağımsız ve eleştirel yayın yapan medya ‘muhalif’ görülerek ötekileştirildi. * Kamu kurum ve kuruluşlarının reklamları, satmayan okunmayan iktidar medyasına aktarıldı, muhalif medyaya tek kuruş verilmedi. * Demokrasilerde yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü kuvvet olan basın bu iktidar mensuplarınca, emir komuta ile hareket eden propaganda aracı olarak görüldü. Bir de söylem var ki onlardan birkaçını şöyle kayda geçirmek mümkün: * Cumhurbaşkanı cuma namazı çıkışında cami kapısından konuşup Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi için  “...gazetesini okumuyorum. Kimse de lüzumsuz yere buna para verip almasın” dedi. * TBMM Başkanı Mustafa Şentop, kendisiyle ilgili haberini beğenmediği gazeteye ve okurlarına “Topal atın, kör alıcısı olur” diye hakaret etti. * İçişleri Bakanı, gizli ilişkilerini ortaya çıkaran ve tarihi Cumhuriyet ile özdeş gazeteye “... gazetesi. Sizin tarihiniz derin, kirli ilişkiler tarihidir” dedi. Bu durum, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) raporunda “Türkiye Cumhurbaşkanı basından hoşlanmıyor ya da daha doğrusu sadece ona itaat edip övgüde bulunandan hoşlanıyor ''ifadeleriyle anlatıldı. Uluslararası raporlarda,   Basın üzerinde baskı oluşturan liderlerin açıklandığı listede, dünyadaki 37 devlet ve hükümet başkanı arasında Erdoğan da yer aldı. MUHALİF MEDYAYA ENGEL İktidarın çıkarını önceleyen, bu nedenle de itibarı ve etkinliğini yitiren medya kuruluşlarına ve mensuplarına devletin tüm olanakları seferber edilirken; halkın çıkarlarını önceleyen bu nedenle de okunan ve izlenen ‘muhalif’ medyanın etkinliğini kırmak için her türlü engel çıkarıldı. * İletişim Başkanlığı, keyfi uygulamayla  beğenmediği yüzlerce gazetecinin basın kartını bir neden bulup iptal etti. Meslek kuruluşlarınca açılan davada Danıştay, Basın Kartları Yönetmeliğini kart iptaline gerekçe gösterilen tüm maddelerini iptal etmesine karşın mağduriyetler giderilmedi. * Kendisini yargının üzerinde gören İletişim Başkanı, “Basın Kartları Yönetmeliğimizin bazı maddeleri Danıştay’ca iptal edilmiş. Görevde olduğumuz sürece gazetecilik adı altında terörizm propagandası yapanlarla mücadele edeceğiz. Terör seviciler boşuna sevinmesin” diyerek yargıya da kafa tutup meydan okuyabildi. * Anıtkabir’de milli günlerde düzenlenen törenlerde muhalif medyaya akreditasyon uygulandı. İktidar medyasına sonuna kadar açılan törenleri, muhalif medyanın izlemesi yasaklandı.. * Emniyet Genel Müdürlüğü toplumsal olaylarda polis şiddetinin basına yansımasını önlemek için, ‘Polis görevini yaparken ses ve görüntü alınmasının engellenmesi, bu eylemde bulunanlar hakkında işlem yapması’ genelgesi yayınladı. Anayasa teminatı altında olan basın özgürlüğüne tamamen aykırı bu genelge yargıda iptal edilse de fiilen uygulandı. GAZETECİLERE SALDIRILAR ARTTI İktidarın medya düşmanlığı ile yaratılan bu iklimde, belli odaklarca kışkırtılan sokak eşkıyasının gazetecilere saldırıları tırmandı. Ne tesadüftür ki saldırıya uğrayanlar hep iktidarın ‘muhalif’ gördüğü gazeteciler oldu. İşte bu saldırılardan bazıları: * Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu, evinin önünde 3 kişinin saldırısına uğradı yaralandı. Aynı gün Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a da saldırı yapıldı. * Gazeteci Levent Gültekin, Halk TV’nin İstanbul Bakırköy’deki merkez binası önünde, 25 kişilik grubun saldırısında dövüldü. Gültekin o halde canlı yayına çıktı. *  Marmaris’ten orman yangınlarıyla ilgili canlı yayın yapan Halk TV ekibi ve program konukları, aralarında AKP yöneticisinin de bulunduğu bir grubun saldırısına uğradı. * İstanbul’da KRT TV’de program yapan avukat Afşin Hatipoğlu  ve  Osman Güdü, hemen hemen aynı günlerde sopalı saldırılarda yaralandı. * BirGün gazetesi eski yazarı Erk Acarer, yaşadığı Almanya’daki evinde bıçaklı bir kişinin saldırısına uğradı. * Bursa’da, Uludağ gazetesi sahibi Ferruh Varanoğlu, silahlı saldırıda yaralandı. * Osmaniye’de Hasan Tolga Balcılar; Samsun’da İbrahim Akkuş; İstanbul’da Celal Eren Çelik saldırganlar tarafından, Konya’da ise  Muhammed Emin Güleç polis tarafından dövüldü. * Muğla’da orman yangınları sırasında TRT ve NTV ekipleri “Orhaniye’de yangın devam ediyor, neden söndürüldü dediniz” diyen köylüler tarafından engellendi. * İstanbul Şile’de boğulma olaylarını takip için giden A Haber ekibi, plajdaki cankurtaranların saldırısına uğradı. RTÜK SORUNU KATLANDI Kuruluş yasasına göre, özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kuruluşu özelliği ile görevi; görsel ve işitsel yayın hizmetleri alanında iletişim ve ifade özgürlüğünü, farklı görüşleri ve çoğulculuğu güvence altına alıp, tekelleşmeyi önlemek olan RTÜK, ne yazık ki bu amacından tamamen uzaklaştı. Özgür yayın yapmaya çalışan televizyonların üzerinde ‘iktidar sopası’ olmayı sürdürdü. RTÜK’ün bu çifte standardı Sayıştay Raporu’na girdi. Raporda, muhalefete yönelik “Şerefsiz köpek” gibi sözleri eleştiri kabul edip yaptırımsız bırakan RTÜK’ün, iktidar mensuplarına yönelik eleştirel ifadelere üst sınırdan ceza verdiğine dikkat çekildi. RTÜK’te, 2021 yılı keyfilik, ayrımcılık, görevi kötüye kullanma ve partizanlık doruğa çıktı. İşte özerk ve tarafsız olması gereken RTÜK’ün taraflılık karnesi: * 1 Ocak- 24 Aralık döneminde yaptığı 50 toplantıda, televizyonlara toplam tutarı 21 milyon 500 bin lirayı bulan idari para cezası verildi. Üst Kurul toplantılarında Halk TV’ye 23; TELE 1’e 21; Fox TV’ye 15; KRT’ye 8 ve Habertürk’e 4 olmak üzere toplam 71 idari para cezası uygulandı. İktidarı övmeleriyle bilinen veya kendini iktidara yakın konumlandıran ve iktidar lehine yayın yapan haber kanallarıyla ilgili RTÜK tek bir ceza vermedi. Haklarındaki şikâyet 100 bine dayanan bu kanallardan. A Haber sıfır, Ülke TV sıfır, Kanal 7 sıfır, TV-NET sıfır, CNN Türk sıfır ceza ile yılı tamamladı. * RTÜK, yayında ‘Cemo’ türküsü söylenmesini terör propagandası diyerek televizyon kanalına 3 kez program durdurma; canlı yayında orman yangını haberi veren muhabirin ekrana yansıyan görüntüleri anlatırken “Alevler kabus gibi” sözüne idari para cezası verdi. * İktidar partisi yöneticisi gibi hareket eden “Cumhurbaşkanımızın talimatları emirdir” diyen RTÜK Başkanı, yasalardan ve yönetmeliklerden almadığı keyfi yetkiler kullandı.  ‘Özel hat’ üzerinden televizyonların genel yayın yönetmenlerini arayıp, orman yangınları sırasında alevlerin gösterilmemesini sadece sönmüş yerlerin gösterilmesi talimatını verdi, aksi halde ağır ceza vermekle tehdit etti. * Pandemide tam kapanma uygulanan günlerde televizyon haberlerinde cadde ve sokaklarda insan ve araç olmayan sadece boş cadde ve sokakların görüntülerinin yayınlanması talimatını verdi. Buna karşı çıkan bir televizyon yöneticisi için ‘beni tehdit etti’ iftirası attı ve suç duyurusunda bulunmayıp ‘şark kurnazı’ diye hakaret etti. İstediği kanalda yüzleşme için hodri meydan denilince de kaçtı. BASIN İLAN KURUMU SORUNU Resmi ilanların gazetelere eşit ve adil olarak dağıtılması için kurulan ve özerk olması gereken Basın İlan Kurumu (BİK), yayınlarda sürekliliği, güvenilirliği ve görüşlerin serbestçe yayılmasını sağlamakla da görevli. Partizan kadroların elinde amacı ve görevinin tam aksine hareket eden Basın İlan Kurumu, iktidarın gazeteler üzerinde ‘sopa’ olarak kullandığı bir aparat oldu. Muhalif gazeteleri bitirmek için haftalar ve aylar süren resmi ilan kesme cezaları veren BİK, hakkında açılan davalarda Anayasa Mahkemesi’nin ‘ifade ve basın özgürlüğü ihlali’ olduğuna karar vermesine rağmen aynı uygulamaları sürdürdü.  Meclis’te verilen bu keyfi uygulamalarla ilgili soru önergelerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, ‘mevzuat’ yanıtını vermekle yetindi. BİK’in bu yılki uygulamalardan bazıları: * Saygı Öztürk’ün, AKP milletvekilinin partizanlığıyla ilgili yargının ‘ifade ve basın özgürlüğü’ diyerek beraat kararı; Basın Konseyi Yüksek Kurulu’nun da ’şikayetin yersizliği’ kararı verdiği 2 köşe yazısı için BİK, Sözcü gazetesine resmi ilan kesme cezası verdi. * Cumhuriyet gazetesine 74 günlük ilan kesme cezası verdi, bunun 35 günlük bölümünün ekim ayından itibaren uygulanacağını tebliğ etti ve uyguladı. Cumhuriyet için bu yıl ve geçen yıl resmi ilan kesme cezası 129 günü buldu. * Mahkemenin, AKP milletvekilinin açtığı 2 milyon liralık tazminat davasını reddettiği ve ‘yayınlanmasında kamu yaralı olduğuna’ hükmettiği haber için Cumhuriyet gazetesine 10 gün ilan kesme cezası verildi. * Evrensel gazetesi, 2019 yılından bu yana kesilen cezalar nedeniyle resmi ilan yayınlayamıyor. BİK yine de bazı haberleri bahane edip yeni cezalar verildi. YARGI SORUNU Hukukun değil, siyasi iktidarın çıkarını önceleyen bazı yargı mensupları, 2021 yılında da ifade ve basın özgürlüğünü tamamen yok sayan kararlara imza attı. * Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ‘devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek’ suçundan 3 yıl 7 ay 10 gün, Tele 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel de 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. * İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, evinin yanındaki vakıf arazisine kaçak inşaatını haberleştirdikleri için haklarında terörden dava açılan Cumhuriyet gazetesi muhabir ve yöneticilerinin yargılaması sürüyor. * Gazeteci Hakan Aygün sosyal medya hesabından  ‘Ey İBAN edenler’ başlıklı paylaşımla Cumhurbaşkanına hakaret eleştirdiği suçlamasıyla 7 ay 15 gün hapis cezasına mahkum edildi. * İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Cumhuriyet gazetesinde 52 günde 254’ü doğrudan 313 haber ve köşe yazısında hedef alındığını ileri sürerek 1 milyon liralık tazminat davası açtı. * Sosyal medya paylaşım sitesi Youtube üzerinden, yaptıkları sokak röportajlarını yayınlayan ‘Kendine Muhabir’ hesabının sahibi Hasan Köksoy, ‘İlave TV’nin sahibi Arif Kocabıyık ve ‘Sade Vatandaş’ın sahibi Mehmet Koyuncu, bir AKP’li yöneticisinin şikayetiyle gözaltına alındı. İki gün gözaltında tutulan 3 Youtuber, olmayan bir suç için ev hapsi ile cezalandırıldı. * Tiyatro sanatçısı Genco Erkal hakkında 2016 yılında yaptığı 2 ve 2020 yılında 1 olmak üzere 3 sosyal medya paylaşımında ‘Cumhurbaşkanına hakaret ettiği’ iddiasıyla dava açıldı. * CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı hakaret davasında, yerel mahkemede 56 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkum edildi, istinafta bu rakam 290 bin liraya çıkarıldı.