Ali Haydar Fırat
Dışişleri Eski Bakanı Murat Karayalçın Biden’ın açıklamaları ve Türkiye'nin dış politikasını PolitikYol'a değerlendirdi.
- Biden'ın açıklamasını bekliyor muydunuz, açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Böyle bir açıklama beklemiyordum. Ancak son olanlardan sonra böyle bir açıklama yapacağına dair duyumlar da geliyordu. Erdoğan ve Biden arasında yapılan telefon görüşmesi bende böyle bir açıklama yapacağı izlenimi yarattı. Telefon açarak Türkiye'nin olası tepkilerini yumuşatacak sonuç elde etmek istedi diye düşündüm. Nitekim Tayyip Erdoğan'ın üslubu çok sert değil. AKP'li yöneticilerden, bakanlardan sert açıklamalar var ama ben Tayyip Erdoğan'ın açıklamasının çok sert olmadığını düşünüyorum. Bunu da Biden'ın telefonuyla ilişkilendiriyorum. Orada ne konuşulduğunu bilemiyorum, neler söylendiyse, vaat edildiyse mutlaka böyle bir şey yapıldığı kanaatindeyim. Onun böyle bir sonucu, böyle bir etkisi olduğu kanısındayım.
Bu açıklamanın hukukla, bilimle, bilgiyle hiçbir ilgisi yok. Bu açıklama tamamen siyasi bir açıklama.
Tam olarak beni tatmin eden yorumlara rastlamadım ama "Peki bundan sonra ne olacak?" ifadesini kullanıyorlar. Yani ABD Başkanının böyle bir ifadeyi kullanmasının ardından, 'Ne beklenmeli? Nasıl bir gelişme olabilir?' soruları sorulduğunda bu tür yanıtlar verilmesi beni çok şaşırtıyor. ABD'li Ermeniler'in dava açmaları yargı tarafından 'soykırım' olarak nitelendirilmediği için dava kabul edilmiyor. ABD yargısı bana göre çok saygın bir yargı. Yani katiyen yürütme baskısının görülemeyeceği, böyle bir baskının geçerli olmayacağı bir yargı. Özellikle Trump döneminde bunun örneğini yaşadık. Dolayısıyla bu bana çok garip geliyor. Yani ABD Başkanı böyle bir yorumda bulunacak ve bunun üzerine yargının o doğrultuda karar vermesi ya da harekete geçmesi gibi bir beklenti bana garip geliyor. Tam olarak netleşmiş değil, ama bu tür yorumlar çok yaygın olarak yapılıyordu. Şimdi ne olacak bilmiyorum, ama buradan çok kaygı verici bir aşamaya evrileceğini de düşünmüyorum.
Türkiye çok doğru bir talepte bulunuyor; ‘Evet, acı bir olay yaşandı. Özellikle de Ermeni vatandaşlarımız bu olayın muhattabı oldular. Hepimiz biliyoruz, hepimizin ailesinde böyle bir olay var.’ Türkiye çok doğru bir çağrıda bulundu. Yapılması gereken bu. Ayrıca Tayyip Erdoğan'ın Karabağ savaşından sonra Kafkaslar için yaptığı çağrı da uluslararası kamuoyu tarafından olumlu karşılandı.
Perinçek davasına ilişkin, AİHM'nin kararları da Türkiye'nin bu tavrına yakın bir noktada. Dolayısıyla Türkiye bence bunu doğru bir biçimde ortaya koydu. Sorun Türkiye'nin çoğu konuda olduğu gibi bunları anlatamaması. Türkiye'nin görüşlerini savunacak sivil örgütler yok.
Benim Bakanlık dönemimde Türkiye'nin en ücra köşesinden yaşanan bir olay daha Ankara'da, İstanbul'da duyulmadan uluslararası bütün haber ajanslarında ve oradan da her yere servis edilirdi. Ondan sonra Büyükelçi açıklama yapardı, yani devletin resmi açıklaması olarak kabul edilirdi. Dolayısıyla çok fazla itibar görmezdi. Bugün de bunu yaşıyoruz. Aslında bugüne kadar bunu devlet yapıyordu ama devlet de bu konuda çok yetersiz. Burada mesele Türkiye dostlarını kaybetti, bu bağlamda bizim en güçlü dostumuz da Yahudi lobisiydi. O da gitti ve sonuç itibariyle hiç hak etmediğimiz halde böyle bir olayla karşılaştık. Artık 'Amerikan Başkanı ne diyecek?' laflarını da bir kenara bıraktık.
Türkiye'nin NATO ve ABD ilişkilerinden kopma noktasına geleceği kanısında değilim.
- Türkiye nasıl bir tepki vermeli? Verilen tepkileri nasıl buluyorsunuz?
TBMM'deki bütün siyasi partilerin ciddi bir tepki vermesi düşüncesindeyim. Daha çok sertlik sözcüklerinin yer aldığı tepki yerine Türkiye'nin haklı taleplerini anlatan, teknik olarak ortaya konulacak bir açıklama bekliyorum. HDP'nin açıklamasını üzüntüyle karşıladım. HDP bu tavrını umarım değiştirir ve umarım TBMM’deki bütün siyasi partilerin yapacağı ortak açıklamaya girer. Bu açıklama çok iyi çalışılmış, diplomatların hazırlayacakları bir metin olmalı ve Türkiye bu metni bütün siyasi partilerin vesilesiyle dünya kamuoyunun gündemine getirilmelidir. Bence heyetler yapılmalı, ziyarette bulunulmalı, parlamentolara gidilmeli. Yani bir iletişim stratejisi üretilmelidir.
ABD Başkanının yıllar sonra bu ifadeleri kullanmış olması dünya üzerinde çok sayıda insanın, kuruluşun Türkiye aleyhinde yeni bir olumsuz yargıya neden olacaktır. Dolayısıyla kötü bir tavır yerine tam tersi üzüntüleri ifade eden, yanlışlıkları ortaya koyan ve herkesin katılacağı bir açıklama olmalı. Bu açıklama dünya parlamentolarına taşınmalı, Türkiye'nin büyükelçileri bu doğrultuda bilgilendirilmeli.
Türkiye'nin şu sıralar Rusya ile ilişkileri çok iç açıcı değil. Tam bu sırada böyle bir olay oldu. Yani ABD'nin işini kolaylaştırdı diye düşünüyorum.
- Türk-Amerikan ilişkilerinde bir toparlanma olacağını düşünüyor musunuz? Ya da AKP ile bu mümkün mü?
AKP'nin içeride de, dışarıda da yeni bir siyaset üretebileceğine ilişkin inanç ortadan kaybolmuştur. İçerisi için, Cumhurbaşkanı birkaç bazı reformların yapılacağını özellikle iktisadi alanda yeni bir politika izleneceğini dile getirmişti. Fakat son yaşanan olaylardan sonra artık piyasa hükümetin herhangi bir değişiklik yapabileceğini, yeni bir politika izleyebileceğini düşünmüyor, bundan sonrası seçimdir. Yani seçim olmadan ekonomide bir değişim görmüyorum.
Dış siyasette de benzer bir duruş var. Türkiye sekiz yıl aradan sonra Mısır ile ilişkilerini iyi tutacak, İsrail ile ilişkilerini iyi tutacak bir süreç başlatma çabası içinde. Ama bir türlü olmuyor. Yani bir türlü sağlanamıyor. Ortada bir güven sorunu var. Bizim iyi bir ilişki içine girebilmemiz için Türkiye'nin daha inandırıcı bir siyaset izlemesi gerekiyor.
Bana göre Libya'da, Azerbaycan'da, Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs'ta haklı olan tavrı anlatılamadığı için, savunulamadığı için, doğrudan doğruya kuvvet kullanıldığı için sonuç alamıyor. Yani göz göre göre böyle bir olumsuzlukla karşı karşıyayız. Bunun nedeni de mesleği bu olan insanların yerine AKP'li eski politikacıların görevlendirilmesi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu AKP'nin görevlendirmiş olduğu büyükelçileri, eski politikacıların, mesleği diplomasi olan büyükelçilerden daha başarılı sonuçlar, daha başarılı hizmetler verdiğini söyleyebildi. Yani Dışişleri Bakanlığı'nın başındaki kişi böyle bir değerlendirmeyle birlikte çalıştığı arkadaşlarını küçümseyebiliyor. Dolayısıyla dış siyasette planlayacak, Türkiye'nin çıkarlarını koruyacak insanlar meslektaşlarının gözünde aşağılanınca Türkiye hükümetinin söylediklerini de pek dikkate almıyorlar. Yani pek önemsemiyorlar, yapacağını da düşünmüyorlar.
İçeride olduğu gibi dışarıda da bu hükümetin böyle bir değişiklik yapacağı beklenti çok yüksek değil. Tabii buna AİHM'nin kararlarının uygulanmaması da eklemek gerekiyor. Bütün bunlar birleştiğinde Türkiye inandırıcılığını yitiriyor.