“Felsefeniz nedir?” diye sorsak tam olarak bir cevap alamayacağımız spiritüel şeyhlerin peşinden giden milyonlarca insan. Ve ne yazık ki o yıllardır eleştirdiğimiz tarikatlerden hiçbir farkları kalmadı. Hatta benzer şekilde tehlikeli hale geldiklerini de görmekteyiz çünkü birçoğu toplum ruh ve beden sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaştı.

Güne başlarken birçoğumuzun yaptığı gibi ilk işimiz genelde sosyal medyaya bakmak oluyor. Ülke gündemi o kadar verimli ki insan yazacağı konu seçimini yaparken şımarıkça zorlanıyor. Her “post”u hızlıca geçmek, her şeyi hızlıca tüketmek, hiçbir konu üzerinde aslında odaklanmamak anlamına geliyor. Her şey ile ilgili iyi ya da kötü bir fikrimiz oluşuyor fakat detaylı bilgimiz yok. O yüzden belki de derdimize çare olacak şeyleri “bir şeyleri bildiğini düşündüğümüz” insanlarda arıyoruz ve kati surette onların ağzından çıkanlara itimat ediyoruz.

Başlarda dostlarımız, eşimiz, komşumuz, annemiz, babamız hatta kendimizin bile masumca görüp itibar ettiği bazı spiritüel durumlardan bahsediyorum... Hani şu ‘777’ler, ‘520’lar, ‘önünüze düşen bir kuş tüyü görürseniz bu size şans getireceği anlamına gelir’ciler, ‘yolda bozuk para bulursanız demek ki melekler sizi izliyor’cular, ‘saati 11:11 görürseniz demek ki o da sizi düşünüyor’cular’dan. Dediğim gibi başta hepimiz masumca, belki de kendimizi daha iyi hissetmek adına, gün içersinde biraz tebessüm edelim diye çok da üstünde durmaksızın bu ve benzeri durumları dile getirdik, güldük, eğlendik. Bizim zamanımızda bu durum en fazla burçlar etrafından dönerdi: “Burcun ne?” ile başlayan ve yükselen burç, doğum saati, ay burcunun etkileri gibi kısır bir muhabbete evrilir, yine en fazla haftalık burç yorumlarımızı okuyup, çok da üzerinde durmadan hayatımıza devam ederdik. Son zamanlarda sebebini nokta atışı olarak bulamamakla birlikte, belki de yaşam koşullarının ekonomik olarak bu denli zorlaşmasından kaynaklanan ruhsal çöküşle insanların bu tip spiritüel kaçışlara sığındığını düşünmeye başladım. Özellikle 2000 yılında girdiğimiz “Milenyum” çağı ile ortaya çıkan kişisel gelişim kitapları, “Her şey içinizde”, “Mucize sizin elinizde” gibi mottoları olan kimi “Gelişim merkezleri” ile insanların bu ruhsal çöküntüleri üzerinden bazı ticari faaliyetlerin başladığını görebiliriz biraz geriye baktığımızda. Sonrasında devam eden süreçte nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde ve hızda hayatımıza “farkındalık”, “algıları açıklık”, “aura”, “çakra” vs. gibi kelimeler girdi. Yine ne olduğunu anlayamadığımız bir hızda sertifikasyon sistemi ile bilirkişi ilan edilen “Yaşam Koçluğu” gibi bir meslek üretildi. “Üretildi” diyorum çünkü, kapitalizm bizlere “ihtiyaç üretmekle” meşhurdur.

Tersi bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse öğretmenlik dediğimiz meslek tamamen toplumsal bir ihtiyaç üzerinden doğmuştur, fakat yaşam koçluğu “mesleği” üretilmiştir. Balık baştan kokar misali “Mucize benim içimdeyse yaşam koçuna ne gerek var?” diye sorası geliyor insanın. Veya şu “Evrene mesaj yolladım” meselesi. Hepimizin ilahi bir güce inandığı ve onun da hepimize kadersel bir yol çizmiş olduğuna inandığımızı var sayarak evrene mesaj yollama yönteminin biraz “şirk koşmak” olduğunu söylemekte bir yanlış görmüyorum aslına bakarsanız. Madem ki biz evrene mesaj yollayarak birtakım durumları değiştirebileceğimize inanıyorsak İslam dininin zinhar yasaklamış olduğu “sihir, büyü” gibi durumları “evrene mesaj yollamak” veya “ritüeller yapmak” şeklinde süslü kelimelerle kamufle etmiş olmuyor muyuz? Hıdrellezde gül ağacının dibine dilek bırakmaktan bahsetmiyorum; bahsettiklerim daha ciddi durumlar. Daha spesifik hareketler; mesela dolunayda bir su bardağının içine üç kere “X” deyip bunu üç gece bir çiçeğin toprağına dökmek gibi tamamen şu an kendi kendime düzenlediğim bir ritüel örneği gibi.

Fakat benim en rahatsız olduğum ve toplumda inanılmaz bir “hayal aleminde yaşama” durumuna neden olduğunu düşündüğüm “Pozitif düşünün ki pozitif olsun.” veya “Her şey çok güzel olacak.”, “X ayının 3. cuması öğleden sonra 15:05’te ilahi adalet yerini bulacak.”, “Göreceksiniz ki önümüzdeki dolunayda herkes hak ettiğini bulacak.” gibi mottoların özellikle sosyal medyada vatandaşı sömürme hali. Bu ve bunun gibi söylemler bireyler üzerinden toplumda bir beklenti yaratmakta ve hayatın olağan akışında asla bu şekilde bir mükemmel akış olmayacağı için de devamlı bir hayalkırıklığı yaratmakta. Bu durumun sonucunda hem bireyin beklentisi karşılanmamış olmakta hem de birey “Yeteri kadar pozitif düşünüyorum ama neden hiçbir şey  istediğim gibi olmuyor?” şeklinde hayatın adalet terazisini sorgulayıp hayatı çekilmez ve asla “iyilerin” kazanmadığı bir yer olarak algılamakta. Varılan en kötü sonucunun ise bireyin hayatın gerçekliğinden kopması olduğunu düşünmekteyim. Affınıza sığınarak söylemek isterim ki hayatta hiçbir zaman her şey çok güzel olmayacak, pozitif düşündüğümüz için her şey pozitif olmayacak, önümüzdeki güneş tutulmasının ilahi adaletle hiçbir ilgisi yok, sizin evrene yolladığınız mesajın başka bir insanın hayatına etki etme olasılığı sıfır, sosyal medya sayfalarında 1. kart ve 2. kart arasından seçmiş olduğunuz görsel sizin geleceğiniz, eski sevgiliniz veya gelecek ilişkiniz hakkında hiçbir şey söylemiyor çünkü söyleyemez. Yine affınıza sığınarak ve çok da üzülerek söylemek isterim ki şayet bu gibi durumlara hayatınızda çokça rol veriyorsanız hayatın gerçekliğinden kopmuş bir bireysiniz. Olayın bundan sonrası iletişimin değil psikolojinin ve psikiyatrinin alanı. Ve aslında asıl konum, son dönemde sıkça karşılaştığım şekilde bu durumları canla başla savunan insanlar. Kendilerine karşı en ufak bir “Aslında bu durumlara kendini çok mu kaptırdın, yani hayatını spiritüel durumlara göre yaşaman çok da normal değil” şeklinde bir eleştiride bulunduğunuzda aldığımız tepki bazen inanılmaz boyutlarda olabiliyor. Bizi “bir şey bilmemekle”, “Sen zaten ne anlarsın”lar gibi cevaplarla suçlayıp kendimizi kötü hissettirdiklerine de ne yazık ki şahit oldum. Sonunda vardığım nokta aslında bu sabit düşüncenin yıllardır “tu kaka” dediğimiz şeyh-mürid-tarikat üçgeninden çok da farklı olmadığı oldu. Nasıl ki bir müride şeyhi ile ilgili bir eleştiride bulunduğumuzda sonsuz bir biat ve dogmatik bir inançla cevap alıyorsak aynı durum bu koçlar, astrologlar, alternatif tıpçılar için de geçerli. Bu insanların ağzından çıkan her şeye sorgulamadan inanan ve bunları mutlak doğru kabul eden bir kitle mevcut malesef. “Felsefeniz nedir?” diye sorsak tam olarak bir cevap alamayacağımız spiritüel şeyhlerin peşinden giden milyonlarca insan. Ve ne yazık ki o yıllardır eleştirdiğimiz tarikatlerden hiçbir farkları kalmadı. Hatta benzer şekilde tehlikeli hale geldiklerini de görmekteyiz çünkü birçoğu toplum ruh ve beden sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaştı. Kimi reiki ile hastalık iyileştirdiğini iddia edecek kadar kimi anneye olan öfkenin tedavi edilmesinin meme kanserini ortadan kaldıracağını iddia edecek kadar hadsizleşti. Zannederim ki Mustafa Kemal “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” derken sadece din sömürüsünden bahsetmiyordu, bence bilimden uzaklaşan her durumu kast ediyordu. Çünkü günün sonunda bir şeyhin sakalını öpmekle bir kağıda “520” yazıp bundan medet ummak arasında bir fark göremiyorum.