Loading...
Sanat (heye)canlandırır, iyileştirir ve yeniler
Sanat önce heyecanlandır; Eros’u canlandırır, “yaralı canları” iyileştirir. Kendisi de sürekli yenilenir ve yenileyerek yaşatır.
Bugüne kadar adeta “bölünmeye ve parçalanmaya” kararlıymış gibi davranan Türkiye’de toplum artık aşırı yorgun, hatta bitkin. Çok yıprandı ve yaralı. Zaten yeryüzündeki tüm komşuları fokur fokur kaynıyor ve kendi sınırlarından da içeri taşıyor.
Kaç gündür de soluklar tutuldu, dikkatler ve gözler İran’a çevrildi. Tüm dünya ile birlikte, Mahsa Amini’nin katledilmesi ve kadınların isyanı ile başlamış hak ve özgürlük talebi hareketlerini, devletin kaba güç kullanışını olabildiğince yakından izliyoruz.
Türkiye’de bir yandan “kapalı toplum” zihniyeti, siyasi endişeler ve manipülatif güç oyunları, bir yandan da tüm dünyayı sarsan COVID kapanması ve ekonomik kriz ile ülkeyi kasvete boğmuş “kapalı hava” artık son bulmalı.
Dünyanın atmosferik ve siyasi iklimi hızla değişirken Türkiye’deki bu kötü ve kirli siyasi iklim de mutlaka değiş(tiril)mek zorunda. Yoksa -“ya/ya da” dilini sevenler için hemen söylemeliyim ki- ülke ya dirilir, ya da ölür.
Bu toplum böylesine “Thanatos kokan” bu hastalıklı ve ölümcül havayı daha fazla soluyamaz. Arkası kesilmeyen tahribatlarla (sağlıklı) bir varoluşu sürdüremez.
Aksi takdirde, kimin başı çekeceği sandık seçimi olsun veya olmasın, toplum son seçim kararını (arabesk) bir yok oluştan yana vermiş demektir.
Zaten son zamanlarda kendinin baş edemediği endişelerini başkalarının yaşamsal haklarını engelleyerek ve yasaklarla bastırmayı bellemiş yönetim anlayışı her ölçekte zirve yaptı.
Tabii insanların kamusal alanda biraz eğlenip sosyalleşmek için biraraya gelmelerini özellikle engellenmek geniş kitlelerin de kızgınlık, öfke, üzüntü, kayıp, yorgunluk, bıkkınlık, yılgınlık, umutsuzluk gibi (adı üstünde işte!) “engellenmişlik duygularını” iyice artırdı.
Elbette bunların arkasındaki “oy rantçılığı“ ve “ahlak bekçiliğini” kendine vazife edinmişlere de sürekli yüz verilmesi ile yüzsüzlüğün ve pişkinliğin de ayyuka çıktığı görülüyor. Bu da daha uygar ve özgürlükçü başkalarının yüzünü sarkıtıyor ve karartıyor elbette.
EKONOMİ VE SANAT
Fakat özellikle geçtiğimiz hafta, ilk (heye)canlanma sinyallerini gözlemlemiş olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.
Zira, Türkiye nüfusunun tam temsili olmasa da, önemli bir örneklemi - çünkü ülkenin gidişatında belirleyiciliği - olan İstanbul’da müthiş renkli, sanat ve yaşam dolu günler yaşandı. Eh, henüz insanların yüzlerinde güller açmadıysa da, türlü gülümsemeler yayıldı.
Zaman zaman masmavi gökyüzünde bembeyaz ve birbirinden anlamlı bulutlar...
Onları süpürürken eski biçimlerini de değiştiren, önce muğlaklaştırıp sonra yeni benzetmeler yükleyen meltem rüzgarları…
Bazen de hüzünlüleri ağlatıp tüm pislikleri yıkayan yağmur…
Ardından toprak, çimen, Boğaz’ın, Haliç’in mis kokuları ve muhteşem ışıklı manzaraları.
Ve derken, üstelik ışık tayfının prizmadan süzülen tüm renklerinin son derece net seçilebildiği, tam ve çift gökkuşaklı muazzam bir kreşendo. Doğal sanat!
Bu kentte ve ülkede yıllardır her ne kadar ürkek insanımızın “gelişime kapalı bağnaz zihniyeti”, “geleneksel kültürel alışkanlıkları” ve “ham bilimsel ve siyasi eli” ile hızla tahrip, talan ve yok edilmeye uğraşıldıysa da, “yaşam sanatı” için gerekli olan her türlü malzeme her an ve her yerde hala var.
Sadece Eros’u kalbinden yaralı, kolu kanadı kırık, o kadar. Bunu da iyileştirecek yegane yol yine yapıcı hayal gücü, bilinçli vizyon ve sanatsal yaratıcılıktan geçer.
Elbette, kentteki böylesine güzel ve şanslı fiziksel atmosfer eşliğinde, dünyanın sanatına ev sahipliği yaparak İstanbul’da birbirinden hoş mekanlarda, sanatın ve insanların neredeyse tüm renklerini birbirleriyle buluşturan önemli etkinliklerden de söz edeceğim. Yani kültürel sanattan.
Fakat, sanatı hep “lüks”, “seçkin”, “eğitimli”, “yüksek-kültür”,“entel” uğraşısı gibi gören ve gösteren; gözle görünür elle tutulur somut cisimleştiren ve metalaştırıp tüketim/yatırım malzemesi haline getiren; “tuzu kurulara” özgü algılayan ve aktaran başat dünya görüşü ve yaşam anlayışı için, yukarıdaki satırları özellikle yazdım.
Zaten başta ekonomist ve siyaset bilimcilerce sıkça cımbızlanan klişe Maslow piramidi ezberlerinin geçersizliği bir yana, birey-toplum inşasındaki siyasi ve anti-demokratik işlevini daha önce de değişik vesilelerle yazmış idim. (Örneğin, https://www.politikyol.com/artacak-yoksullasma-oynayan-ayilar-ve-ac-dayilar/)
17 Eylül’den bu yana başta 17. Contemporary İstanbul (CI) ve Bienal olmak üzere muhtelif türlerdeki sanat etkinlikleriyle müthiş bir hareket, umut ve heyecan vardı kentte.
Bunlarda yer alan tanınmış yerel veya küresel sanatçıların isimlerine de medyada zaten kaç zamandır yer verildi. Örneğin, güzel ve plastik sanatlar alanında 600’e yakın sanatçının eserini en az 600.000 kişinin izlemesinin beklendiği de yazıldı.
Bu yazıda ben de CI’na biraz daha ağırlık vermek istiyorum. Zira sadece CI’da 1500’e yakın eser vardı. Ana ortağı Akbank olan ve bugün kapanan 17. CI’u Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin şahsında bu başarılı organizasyonu ve katılan tüm sanatçıları, görünen görünmeyen beyaz/mavi yakalı sanat emekçilerini, küratörleri, galerilericileri, koleksiyonerleri, izleyicileri kutlamalı. Yürekten alkışlamalı!
İşin piyasa yanıyla (beğendiğim - ki o da indirim yapıldığı için üstü çizildiğinden dikkatimi çekmiş olan - bir tablo ve heykelin fiyatı dışında!) kendim pek ilgilenmediysem de, yine de Güreli’nin verdiği bazı nesnel bilgileri belki ilgili okuyucular için aktarmalı:
CI her şeyden önce İstanbul’u dünya sanat (ticareti) haritasına önemli merkezlerden birisi olarak yerleştiren bir uluslararası sanat fuarı elbette. Bu sene 22 ülkeden katılan 65 galeri seçkilerinin önemli bir yüzdesini ABD, Kanada, Brezilya, Almanya, İsviçre, Fransa, Rusya ve BAE’nden koleksiyonerlere ve müze gruplarına satmış. Fiyatları $15,000 – $65,000 arasında olanlar yeni sahiplerini ön izlemenin daha ilk saatlerinde bulmuş.
Fuarda satılmış eserler arasında Joan Miro, Sarkis, İnci Eviner, Gülsün Karamustafa, Günyol Özlem, Kemal Seyhan, Peter Zimmerman, Naeemeh Kazemi, Osman Dinç, Emir Erkaya, İrem Tok, Ross Blackner gibi imzalılar vardı. Tabii rekorun $450,000 ile Cody Choi’nin “Cody’s Legend vs. Freud’s Shit Box” başlıklı işinde olması da dikkatimden kaçmadı.
Tersane’nin açık alanlarına serpiştirilmiş 27 yerleştirme ve heykel de - alfabetik sıralama ile Anke Eilergerhard, Ardan Özmenoğlu, Ayla Turan, Bedri Baykam, Bilal Hakan Karakaya, Can Yıldırım, Canan Tolon, Erdil Yaşaroğlu, Ergin Çavuşoğlu, Halil Altındere, Isaac Chong Wai, Ingravi Desa, Irfan Önürmen, Itamar Gov, Kemal Tufan, Luis Cera, Martian Tabakov, Martin Creed, Mentalklinik, Mehmet Ali Uysal, Osman Dinç, Renée Levi, Sergen Şehitoğlu, Stefano Bombardieri, Uğur Cinel ve Vuslat (fotoğrafta önde olan) - The Yard sergisinde izlendi.
Burada bu eserler hakkındaki fikirlerimi veya bana çağrıştırdıklarını ve bazılarının düşündürdüklerini de bir “sanat kritiği şapkası” veya “ağzı” ile yazmayacağım elbette. Yoksa “sanat nedir, ne değildir?” gibi klasik soruların yanısıra, “sanat ve psikanalizasyon, ve dijitalizasyon, ve kültürleşme, ve yabancılaşma, ve ahlaki çürüme, ve siyasi dönüşme, vb” pek çok başka konuya biraz daha yakından belki başka yazılarda bakılabilir.
SANAT VE KAMUSAL/ÖZEL YAŞAM
CI’ın eski Tersane’yi kendine yerleşke olarak seçmiş olması ve önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek olan diğer restorasyon projeleri, özetle Haliç’teki sanat girişimleri ve tarihi yapıları koruma bilinçli dönüşümler, İstanbul ve Türkiye için de umutvar bir geleceğin yeni simge göstergeleri.
Fakat benim esas önemli bulduklarım sanat eserlerini “kuru kalabalık”tan biri olmanın rahatlığı ile gezerken, mekanlara gelip giderken kamusal alanda gözlemlediklerim. Konuştuğum insanlardan edindiğim izlenimler.
Bianel gibi bazı etkinlikler ücretsiz veya bazılarında öğrenci, vs indirimler filan da olsa, yine de zaten mevcut “cam bariyerler” tüm kesimler ile “kültürel sanat” arasındaki kaçınılmaz bir sosyoekokültürel mesafeyi koruyor tabii.
Nitekim o bakımdan da (özel/kamusal müzeler, geçici sergiler ve kapalı sanat galerileri bir yana) ortak yaşam alanlarındaki kentsel dönüşümlere estetik ve işlevsel dokunuşlar çok kıymetli. Hem sanatın erişilebilirliğine, hem de “yaşam sanatının” teşvik ve takdir edilmesine yol açıyor.
Çünkü “yaşam sanatı” ne Erich Fromm’un aynı adlı kitabı, ne sosyal medya guruları okunarak veya yaşam koçlarının tavsiyeleri ile öğrenilir.
Kısacası, Freud’un sanat anlayışı ve işlevi çizgisinden gitmiş Winnicott’ın klasik “yaşamı yaşanmaya değer kılan nedir?” sorusu ve kendi yanıtı hatırlanmaya değer: “Yaratıcı takdir”. Ve “dış psişik dünyanın kendi öznel yaşantılarımızdan unsurlarla donatılması.” Bu da yaşamın kendiliğinden sanatsal yaşanması demek ve öyle olanaklı!
Sanat önce heyecanlandır; Eros’u canlandırır, “yaralı canları” iyileştirir. Kendisi de sürekli yenilenir ve yenileyerek yaşatır.
Günün sonunda veya haftanın sonunda, yağışlı Sonbahar günleri önümüzde olsa da, yine dünyadaki “enerji krizi” ile eskisinden her anlamda çok daha “sert ve soğuk” geçecek kışın haberleri bile şimdiden ürpertse de, “güneşli ve güzel günler görmemiz” son derece olanaklı!
Türkiye’de insanın en güzel, önemli ve en değerli dönüştürücü özelliği kendiliğindenliği. Hala doğaçlama yaratıcılığı ve sinerjik neş’esi!
Onun “odunsu” ve “ham” kalmış Eros’unu sürekli baltalayarak yaralamak ve siyasetin güçlü elleri ile “iğdiş” veya “manipüle” etmek yerine, kültür-sanatın uygar yol ve yordamları ile “kendiliğinden yontulması” için alanlar açılmalı. Olanaklar sağlamaktan korkmamalı.
Tabii her insan da, gerçel (actual) veya sanal (virtual) ortamlarda salt kendi yaşamının (palavra) hikaye yazıcısı ve anlatıcısı olmaktan kendini biraz kurtarıp, kendinin “yontu sanatçısı” olmalı.
Çünkü insanların bazı kilit konularda kendilerini kandırmayı ve kitlesel inkarı sürdürmesiyle (hiç bir) toplum iyileşemez. Varsıl/yoksul hiç kimse de “mutlu” filan olamaz!
Zira örtülmek, gizlenmek istenen insani her “eksiklik”, “aksaklık”, “bozukluk”, vs. ortak kamusal/özel alanda serpiştirilmiş ilişkisel ve etkileşimsel yerleştirmeler olarak, son derece şeffaf biçimde sergileniyor. Yani tüm çıplaklığı ile görünüyor ve yaşanıyor zaten.
Bunlar da ilginizi çekebilir