Pazar Politik

Riyad-Tel Aviv hattı ve Filistin

Abone Ol
Suudi Arabistan’ın ve Filistin’in yukarıda sayılan ortak niteliklerinin yanında Riyad, geçmişte çeşitli adımlar atarak Filistin-İsrail sorununun çözüm çerçevesini çizmiştir. Arap Barış İnisiyatifi bu bağlamda akla gelen en önemli örnektir. Arap Barış İnisiyatifi, barış için toprak ilkesini içermektedir.

İsrail ve Suudi Arabistan, ilişkilerini normalleştirme sürecinde ilerlemektedir. Bu süreci daha da önemli hâle getiren durum ilişkilerin ilklere sahne olmasıdır. Suudi Arabistan, ilk Filistin büyükelçisi olarak atanan Nayef el-Sudairi’yi İsrail’den izin alarak işgali altındaki Batı Şeria’ya diplomatik temaslarda bulunmak için göndermiştir. 26 Eylül 2023’te söz konusu temaslar düzenlenmiştir. Aynı dönemde ise başka bir ilk gerçekleşmiş ve İsrail Turizm Bakanı Haim Katz, Suudi Arabistan’a diplomatik ziyaret düzenlemiştir. Bölgenin ve ABD’nin yakından takip ettiği bu süreçte ise en fazla üzerinde durulması gereken unsur İsrail ve Suudi Arabistan’ın ilişkilerinin yakınlaşıyor olmasının Filistin devletinin kurulmasına, tanınmasına, İsrail işgalinin sona ermesine ve haliyle Filistin-İsrail sorununun çözülmesine ne kadar katkıda bulunacağıdır.

İsrail ile ilerlettiği normalleşme sürecine Filistin’in “onayını” almak için Suudi Arabistan, bir ilki gerçekleştirerek İsrail işgali altındaki Batı Şeria’ya diplomatik ziyaret düzenlemiştir. Filistin, ziyaretten memnuniyet duyduğunu ifade etmiştir ve ziyareti tarihi bir adım olarak nitelendirilmiştir. Bu olumlu ifadeye rağmen Ramallah’ın olası İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin başlamasına dair kendi şartlarını Suudi tarafına ilettiği düşünülmektedir. Filistin ve İsrail arasındaki müzakerelerin yeniden başlaması, Batı Şeria’daki İsrail’in kontrolü altındaki bölgelerin Filistin Otoritesi’ne devredilmesi, Batı Şeria’daki yeni Yahudi yerleşimleri inşasına son verilmesi gibi şartları öne sürdüğü basına yansımıştır.

Söz konusu şartlarla, Filistin’in İsrail’in olabildiğince çözüme yönelik adım atmasını sağlamaya çalıştığını söylemek mümkündür. İsrail işgalinin nasıl, ne zaman hangi koşullarda sona ereceğinin yanında masada birçok sorun bulunmaktadır. Kapsamlı ve karmaşık olan sorunların çözülmesi için adil, hakkaniyete dayanan ve iki tarafın çıkarlarına da gözeten bir yaklaşım benimsenmelidir. Diğer bir ifadeyle Filistin’in uluslararası hukuka özellikle de BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına dayanan taleplerinin, şartlarının kabul edilmesi gerekmektedir.

Filistin-İsrail sorununun uluslararası hukuk ve yerleşik teamüle uygun çözülmesi isteniyorsa bu taleplerin İsrail tarafından gerçekleştirilmesi ve ilgili sürecin başta ABD olmak üzere uluslararası kesimin denetimi altında olması gerekmektedir. Örneğin İsrail’deki Benyamin Netanyahu hükümetinin”başını ağrıtabilecek” ve Washington’un çeşitli aralıklarla hatırlattığı üzere Yahudi yerleşimlerinin inşasına son verilmesi gerekmektedir. Bu birimlerin inşasına devam edilmekte olup İsrail’in ilhakı ile sonuçlanabilmektedir.

Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere İsrail ve Suudi Arabistan’ın ilişkilerini normalleştirmesi veyahut başlatması Filistin sorunundan ayrı değerlendirilememektedir. Fakat özellikle ABD eski Başkanı Donald Trump’ın yarattığı momentum ile Filistin’in oldukça aleyhine bir tablo ile de karşılaşılması ihtimaller arasındadır. Trump, İran’ı dışlayan bir çerçevede İsrail ve Arap ülkelerinin ilişkilerini başlatmasını, İsrail’in Orta Doğu’ya entegrasyonunu amaçlamıştır. Görüldüğü üzere Filistin-İsrail sorunun çözümü gündemin alt sıralarına inmiştir.

Kudüs’ün varlığı, sınırları içinde Mekke ve Medine olmak üzere İslam’ın en kutsal yerlerini barındıran Suudi Arabistan’ı ilgilendiren bir konudur. Ayrıca Arap “birliği” hedefi de uygulamaya yansımasa da söyleminde Suudi Arabistan’ın Filistin-İsrail sorununda çözüme yönelik ifadelerinde başvurduğu unsurlar arasında yer almaktadır.

Suudi Arabistan’ın ve Filistin’in yukarıda sayılan ortak niteliklerinin yanında Riyad, geçmişte çeşitli adımlar atarak Filistin-İsrail sorununun çözüm çerçevesini çizmiştir. Arap Barış İnisiyatifi bu bağlamda akla gelen en önemli örnektir. Arap Barış İnisiyatifi, barış için toprak ilkesini içermektedir. Diğer bir ifadeyle İsrail ancak 1967 tarihli Arap-İsrail Savaşı’nda işgal ettiği topraklardan geri çekilirse Arap devletleri İsrail ile ilişki kuracaktır.

İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasında başat faktörün Riyad’ın Filistin’in çıkarlarını gözetmesi olduğunu söylemek gerçekleri yansıtmayacaktır. Suudi Arabistan, kendi çıkarları çerçevesinde ABD’den güvenlik ve nükleer enerji hedeflerinin sağlanmasını istemektedir. ABD, İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasında “arabuluculuk” konumuna sahiptir. Joe Biden yönetimi, diğer Orta Doğu ülkelerinin, Fas ve Sudan’ın yaptığı gibi Riyad’dan İsrail ile normalleştirme antlaşmasının imzalanmasını ve sonrasında ikili işbirliğinin artmasını istemektedir. Fakat Suudi Krallığı, ABD ile savunma antlaşmasının yapılması gibi birçok şartın yanında İsrail ile normalleştirme antlaşmasının imzalanabilmesi için Filistin’in çeşitli şartlarını masaya yatırmaktadır.

İsrail Başbakanı Netanyahu, dönem dönem yaptığı açıklamalarla kendi kamuoyunu, Filistin toplumunu ve liderliğini ve de uluslararası kesimi Riyad-Tel Aviv ilişkilerine hazırlamıştır. Benzer bir adım da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman tarafından atılmıştır. Suudi Arabistan’ın vizyonu çerçevesinde şekillenecek yeni bir Orta Doğu’dan bahsederken İsrail ile görüşmelerin yapıldığını ve yakınlaşma sürecinin ilerlediğini kamuoyu ile paylaşmıştır.

İsrail Başbakanı Netanyahu, dönem dönem yaptığı açıklamalarla kendi kamuoyunu, Filistin toplumunu ve liderliğini ve de uluslararası kesimi Riyad-Tel Aviv ilişkilerine hazırlamıştır. Benzer bir adım da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman tarafından atılmıştır.

İbrahim Antlaşmaları’nın momentumunu devam ettiren bir başka gelişme Bahreyn-İsrail ilişkileri ayağında yaşanmıştır. Bahreyn’de İsrail büyükelçiliği açılmış ve İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen ülkeye ilk defa ziyaret düzenlemiştir. İsrail büyükelçiliğinin açılması tarihi bir adım olarak değerlendirilmiştir. Bahreyn, İsrail ile normalleşme antlaşmasına ve başkentinde İsrail büyükelçiliğinin açılmasına rağmen Filistin-İsrail sorununa da değinerek iki devletli çözümün altını çizmiştir. Filistin devletinin kurulmasının 2002 tarihli Arap Barış İnisiyatifi’nin bir parçası olduğu yeniden hatırlatılmıştır. Bahreyn-İsrail işbirliğinin ise Orta Doğu’ya güvenlik, istikrar ve refah getireceği savunulmuştur.

Örneğin Bahreyn, İsrail ile serbest ticaret antlaşmasının imzalanmasını istemektedir. Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail’in serbest ticaret antlaşmasına sahip oldukları hatırlanmalıdır. Dolayısıyla Trump’ın “Yüzyılın Planı” adlı “çözüm” girişiminin ana çerçevesini bizzat Bahreyn dile getirmiştir. Diğer yandan Filistin devletinin kurulmamasına rağmen İsrail ile ilişkileri olan Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, ABD ve İsrail’in temsilcilerinden oluşan Negev Forumu’nun desteklendiğini de ifade edilmiştir. Fakat söz konusu forumun, Netanyahu Hükümeti’nin göreve başlamasından bu yana bir araya gelmediği de hatırlanmalıdır. Netanyahu’nun “İbrahim Andlaşmaları’nın momentumunu” koruyup koruyamayacağı belirsizdir. Bu kuşkunun nedenleri arasında hâlen Filistin devletinin kurulamamış olması ve İsrail’deki Filistin devletine karşı çıkan aşırı sağcı tutum yatmaktadır.

Bölgedeki gelişmeleri, yukarıda bahsedilen momentumu dikkatle takip eden ülkelerin başında ise İran gelmektedir. Riyad, Tahran ile ilişkilerini yeniden başlatarak önemli bir diplomatik adım atmıştı. Bölgesel rakibi olarak konumlandırdığı Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri İran’ın tepkisini çekebilir. İsrail, İran’ın başlıca düşmanı olarak konumlanmaktadır. Olası Riyad-Tel Aviv antlaşmasını İran, kendine yönelik güvenlik tehdidi olarak algılayabilir. Bunun yanında Riyad-Tel Aviv antlaşmasının Filistin’in aleyhine olması durumunda İran’ın Filistin’e uygulamada ve söylemde daha fazla destek vermesiyle sonuçlanacağı düşünülebilir.

Hâlihazırda Arap devletleriyle kıyaslandığında Filistin’e uygulamada ve söylemde en fazla destek veren ülkenin İran olduğu düşünülürse Filistin üzerinden İsrail ve Suudi Arabistan’a yönelik mesaj vermeyi hedefleyebilir. Halihazırda İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Riyad-Tel Aviv normalleşmesinin “Filistinlilerin sırtından hançerlenmesi” olarak nitelendirmiştir.

Filistin tarafı, İsrail-Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeye aslında sıcak bakmamaktadır fakat ilişkilerin başlaması durumunda ortaya çıkacak yeni tablonun olabildiğince şartlarını sağlamasını ve iki devletli çözümle sonuçlanmasını hedeflemektedir.

Filistin tarafı, İsrail-Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeye aslında sıcak bakmamaktadır fakat ilişkilerin başlaması durumunda ortaya çıkacak yeni tablonun olabildiğince şartlarını sağlamasını ve iki devletli çözümle sonuçlanmasını hedeflemektedir. Diğer bir ifadeyle Ramallah, İsrail’in uluslararası hukuku uygulamasını, BM Güvenlik Konseyi kararlarını yerine getirmesini istemektedir. Öte yandan İsrail’deki aşırı sağcı ve dinci hükümetin Filistin devletine karşı çıktığı hatta radikal unsurların Filistinlilerin bir ulusu teşkil ettiğini reddettikleri hatırlanmalıdır.

Sonuç olarak, İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma girişimlerinin devam edeceği düşünülmektedir. Fakat yakınlaşma adımlarının ilişkileri normalleştirebilmesi için iki tarafın da dikkate aldığı unsurlar vardır. Örneğin öncelik olarak Suudi Arabistan, ABD’den istediği savunma/güvenlik antlaşmasının imzalanmasını, nükleer enerji yardımını gözetecektir. Tel Aviv ise Filistin’in taleplerini asgari düzeyde gerçekleştirmeye çalışacaktır. Hatta Suudi Arabistan ile olası antlaşmayı, mevcut politikalarının özellikle de Batı Şeria’nın ilhakının meşrulaştırılması olarak kullanabilir. İran-Suudi Arabistan normalleşmesini getiren Çin’in girişimine karşı İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşması ABD’nin bir cevabı niteliğini taşımaktadır.