Seçim süreci içerisinde olan Türkiye’de haliyle siyasal alanda sıcak bir iklim hâkim. Yaşanılmakta olan seçim yarışının nasıl sonuçlanacağı merak edilirken bir o kadar da politik dengelerde ortaya çıkacak duruma bağlı olarak ekonomi politikasının ne yöne evrileceği sorgulanıyor. Elbette ki seçim sonrası ortaya çıkacak ekonomideki gelişmeleri analiz edebilmek bu günü iyi anlamayı gerektiriyor.
Küresel ekonominin uzun bir resesyona girme tehlikesinin olduğu konjonktürde siyasi ve jeopolitik riskler de büyüme için bir tehdit oluşturmasına rağmen, küresel MB’ları enflasyonu önceliklendirdi. Türkiye’de ise enflasyonla faiz arasında kurulan sebep-sonuç ilişkisine farklı bir yorum getirilerek tam aksi politika uygulandı. Enflasyonun Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu olduğu düşüncesine ek olarak, özellikle emtia fiyatlarının sakinleşmesiyle ve küresel fiyatlarda yaşanacak normalleşme yoluyla düşeceği beklentisinin eşlik etmesi enflasyonun tek haneye inmesi için uzun bir zaman dilimine ihtiyaç olduğunu ortaya koydu.
Oysa ki Fed, enflasyonu kontrol altına alabilmek için 2018’den sonra ilk kez Mart 2022’de 25 baz puanla faiz artışına başladı. Mayıs toplantısında da 50 baz puan ile 2000 yılından sonraki en hızlı faiz artışını gerçekleştirdi. Haziranda ise 1994’ten sonraki en güçlü faiz artışını gerçekleştirerek, politika faizini 75 baz puan artırdı. Fed faiz artışına geç başlaması nedeniyle yani enflasyonla mücadelede geç kalmasından dolayı yüksek bir faiz artışı yapmak zorunda kaldı. Temmuz ayında da 75 baz puanlık faiz artış kararı veren Fed, politika faizini yüzde 2,25 – 2,50 aralığına çekerek 2022 yılındaki faiz artırım periyoduna devam etti. 2023 yılının ilk toplantısını şubat ayında gerçekleştiren Fed politika faizini 25 baz puan artırarak 16 yılın en yüksek seviyesi olan yüzde 4,50-4,75 aralığına yükseltti.
Bankanın faiz artış hızını yavaşlatmış olması Fed’in faiz artışında sona mı yaklaşıyor sorularını da beraberinde getirdi. Ancak mart ve mayıs aylarında da 25 baz puan artış yapan Fed faizi yüzde 5-5,25 aralığına yükseltti. Bu hafta açıklanan Fed tutanaklarında da enflasyonun hala kabul edilemeyecek kadar yüksek olduğu, ancak daha fazla faiz artırımına ihtiyaç olup olmadığı konusunda belirsizliğin yaşandığı, olası faiz artışlarının boyutunun daha belirsiz hâle geldiği ve yetkililerin faiz artışı konusunda ayrıştığına ilişkin ifadeler yer aldı.
Nitekim cuma günü açıklanan ve Fed'in enflasyonun seyrini izlemek için yakından takip ettiği çekirdek PCE’nin Nisan’da yıllık olarak yüzde 4,7 artış göstermesi ve Nisan'da kişisel harcamaların da yüzde 0,8 artması bu ayrışmayı güçlendirecek gibi görünüyor. Öyle ki 13-14 Haziran’daki toplantıda Boston Fed Başkanı Susan Collins gibi faiz artışlarına ara vermekten yana olduğunu açıklayan görüşlerin varlığına rağmen; Cleveland Fed Başkanı Loretta Mester’in, faiz artışı ihtimalinin gelecek toplantıda masadan kalkmadığı yönündeki görüşleri güçlendireceğine yönelik yapılan açıklamalar da bu ayrışmanın örneklerini oluşturuyor.
Diğer yandan ABD’ deki periyodik resesyona rağmen enerji bağımlılığı nedeniyle resesyona daha yakın olan ECB’de de yükselen enflasyonla mücadele etmek için 2011’den bu yana ilk kez 2022 Temmuz ayında faiz artış kararı alındı. Zaten ECB Yönetim Konseyi’nin yayımlanan para politikası tutanaklarında da orta vadeli enflasyon riskinin artması nedeniyle yüksek faiz artışına yeşil ışık yakılmıştı. Fed gibi ECB’de enflasyonu düşürmek için acı çekilecek mesajlarını vermiş ve enflasyonla mücadele için büyüme ve istihdamın darbe alabileceği vurgusunu yapmıştı.
Faizi beklentilerin ötesinde 50 baz puan artıran ECB negatif faiz dönemine de son vermekle kalmayıp krize karşı tahvil aracı olan yeni Aktarım Güvence Mekanizması’nı da onaylamıştı. ECB Temmuz 2022'den Mayıs 2023’e kadar faiz oranlarını toplam 375 baz puan artırdı. ECB'nin enflasyona karşı "daha gidecek yolu" olduğu ve Euro Bölgesi'ndeki enflasyonla mücadele için parasal sıkılaştırmaya "ara verilmediği" sıklıkla dile getiriliyor. Nitekim bu hafta Lagarde yaptığı açıklamada enflasyonla mücadelede kararlı olduklarını belirterek faiz artışına devam edileceğini vurguladı.
Uzun süre büyüme ve enflasyon tercihi arasında karar verme konusunda tereddüt yaşayan küresel merkez bankaları resesyon pahasına da olsa yüzde 2 olarak belirlenen enflasyon hedefine ulaşma yönündeki karalılıklarını hâlâ sürdürüyor.
Görüldüğü üzere uzun süre büyüme ve enflasyon tercihi arasında karar verme konusunda tereddüt yaşayan küresel merkez bankaları resesyon pahasına da olsa yüzde 2 olarak belirlenen enflasyon hedefine ulaşma yönündeki karalılıklarını hâlâ sürdürüyor. Hâl böyle iken ülkemizde ise 2021 yılının eylül ayından itibaren içeriğini, kur şoku ile cari fazla yaratma politikasının oluşturduğu ve uzun vadede enflasyonun önleyeceği savunularak çıkılan yolda her geçen gün yeni gelişmelere tanıklık edildi.
2021 Eylül ayından itibaren PPK kararları ile politika faizinde indirimler yapıldı. İndirimlerin ardından kurlarda önlenemez fiyatlamaların gerçekleşmesi ve TL’deki değer kaybının tarihi yüksek seviyeye ulaşması üzerine 5 kez yapılan müdahaleye rağmen kurlardaki yükselişin önlenememesi nedeniyle yeni enstrümanlar devreye sokuldu. Liralaşma stratejisi bağlamında dövize endeksli mevduat enstrümanları içerisinde döviz tevdiat hesaplarından TL’ye geçiş, kur korumalı TL mevduatları ve altın hesapları ile hurda altın karşılığı hesapların dönüşüm fiyatı üzerinden TL’ye çevrilmesine olanak sağlayacak enstrümanlar oluşturuldu.
Dövizi sadece gerçek kişilerin talep ettiği düşüncesiyle dövizde çözülmeyi sağlamaya ve enstrümanlara yenileri eklendi. Diğer yandan kronik bir sorun olan enflasyona rağmen büyümeyi önceliklendiren ve eş zamanlı uygulanması gereken sıkı para ve maliye politikaları yerine bu politikaların yardımcısı olan makro ihtiyati tedbirler uygulamanın enflasyonu önlemek için tek başına yeterli olacağı tezi savunuldu.
Ancak kurları ve faizleri baskılayan politikanın yüksek cari açığa, hızı yavaşlayan dengesiz ve yoksullaştıran büyümeye ve yüksek enflasyona yol açmakla kalmayıp çoklu kur ve çoklu faize neden olan bir ekonomik ortam doğurduğu görüldü. Mevcuttaki bu ekonomik tabloya seçim sürecinin doğurduğu belirsizlik ortamı, küresel kuruluşların seçim sonrasında ekonomiye ilişkin ortaya çıkabilecek tahminlere yönelik raporları ve uygulanmak zorunda kalınacak acı reçete ihtimali nedeniyle yabancı paraya olan ilgi, enflasyon karşısında korunma refleksi olarak artmaya devam ediyor.
Her ne kadar geçen haftaya ilişkin olarak BDDK verilerine göre kur korumalı mevduatlara 51,4 milyar TL'lik giriş yaşandığı ve bu girişle birlikte kur korumalı mevduatlarda toplam büyüklüğün 2,4 trilyon TL'ye yükseldiği belirtilse de dolar cinsinden bakıldığında ise kur korumalı mevduatların 121,5 milyar dolar olduğu izlendi. KKM’de faiz üst sınırının kaldırılması kararı sonrasında görülen bu artışlar ve dövizi baskılamak için atılan faiz adımları liralaşma uğruna aslında örtülü bir faiz artışına yol açtı.
Bu bağlamda hem kuru hem de faizi aşağı çekme politikasının bir arada uygulanması çoklu faizlerin ve çoklu kurun ortaya çıkmasına neden olduğu gibi yüksek enflasyonist bir ortamda liralaşma stratejisinin de olabilirliğini zorlaştırıyor. Nitekim KKM’nin servet transferi yaratması etkisinden dolayı elindeki değeri koruma mücadelesi veren küçük tasarruf sahipleri çareyi yine dövize ve altına yönelmekte buluyor. Tüm bunlardan çıkan sonuç ekonomi de bütüncül bir politika setine ihtiyaç olduğu. Zira bu politikaların uygulanması piyasada da olumlu sonuç verecektir.