Eğer siz bir toplumda güçlü, saygın, özgül ağırlığı olan bir karakter olarak anılmak istiyorsanız şayet, bunu kendini savunamayacak şekilde görevini yapan bir hakeme yumruk atarak yapamazsınız. “Racon” kelimesini çok severim. Hiç uzun uzadıya izah etmenize gerek kalmaz: “Bu durumu şu şu usul ve esaslara göre yapmamız gerekir.” veya “Durumu layıkı ile yerine getirmemiz için takınılması gereken tavır budur.” gibi ifadelerle hem kendinizi hem de karşınızdaki yormak yerine “Bu işin raconu budur.” dersiniz ve bunun ne anlama geldiğini herkes bilir. Ülkedeki her kesim tarafından genel kabul görmüş nadir kelimelerden biridir. İş hayatında da kullansanız sırtımaz gündelik dilde de. Böyle kelimelere ayrı bir ilgim var. Düşünsenize, kelimenin kendine has bir karizması var ve kullandığınız her cümleyi diğerlerinden bir “tık” daha özgül hale getirmeyi başarabiliyor. Ne demek istediğimi yalnızca sözcüklerle aşk yaşayan takıntılılar anlar...

Gerçekten de her işin bir “Racon”u yok mu? Gündelik hayatta üzerine toplumsal olarak sessizce uzlaşılmış ve kağıda dökülmemiş anlaşmalamız var aslında kendi aramızda. Aşkın, öfkenin, kavganın, şefkatin, sarılmanın, savaşmanın, işin, aylaklığın; hepsinin kendine has bir işleyişi var. “Olması gereken”i var.

Türk Dil Kurumu’na göre raconun iki anlamı var. İlki yol, yöntem, usül. İkincisi gösteriş, fiyaka. İkinci anlamı ile gündelik dilde daha çok kullanılan racon kelimesi daha çok argo dilde kullanılan ve hepimiz üzerinde ortak bir sahiplenme hakkı duysak da daha çok belli bir kültüre ait olduğu aşikar bir kelime. İtalyanca’dan dilimize geçmiş olması da bir tesadüf mü bilemedim. Sicilya’ya selam olsun diyelim.

Bu kelime bir yerlerde bize “babacan” bir etki de veriyor. Çünkü hep bizim kültürümüzdeki “Kabadayılık” ile birlikte anıldı. Sonra sonra toplumun her kesimine yayıldı diyebiliriz. O nedenle kullananda o “tok”luk hissini uyandırıyor.

Fakat her işte o kadar da racona uyulmadığını artık ülkede var olan her başlıkta görebiliyoruz. Son günlerde artık şiddeti o kadar kanıksadık ki kimse çıkıp da “Bu yaptığınız racona sığıyor mu?” demiyor. İşin hukuki boyutunu ben bilemem, hukukçu değilim. Yalnızca topluma yansıyan ve kişilerarası iletişimi beslediği yer ile ilgili nacizane yorumumu paylaşmak amacım.

Yıllarca bize Spor Kulübu Başkanlarının veya antrenörlerinin özgül ağırlıkları üzerinden bir imaj sunuldu. Hepsi “Ağır Abi”, hepsi kendine has karizmaları ile var oluyordu. Şenol Güneş efendiliği ile ağırdı, Fatih Terim teknik yeteneği ile imparatordu, Aziz Yıldırım otoritesi ile gücün kendisiydi, Süleyman Seba saygı, nezaket abidesiydi vb... Seversiniz sevmezsiniz ama hepsinde bir “racon” bilirlik vardı. Neden hiç “Ağır Ağabey” dendiğini düşündünüz mü? Herhangi bir araştırma yapmadım ama gerçekten ağır oldukları için olabilir mi? Kimi ile bir mekanda karşılaşırsınız ve o kişinin ağırlığı oraya bile yansımıştır, hissedersiniz. Onun yanında aşırılıklardan kaçınmanız gerektiğini bilirsiniz. Yanlış bir şey yapıyor bile olsanız-ki insanız yapabiliriz de-çekinirsiniz; “saygıda kusur etmemek” gibi bir özelliğimiz vardı “Ağır Ağabey”izin o adaletli, saygılı duruşundan kaynaklı. Karşılıklı güveni yıkmamak için uğraşılan bir dönem vardı, onun “babacan”lığından mahrum kalmamak için uğraşılan. Hala da vardır çevrenizde o “Abi”lerden, düşünün. Hiç aynı ortama girmemiş olsanız dahi ismi yeter oturduğunuz yerde doğrulmanız için, öyle de “Ağır”dır. İşte o Ağır Ağabeylere duyulan saygı, racon bilmelerinden kaynaklanıyordu diye düşünüyorum. Her zaman söylerim “Mafyatik olmak ile Kabadayılık arasında ince bir çizgi vardır.” diye. Sanıyorum raconun bozulması bu ince çizginin aşılması ile oldu.

Güce sahip olmak başka bir şey; gücü olur olmaz yerlerde, panik içinde, anlık öfkelere hakim olamayarak kullanmak başka bir şeydir. Ülkede herkesin gözü önünde yaşanan şiddet olayında gördük ki, güç denilen kavram herkesin kaldıramadığı bir olgu. Siz hiç kendinden fiziken daha güçsüz olduğu aşikar olan birine el kaldıran bir “Delikanlı” gördünüz mü? Veya karşısındakini sinsice dişiliğini kullanarak pusuya getirip köşeye sıkıştıran bir “Hanımağa”? Bu örnekler muhakkak ki var olmuştur fakat işte burada artık o meçhur racondan söz edilemez. Saygı duyulmak için önce saygı göstermek gerektiğine inanarak, nerede babacan, koruyup kollayan, kiminin karnını doyuran, kiminin arkasını kollayan birini görsem bilirim ki o doğal liderdir.

Ankaragücü Başkanı Sayın Faruk Koca da zannediyorum etrafındaki Emre Belözoğlu gibi karakterine aşina olduğumuz kişilerin “uçurması” ile yılların İmalatı Harbiye ruhuna ve tabii raconuna ters düşecek şekilde “güç”ünü orantısız şekilde kullanmayı tercih etmiştir. Yazım şiddetin ne kadar yanlış bir refleks olduğu konusunda uyarıcı bir kamu spotuna dönüşmeyecek. Ben işin başka bir kısmındayım.

Eğer siz bir toplumda güçlü, saygın, özgül ağırlığı olan bir karakter olarak anılmak istiyorsanız şayet, bunu kendini savunamayacak şekilde görevini yapan bir hakeme yumruk atarak yapamazsınız. Bir haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız bunu yasal yollar ile gidermeye çalışırsanız toplumda adaleti yeniden üretmiş olursunuz, ki adalet dediğimiz şey bu “Kabadayılık” müessesesinin demirbaşıdır. Bu koca koca adamların neyin altında ezilip şiddete başvurduklarını ben bilemem, bu da psikolojinin konusudur. Benim ifade etmeye çalıştığım bu tavırların toplumda nasıl karşılık bulduğu. Eskiden etkili olduğu düşünülen hareketler artık toplumda bu şekilde karşılık bulmuyor. Bu tarz tavırlar “asarım-keserim-vururum” tavırları evet korkutup sindiriyor olabilir ama karşılığı asla saygı olmuyor. Hele ki siz şahsen değil, bir kurumu bir kuruluşu temsil ediyorsanız o kurumun itibarını da zedelemiş oluyorsunuz. Bizim Ankaragücümüze bizim “Gecekondu”muza bu şekilde bir imaj yüklemek binlerce taraftarın gücüne gidiyor çünkü bu taraftar grubundan onlarca kişi tanıdım takdir edersiniz ki her kesiminden insan vardı. En saygın iş insanlarından, en “Çinçin” Mahallelisine kadar; hiçbirinde “racon”u bozan bir saygısızlık görmedim.

Sayın Faruk Koca ve benzerlerinin bu tarz davranışlarından da eminim ki en çok gerçek “Kabadayılar” rahatsızdır ve eminim onlara göre artık “Racon bitmiştir.”

---

*Başrollerini Şener Şen ve Kenan İmirzalıoğlu’nun paylaştığı, senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı, Ömer Vargı’nın yönettiği 2007 yapımı Türk Filminden Ali Osman karakterine ait repliktir.