Pazar çevirisi | Neden Venezuela kontrolden çıkıyor? - Gabriel Hetland
Hem muhalefet şiddeti hem de hükümetin artan otoriterliği suçlanmalı.
Her geçen gün Venezuela hakkındaki haberler kötüye gidiyor.
29 Mart’ta Yüksek Mahkeme Ulusal Meclis’i feshetti. Bu kararın günler sonra kısmen geri alınması ölümlerin görüldüğü yeni bir protesto dalgasının Nisan başında ortaya çıkışını engellemedi. Ölü sayısı şimdilik otuz ve her geçen gün artıyor. Hem muhalefet hem de hükümet destekçileri öldürüldü. Hükümet binaları yağmalandı ve ateşe verildi, hükümet görevlileri öldürüldü. Ufukta bir son görülmüyor.
Amerikan Devletleri Örgütü (ADÖ) Venezuela’nın krizini ele almak üzere başka bir acil dışişleri bakanları toplantısı düzenleyecek. Venezuela, muhtemelen örgüte üyeliğinin askıya alınmasını boşa düşürmek için ADÖ’den ayrılacağını ilan etti. Çoğunun gözünde bu eylem Venezuela’yı olduğundan daha da dışlanmış bir ülke haline getirecek.
Venezuela’nın derin ekonomik ve toplumsal krizi herhangi bir dinme belirtisi göstermiyor ve ülkeyi felç eden kaos ve şiddetin ortasında kriz daha da kötüye gitme eğiliminde. AP, Ulusal Meclis Başkanı Julio Borges’in yakın zamanda bir düzineden fazla uluslararası bankayla, Venezuela ile iş yapmamaları uyarısında bulunarak temas kurduğunu bildirirken; muhalefet, Başkan Nicolás Maduro’yu görevden alma hedefinde başarıya ulaşmak için ekonomik toparlanma olasılıklarını bir kenara bırakma isteğini gösterdi. Bunun sonucunda hükümet, ülkenin sosyoekonomik krizini çözme ya da hatta ciddiyetini bütünüyle kavrama konusunda görünür kifayetsizliği ve çoğu kişinin otoriterliğe kayış olarak gördükleri nedeniyle artan eleştiriye maruz kalıyor.
Bütün bunları nasıl anlamlandırmalıyız?
Halihazırda Venezuela’nın krizi hakkında dolaşan ve birbiriyle çelişen iki anlatı mevcut. Batı medyasında ön planda olan ilki hükümeti, demokratik bir düzene barışçıl bir şekilde dönme peşindeki kahraman muhalefeti acımasızca bastırmakla meşgul diktatoryal bir rejim olarak resmediyor. Hükümetin ve ufak (ve küçülme eğilimindeki) uluslararası dayanışma topluluğundan belirli kesimlerin ileri sürdüğü ikincisi, (a) zengin seçkinlerin küçük azınlığını temsil eden (b) ABD imparatorluğundan tam destek gören ve (c) rejim değişikliğini sağlamak için, eylemlerinin yasallığı ya da ahlakiliği umrunda olmaksızın, hiçbir şeyden çekinmeyen vahşi, çılgın bir muhalefetin kuşatmış olduğu demokratik olarak seçilmiş bir hükümet resmediyor.
Her iki anlatıda da doğru olan unsurlar var ancak ikisi de Venezuela’nın krizini hakkıyla sunmuyor.
Venezuela’nın otoriter olduğu fikri, Hugo Chávez’in 1998’de başkan seçilmesiyle başlayan Chavista iktidarın on sekiz yılının neredeyse tamamında durmaksızın tekrarlandı. Yakın zamana kadar, Venezuela’nın iktidardaki partisinin 1998 ile 2015 arasındaki on beş ana seçimin on ikisini kazanarak seçimlerde defalarca onaylandığını ve kaybettiği üçünde bunu kabul ettiğini (Aralık 2007, Eylül 2010 ve Aralık 2015) görmezden gelen bu iddiayı reddetmek daha kolaydı. Chávez görevde olduğu dönemde beş sefer önemli farklarla kazandı (örn. en düşük fark 2012’de 55-44 şeklindeydi ve en yükseği 2006’da 63-37 idi). Venezuela’nın şimdiki başkanı Nicolás Maduro da demokratik bir şekilde seçildi. Düzenli olarak tekrarlanan seçim hilesi iddiası temelsiz, çünkü hile Venezuela’nın Jimmy Carter tarafından “dünyanın en iyisi” olarak tanımladığı seçim sisteminde neredeyse imkansız.
Ancak daha önce Venezuela’da otoriterlik iddiaları pek haklı değilken artık bu söz konusu. 2016 başından itibaren bir dizi hükümet eylemi Venezuela’nın otoriter bir yönde hareket ettiği fikrini karşı çıkılması zor hale getirdi. İlk olarak 2016 boyunca, görünür ve hatta açıkça yürütmeye tabi olan Yüksek Mahkeme, Aralık 2015 seçimlerinde yasama çoğunluğunu kazanan muhalefetin denetlediği Ulusal Meclis’i herhangi önemli bir yasayı geçirmekten alıkoydu. Bazı durumlarda, örneğin Leopoldo López gibi mahkumlara af getirmeye çalışırken yasama kendi yetki alanının ötesine geçmeye çalışıyordu. Ancak Yüksek Mahkeme’nin Ulusal Meclis’i sistematik olarak bloke edişi muhalefetin yeni kazandığı yasama çoğunluğunu – ve böylece Aralık 2015 seçim sonuçlarını – gerçekte geçersiz kıldı. İkincisi aylar süren ayak diremeden sonra hükümet anayasanın izin verdiği geri çağırma referandum sürecini 2016 Ekim’inde iptal etti.
Üçüncüsü hükümet, anayasaya göre 2016’da yapılması gereken yerel ve bölgesel seçimleri (Maduro yakın zamanda seçimler için bir tarih belirlemek üzere harekete geçse de) süresiz erteledi. Dördüncüsü, belirtildiği üzere, Yüksek Mahkeme Mart ayında, günler sonra Maduro kararın gözden geçirilmesini istedikten sonra kısmen iptal ettiği, Ulusal Meclis’i fesheden bir karar aldı. Maduro kendi başsavcısı Luisa Ortega daha önce görülmedik şekilde Yüksek Mahkeme’nin kararını “anayasal düzende bir kopuş” olarak kınayınca harekete geçti. Beşincisi Nisan 2017’de önde gelen muhalefet figürü ve iki kez (2012 ve 2013) başkan adayı olmuş Henrique Capriles oldukça su götürür gerekçelerle onbeş yıllığına siyasetten men edildi.
Geri çağırma referandumunu iptal ederek, seçimleri askıya alarak ve muhalefet politikacılarının aday olmalarını engelleyerek Venezuela hükümeti, halkın seçim yoluyla kendisini ifade edebilmesini sistematik olarak engelliyor. Bunu tırmanan otoriterlik dışında bir şeyle adlandırmak zor. Ancak, muhalefetin geleneksel ve sosyal medyaya önemli ölçüde erişimi, belirli sınırlamalara karşın dikkate değer hükümet karşıtı gösteriler yapabilmesi göz önünde bulundurulduğunda Venezuela’yı tam teşekküllü otoriter bir rejim olarak niteleyenlere katılmak da zor (sınırlamaların hepsi değilse de bazıları haklı görülebilir, protestocuların Caracas’ın bazı bölgelerine erişiminin engellenmesi hükümet binalarına defalarca zarar verilmesi ışığında makul görünüyor).
Hükümet otoriter kararları ve ülkenin sosyoekonomik krizini çözmek için anlamlı önlemler alma konusunda süregiden başarısızlığı nedeniyle güçlü bir şekilde eleştirilmeyi hak ediyor. Ancak muhalefet, anaakım medyanın onu sıklıkla dönüştürdüğü suçu olmayan kurban olmaktan çok uzak (anaakım medyanın, muhalefetin geçmişte ve şimdi şiddeti kucaklayışını temize çıkarmasının özellikle kötü bir örneği 19 Nisan tarihli, Hugo Chávez’i deviren 2002 askeri darbesini mucizevi bir şekilde barışçıl bir “protesto hareketi”ne dönüştüren New York Times makalesinde görülebilir: “Geçmişteki protesto hareketleri genellikle solcu hükümeti yerinden etmenin peşindeyken – bunlardan 2002’deki, o zaman başkan olan Hugo Chávez’i kısa süreyle iktidardan indirdi...”).
Muhalefetin şiddet içeren ve anayasaya aykırı araçları kullanma kararlılığının 2002 darbesiyle sınırlı olmadığını ancak halen devam ettiğine yönelik (benim de başka yerlerde ele aldığım) yeterince kanıt mevcut. 2013 Nisan’ında muhalefet Maduro’nun zaferini tanımayı, herhangi bir hile kanıtı olmamasına karşın, reddetti ve yedi sivilin ölümüyle sonuçlanan şiddetli protestolara kalkıştı. 2014 Şubat’ından Nisan ayına, başka bir muhalefet öncülüğündeki şiddet dalgasında kırküç kişi öldü. Raporlar ölümlerin yaklaşık yarısının muhalefet eylemcilerinin yaptıklarından diğer yarısının da devletin güvenlik güçlerinin eylemlerinden kaynaklandığını gösteriyor.
Muhalefet şimdiki protestolarda çok sayıda şiddet eylemine başvurdu. 23 Nisan’da Venezuela’da yerinden geçilen bir haberde Venezuelanalysis.com’dan Rachel Boothroyd Rojas şunları yazdı: “Son on sekiz günkü şiddetin dökümü şok edici – toplu taşıma, sağlık ve veterinerlik tesisleri yıkılırken okullar yağmalandı, bir Yüksek Mahkeme binası yakıldı, bir hava üssüne saldırı gerçekleşti. En az yirmi üç kişi öldürüldü, daha fazla sayıda yaralı var. Sağ kanat şiddetin en şok edici örneklerinden birinde 20 Nisan’da gece 10 civarı, muhalefet çetelerinin saldırdığı bir kadın doğum hastanesinden kadınlar, çocuklar ve yaklaşık elli yeni doğan bebek hükümet tarafından tahliye edilmek zorunda kaldı.”
Yakın dönemdeki trajik ölümlerden biri 23 Nisan Pazar günü Almelina Carillo isimli “kırk yedi yaşındaki bir hemşire öğleden sonra vardiyasından sonra eve giderken [Caracas şehir merkezinde] [bir] Chavista marşıyla karşıdan karşıya geçtiğinde tahminen [yüksek bir binadan] muhalefet destekçisi tarafından atılan [donmuş bir şişeyle] ağır yaralandı”ktan sonra geldi.
Venezuela’nın başaşağı gidişinin ne zaman ya da nasıl sona ereceği açık değil. Bunun karşısında Venezuela’ya değer veren herkesin ve özellikle “Bolivarcı Devrim”in çok sayıdaki başarısını alkışlayan ve belgeleyen merkez-sol aktivistlerin, araştırmacıların ve gazetecilerin görevi üç kısıma ayrılıyor.
İlk olarak gerçeği söylemek. Bunun anlamı elbettte muhalefetin hükümet görevlilerine, tabandaki Chavistalara ve masum seyircilere karşı acımasız ve ölümcül şiddet kullanımını belgelemek ve kamuya aktarmaktır. Bu mesele Venezuela’nın anaakım haber değerlendirmelerinde yer aldığından çok daha fazla dikkati hak ediyor. Ancak Sol, hükümetin otoriterliğe kayışını görmezden gelemez, beceriksiz politikalarını da. Bu liberal temsili demokrasiye kör ve yersiz bir şekilde inanmak nedeniyle değil, Chavismo’nun ilerlemesine katkıda bulunduğu güzel ancak çelişkili ve sorunlu bir “katılımcı ve protagonist demokrasi” ile otoriter yönetim uyumlu olmadığındandır.
İkincisi Venezuela’yı “kurtarmak” amaçlı emperyalist müdahaleler için her türlü çağrıyı reddetmek. Müdahaleler sadece başarısız olmaz aynı zamanda zor bir durumu, Irak ve Afganistan dehşetinin gayet iyi gösterdiği üzere trajik bir duruma çevirir.
Üçüncüsü, kindar, pervasız bir muhalefet ve beceriksiz, hesap sorulamaz bir hükümetin ellerinde acı çeken Venezuelalıların çoğunluğu ile dayanışma kurmak. Hükümete verilen halk sınıfları desteğinin son yıllarda azaldığına şüphe yok. Bunun kesin derecesi bilinmiyor ve Chavismo işçilere ve yoksullara onyılı aşkın süredir sağladığı maddi kazanımlar nedeniyle hatırı sayılır bir halk sınıfları desteğini koruyor.
Halk sınıflarının muhalefete dair temeli olan güvensizliği, iğrenme duygusu ve özellikle muhalefetin vahşi öncü kesimleri nedeniyle olsa gerek muhalefete verilen halk sınıfları desteğininse sınırlı olduğu aynı oranda açık. Bu nedenle Venezuela’nın 2001 civarındaki Arjantin’e benzer bir momente doğru gidip gitmediğini merak etmek için çok sayıda gerekçe mevcut. Arjantin’de o dönem baskın slogan Que se vayan todos idi: Hepsini dışarı atın.
Gabriel Hetland University at Albany’de öğretim üyesi ve Nation, NACLA, Qualitative Sociology ve Latin American Perspectives’de Venezuela siyaseti üzerine yazılar kaleme aldı.
[jacobinmag.com'daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]
Bunlar da ilginizi çekebilir