Manşet

Özgür Gündem Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya: Tarih gösterdi, gerçekleri halka ulaştırmanın yolu tükenmez

Abone Ol
Söyleşi: Aylin Kaplan Fotoğraflar: Hakan Bintepe “Türkiye’de Gazetecilik & Tutuklu Gazeteciler” başlığı ile hazırladığımız dosya kapsamında kapatılan Özgür Gündem Gazetesi’nin uzun süre tutuklu yargılandıktan sonra yakın zamanda tahliye edilen Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ile konuştuk. Kaya, daha önce de kapatılan, hakkında yüzlerce dava açılan, bürosu bombalanan, muhabirleri katledilen Özgür Gündem’in tüm bu baskılara rağmen her zaman bir şekilde yoluna devam etme kararlılığı gösterdiğini hatırlatıyor. Şimdi de yaşanan tutuklama, kapatma, tehdit gibi baskılar karşısında Kaya “Toplumu ortadan kaldıramayacaklarına göre ona gerçeği ulaştırma görevini mutlaka birileri üstlenecek. Ancak toplumu ortadan kaldırmanız lazım, o da mümkün olmadığına göre bu görevi alacak başka insanlar çıkacaktır. Başka mecralar başka araçlar bulunacaktır. Dolayısıyla tabii ki Özgür Gündem’in misyonu başka mecralarda başka araçlarla devam edecektir yoluna, devam ediyor da” diyor. Merhaba. Hapishaneden yeni çıktınız, 29 Aralık’ta. Tutuklanma ve dava sürecinizden bahseder misiniz? 16 Ağustos’ta gazetemiz Özgür Gündem basıldı biliyorsunuz. Onun öncesinde hükümete yakın Sabah gazetesinde Özgür Gündem hakkında geçici kapatma kararı verildiğine dair bir haber geçti, öyle öğrendik gazetenin geçici kapatılma kararını. İlk önce havuz medyasında çıktı. Sonrasında 45 dakika bir saat gibi bir süre geçti, ondan sonra gazeteye tebliğ yapıldı. Daha sonra özel harekatçıların da olduğu epey kalabalık bir polis ordusu tarafından gazeteye baskın yapıldı. Baskın esnasında özel harekatçılar gazetenin haber merkezine silahlarla girdiler. Gazetede bulunan editörlerin tamamını, dayanışma için gelen dostlarımız, misafirlerimiz de vardı, onlar da dahil olmak üzere hepimizi darp ederek gözaltına aldılar. Arabalarda beklettiler 6-7 saat. Ben ve İnan Kızılkaya’yı diğer editör arkadaşlardan ayırdılar. Onları zırhlı araçta tuttular bizi özel bir minübüs vardı oraya götürdüler. İşte bu 6-7 saatlik süreç zarfında orada bekletip darp ettiler. Tehdit ediyorlar, Musa Anter’lerin sonunu hatırlatıyorlardı... 90’lı yıllarda Kürt gazetecilere neler yapıldığını hatırlatıyorlardı. Ardından karakola götürüldük. 5 günlük bir süre zarfında, şartları ağır olan, çok nefessiz kaldığımız bir karakolun nezaretinde tutulduk. Sonra gazetede çıkan haberler, yapılan röportajlar, yazılan yazılar gerekçe gösterilerek tutuklandık; Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, İnan Kızılkaya ve ben. Onun ardından bildiğiniz gibi dört buçuk aylık hapishane süreci yaşandı. İnan Kızılkaya beş aydan beri tutuklu, imtiyaz sahibimiz Kemal Sancılı da bir süre önce tutuklandı. Aynı davadan halen iki tutuklu arkadaşımız var. O süreç devam ediyor. Özellikle Silivri Cezaevi süreci çok ağırdı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL sürecinde neredeyse bütün muhalif basın organları baskı altına alındı, birçoğu kapatıldı, baskın yapıldı, mallarına el kondu, onlarca gazeteci de cezaevine kondu. Özgür Gündem’e yönelik baskıların ardından dayanışma amacıyla Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyası yapılmıştı. Bu kampanyaya katılan pek çok kişiye de soruşturmalar, davalar açıldı. Ve sizler de, mesela İnan Kızılkaya bu davaların hepsinde yargılandınız. Sizinki de böyle miydi? Benim genel yayın yönetmenliğim o kadar uzun sürmemişti. Ben daha bir hafta önce genel yayın yönetmeni olmuştum. Özgür Gündem üzerinde çok yoğun bir baskı olduğu için, neredeyse çıkan her sayısına, gazetede çıkan her yazıya dava açıyorlardı. Dolayısıyla bu baskıyı kırmak için gazetede nasıl bir dayanışma kampanyası örgütlenebilir gibi bir fikir atıldı ortaya. Oradan Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyası çıktı. Bu OHAL’den önce başlamış olan bir kampanyaydı. 3 Mayıs Dünya Gazeteciler Günü’ydü galiba, o gün başlamıştı. Tabii çok yoğun bir katılım oldu, çok etkili bir kampanya oldu. Türkiye’deki neredeyse basın örgütlerinin tamamı, önemli gazetecilerin tümü, aydınlar, sanatçılar hepsi katıldı. Biraz da bu kampanyadan intikam alırcasına, Erol Önderoğlu, Şebnem Korur Fincancı ve Ahmet Nesin tutuklanmıştı. Tepkilerin çapı büyük olunca çok fazla tutamadılar, bırakmak zorunda kaldılar. Bu arada da Darbe Girişimi oldu. Darbe Girişimi’nden sonra basına yönelik bu tür gündemler biraz geri plana düştü. Hükümet OHAL’i çıkardı. Bu OHAL’e dayanarak da ne kadar muhalif yayın organı varsa kapatmaya yöneldi. Nöbetçi Yayın Yönetmenleri’ne yönelik de onlarca dava vardı. Mesela İnan Kızılkaya’nın, kendisi de artık sayısını bilmiyor, 100’ü aşkın davası var. Nöbetçi Yayın Yönetmenleri’nin sembolik olarak bir günlük yaptıkları her sayı için neredeyse her harfi için ayrı ayrı ceza isteniyor, dava açılıyor. Şanar Yurdatapan örneğin ceza aldı. Tüm bu süreçte Nöbetçi Yayın Yönetmenliği, çok doğal olarak daha fazla ön plana çıktı. Ben şunu sormak istiyorum; Özgür Gündem’in kendisi, çalışanları, tutuklananlar; İnan Kızılkaya’nın durumu mesela... Gazetenin kendisi ve ekibi nasıl etkilendi ve nasıl bir yol koyuyor önüne? Özgür Gündem’e yönelik baskıların yoğunlaşma sürecinin başlangıcı 24 Temmuz 2015’tir. Çözüm sürecinin bitmesiyle paralel giden bir dönem oldu. O dönemden başlayarak neredeyse gazetenin her sayısına dava açılmaya başlandı. Özgür Gündem’in sayılarını, yazılarını takip eden özel savcılar görevlendirildi. Her sayısı bizzat oralarda takip edilip dava açılıyordu. Özgür Gündem 90’lardan bu yana çıkan ve böyle kritik süreçlerde hedef olan bir gazete. Muhabirleri katledilmiş, önemli yazarları katledilmiş ve bunlara rağmen yayın hayatını sürdürmüş, topluma karşı sorumluluğundan asla geri adın atmamış, bedeli ne olursa olsun gerçeği topluma ulaştırmak için yayınını sürdüren bir gazete oldu hep. Sermaye medyası gibi bir medya değil Özgür Gündem, topluma sorumluluğu olan bir yayın organı. Bu açıdan kendi geleneği de çok ağır bedeller ödemiş bir gazete. Bu son birkaç yıldır yaşananlar da o baskı sürecinin devamı. 90’lı yıllarda yaşananların tekrarı gibi bir his oldu çalışanların tümünde. Çünkü bütün çalışanların üzerinde tehdit var. Yayın yönetmeninden dağıtımcısına kadar baskı gören bir gazete... Yayın yönetmenine, sorumlu yazı işleri müdürüne dava açılıyor, o arada da muhabirler tutuklanıyor. Gazetenin haber üreten muhabirin kendisi anında haber üretemiyor. Her yazara, yayınlanan her röportaja dava açılıyor. Dolayısıyla gazetede haber üreten bütün kadroların üzerinde baskı oluyor. Az önce de söylediniz; gazeteye yönelik suikastler, tutuklamalar hatta bombalamalar oldu daha önce de. Ama Özgür Gündem hep bir şekilde ayağa kalktı ve yeniden yoluna devam etti. Benzer, belki daha da ağır olan bu koşullarda o gelenek şimdi nasıl devam edecek peki? Gerçekten de daha ağır ama dediğim gibi bu gelenek baskıya rağmen yol yürümüş bir gelenek, bu kanıtlanmış oldu. Baskı uygulayanların kendisi de biliyor bunu. Ben mahkemeye götürülürken polisler söylüyorlardı, “Gazeteyi kapattık yenisini ne zaman çıkarıyorsunuz. Yakın zamanda çıkar...” Biliyorlardı yani. Yakında bir şekilde yolumuza devam edeceğimizi biliyorlardı, polislerin de böyle yorumları vardı. Bu onların da bildiği bir şeydi; Özgür Gündem kapanabilir, ismi değişir ama onun misyonu, topluma gerçeği ulaştırma görevi başka bir isim, başka bir format, başka bir bileşimle devam eder. Bu hep böyle oldu. Bu orada çalışanları gözaltına alarak, hapsederek ortadan kaldırabileceğiniz bir şey değil. Bu bir toplumsal durum. Toplumu ortadan kaldıramayacaklarına göre ona gerçeği ulaştırma görevini mutlaka birileri üstlenecek. Ancak toplumu ortadan kaldırmanız lazım, o da mümkün olmadığına göre bu görevi alacak başka insanlar çıkacaktır. Başka mecralar başka araçlar bulunacaktır. Dolayısıyla tabii ki Özgür Gündem’in misyornu başka mecralarda başka araçlarla devam edecektir yoluna, devam ediyor da. Şu anda tüm baskılara rağmen haercilik yapan yayın organları var. Evrensel gazetesi, Özgürlükçü Demokrasi gazetesi, Birgün gazetesi, Cumhuriyet gazetesi... Birçok gazete var bu görevi sürdüren. Türkiye’de gerçekten ne oluyor ne bitiyor öğrenmek isteyenlerin dönüp bakmak zorunda olduğu gazeteler bunlar. Çünkü anaakım medyaya bakarak Türkiye’de gerçekten neler yaşandığını anlamanın imkanı yok. Onları okuyarak Türkiye’yi anlamak mümkün değil. Dolayısıyla bu misyon toplumlar var oldukça sürecek, ondan hiç kuşkunuz olmasın. Türkiye dünyada gazetecilerin en fazla baskı gördüğü, tutuklandığı, engellendiği ülke. Bugün Cumhuriyet’ten Özgür Gündem’e, en yaşlısından en gencine gazeteciler tutuklanıyor, hapse atılıyor. Bu koşularda hapisanelerde bir araya getirilen gazeteciler sizce mücadelede de yeterince birleşebilecek mi? Bu aslında kısmen oluyor. Biz içerideyken de görüyorduk. Aşağı yukarı basın örgütlerinin tamamı ortak noktada buluşmuşlardı. Birçok farklı noktaları olsa da yayın organları demokratik zeminlerde bir araya geldi. Basın özgürlüğü nefes alıp vermek gibi, vazgeçebileceğimiz bir şey değil. Bu hayatiyetle hareket eden pek çok yayın organı bu noktada buluşup ortak eylemler yaptı. Cezaevlerindeki arkadşlarımızın hepsini gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutukluyorlar. Onlar bizi ayırmıyor. Onlara karşı mücadele edenlerin de, bizlerin de ayırmadan, tüm basın yayın organlarının özgürce yayınlarını sürdürebilmesi için ortak mücadele, dayanışma ağları, kampanyalar örmemiz gerekiyor. Bu oluyor, olmuyor diyemeyiz. Ama daha da büyütmek lazım. Belki çapını genişletmek lazım. Siz tutukluyken dışarıdaki gazetecilerin büyüttüğü dayanışma siz içerideki gazetecilere nasıl yansıyordu? Bu gibi korkunç ortamlarda en iyi gelen şey bu tür dayanışmalardır, hiç kuşkunuz olmasın. Bu dayanışma olmasa oradaki insanlar çok daha zor durumlar yaşayabilir. Oradakiler için moral, motivasyon, güç veren şeyler. İçeridekiler açısından sanıldığının çok ötesinde anlamı var bu birlikteliklerin. Tutukluyken takip ettiğimiz gazetelerin çoğu verilmiyordu ama avukatlar ve ailelerimiz aracılığıyla, mektuplar da kısıtlıydı, haberleri alıyorduk. İçeriye verilen diğer yayın organları çarpıtarak veriyordu ama satır aralarında tüm bunları okuyabiliyorduk. Bu elbette bizim için çok değerliydi. Ama o kadar ağır bir dönem yaşıyoruz ki zaman zaman dışarıdakilerin de dayanışmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorduk. Böyle bakınca esasında dışarısı ile içerisi arasında çok da fark yok. İyi ki içerideydik demek istemiyorum, hücrelerde kaldığımız için koşullar gerçekten çok ağırdı. Ama burada da dokunamadığımız hücreler var. Hücreler inşa edilmiş. Dışarıdaki herkes, iktidarın diktatörlüğe gidişine itiraz eden herkes neredeyse hücrelere alınmış durumda, tecrit edilmiş durumda. İnsanların birbirleri ile iletişime geçmesini engelleyen duvarlar örülmüş durumda. Bu da ancak dayanışmayla, belli ortaklıklar üzerinden bir araya gelerek aşılabilir. Özelikle Kürt illerinde kelimenin gerçek anlamıyla namlunun ucunda gazetecilik yapılıyordu. Şu an ise gazetecilerin çoğu baskıya maruz kalmış, haber yapabilecekleri neredeyse tüm mecraları yitirmiş, gazeteleri, internet siteleri kapatılmış durumda. Peki bu durumda gerçek şimdi nerede? Gerçekler halka nasıl ulaşacak? Gerçekten bu açıdan toplumu bilgilendirme kanallarının, yayın organlarının çoğu kapatılmış durumda. Var olanlar da yoğun baskı altında, geride kalanlara gözdağı veriliyor. Bunu aşmak için çok özel yöntemler yok. Bunu aşmanın yolu mücadele ve dayanışma. Başka tür bir formül ben göremiyorum. Ortak mücadele alanlarını güçlendirmemiz gerekecek. Asla pes edilmemesi gerekecek. Ve her ne olursa olsun mutlaka şu isimle olmazsa bu isimle, şu yayınevi olmazsa bu yayınevi... Mutlaka her baskıya karşı yeni bir platformla yeni bir araçla cevap verilebilir. Eğer gerçeği ulaştırma görevini gerçekten sorumlulukla yapmak istiyorsak bunu topluma ulaştıracak yolu mutlaka buluruz. Eskisine göre olanaklarımız da daha fazla. İnterneti tamamen ortadan kaldıramazlar. Televizyonları da biliyorsunuz neredeyse tümü hükümetin elinde. Ama internet ortamında isteyen herkesin de TV kanalı var. Biz Gezi sürecini de gördük. Nasıl bir yaratıcılık olduğunu gördük. O yüzden ben bu potansiyel kullanılırsa çok büyük şeyler başarabileceğimizi düşünüyorum. Tarih bunu gösterdi, gerçekleri bir şekilde halka ulaştırmanın yolu var. Gerçekten inanırsak, gerçekten topluma karşı gerçeği ulaştırma görevinde ısrar edersek mutlaka bir yolunu buluruz. Ben mutlaka başaracağımıza inanıyorum. Bu süreç aşılacaktır. Dünyada hiçbir diktatör rejim bu şekilde sürüp gidemez. Baskıyı belli bir süre sürdürebilir evet ama ilelebet sürdüremez. Bunu kıracak yöntem de ısrardır.