Engels “Hiçbir şeyin biraz fazlası demek olan bir küçük şey” olarak niteliyor asgari ücreti ve bu açıdan bakarsak asgari ücretli “hiçbir şeyin biraz fazlası” ile yaşamaya mahkûm ediliyor. Dünya’nın her yerinde muhakkak ki yeni yıllar, yılbaşları büyük bir heyecanla idrak edilir. Adı üzerinde; yeni bir yıl. İnsanlar geride bıraktıkları bir yılın ya da geçen zamanın telafisini sağlayacak bir umut olarak değerlendirirler gelen yılı. Türlü inanışlarla başlar yeni yıla girilen o ilk anlar. Nasıl girilirse öyle devam edileceğine çeşitli söylenceler, dilekler, dualar, temenniler... Piyangolar, çekilişler de bu minval üzeredir. “Yeni” sözcüğü TDK’da çeşitli anlamlarla açıklanıyor. “Eskisinin yerine gelen / en son edinilen / kullanılmamış” gibi anlamları var. Fakat bence daha çok bir “umut” anlamı taşıyor; hele bir zamanı nitelemek için kullanıldığında. Bir hafta önce biz de olağan biçimde, yani alışkanlıklar üzere karşıladık yeni yılı ve fakat ciddi bir farkla. Farkı da sadece biz hissetmedik; dar bir zümre dışında ülkede yaşayan herkes hissetti. Daha zor, daha sıkıntılı, daha sorunlu bir yıl geldi. Bugün iktisat bilimine, ekonominin genel ilke ve işleyişine aykırı bir modeli uygulamaya çalışan, dün fiyatlar genel düzeyine zabıta ile, bugün döviz kurlarına sopa ile müdahale eden iktidarın hatalarının maliyetini, faturasını vatandaşa daha fazla yansıttığı bir yeni yıl. Henüz küresel kapital sistemin mevcut sorunları dahi yansımadan yaşadığımız ekonomik kriz düşünülünce, bu yıl dünyada öngörülen gelişmelerle neler yaşayabileceğimiz ortada. Makro düzeyde tartışmaya da aslında hiç lüzum yok, çünkü sıkıntıyı daha net anlamak için vatandaşın haline bakmak, bir illüzyon kurumu haline gelen TÜİK’in dahi verileri ile enflasyonun geldiği yeri görmek yeterli. Asgari ücret “ücretli emeğin ortalama fiyatı” şeklinde izah edilir. Ancak malumunuz asgari ücretin “temel ücret” haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Engels “Hiçbir şeyin biraz fazlası demek olan bir küçük şey” olarak niteliyor asgari ücreti ve bu açıdan bakarsak asgari ücretli “hiçbir şeyin biraz fazlası” ile yaşamaya mahkûm ediliyor. Üstelik bugün Türkiye’de 10 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. 3 milyon 400 bin işçi asgari ücretin altında bir ücretle, 1 milyon 7 yüz bin işçi ise bin 500 liradan daha az ücretle çalışıyor. Toplam istihdamın 26 milyon 952 bin kişi olduğunu düşünürsek asgari ücretin kademeli olarak nasıl “temel ücret” haline geldiğini görüyoruz. Asgari ücretin asgari bir yaşam imkânı sunduğu, ihtiyaçları dahi karşılamadığı bir iklimde daha büyük bir bela ise enflasyon! Yıllardır AKP Genel Başkanı ve ekonomi kurmaylarını “memnun etme” merci haline gelmiş, sair kurumlar gibi propaganda aracına dönüşmüş TÜİK’in “manipüle” edilmiş rakamları dahi sorunu ortaya koyuyor. Her gün gelen ancak iktidara yakın basın yayın kuruluşları tarafından “değerleme” olarak adlandırılan zamlar katlanılmaz hale gelmiş vaziyette. İşin kötüsü devam edecek gibi görünüyor. Gelen gideni aratacak zaar! Bu yıl tek gündem elbette ekonomi olmayacak ancak ekonomi diğer gündemlerin de yapı taşı haline gelecek. Örneğin diğer bir önemli mesele seçim olacak kuşkusuz. Bertrand Russell “Zenginler yoksulları dikkate almadan yönettiği zaman oligarşi, iktidar muhtaçların elinde olduğu ve muhtaçlar zenginlerin çıkarlarını umursamadıkları zaman demokrasi olur.” diyor. Bugün tam da böyle! İktidar, geçmişte yaşadığı fukaralığın acısını milletin servetine göz dikerek çıkarmaya çalışan bir kadronun elinde ve şüphesiz artık zenginler. Yoksulları da dikkate almıyorlar. Dikkate aldıkları tek şey, tek bir kişinin bugün ve yarın için güvenliği. Bunun için hırçınlar ve en iyi defansın, ofansif davranarak gerçekleşeceğini düşünüyorlar. Saldırganlar. Kendileri “bir erken seçim yok” deseler de zamanından önce seçim yapılacağı açık. Zaten bugün “dövize endeksli mevduat” diyerek başlattıkları ve havuç-sopa taktiği ile başarı göstermesi beklenen model de seçim temelli. Ayrıca tarihlerinde verdikleri en büyük zam tutarı ile asgari ücret hakkındaki tasarrufları da bir “PR” aracı. Gerçi ne derece erittiklerini bildiklerinden böyle bir irade göstermek zorunda kaldılar ya! Hülasa bu yıl gündem, ekonomi temelli bir seçim telaşı olacak. Ancak ekonomik sorunların yanında şüphesiz “demokratik” sorunları da en derin şekilde yaşayacağımız bir yıl bizleri bekliyor. Daha birkaç gün önce AKP Genel Başkanı Erdoğan 15 Temmuz’a atıfla şöyle sözler söyledi; Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün, 15 Temmuz'da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de dökülün siz de aynı dersi alırsınız. Bu sözler, benim neredeyse bir yıl kadar önceden beri dillendirdiğim bir riskin kendileri tarafından zımni onayı aslında. Öngörüm, iktidarın seçime yaklaştıkça, seçimi kendisine kazandıracak legal-illegal tüm araçları, meşru olmayan yöntemleri de deneyeceği yönünde. Bu süre zarfında çeşitli şekillerde muhalefeti kriminalize etmeye çalışacak; kâh sokağa çekmeye çalışarak, kâh başka argümanlar kullanarak demokratik zemini zehirlemeye kalkışacak. Elbette, bugüne kadar kendi sebep oldukları çokça krizi fırsata çeviren bir iktidarın “kontrollü” olarak bu gibi işlere tevessül edeceği, dahası korkuları nedeniyle tevessül etmek zorunda kalacağı aşikâr. Yargıyı arka bahçesi haline getirmiş, kolluk kuvvetlerine hâkim ve “parti devleti” olanakları ile başarıyı kaçınılmaz gören bir zihniyetin başka neler yapacağı meçhul. Sadece geçmişte yaptıkları, mazisi bir çıkarımda bulunmaya yetebilir. İşin özü siyasetin demokratik bir krize sürükleneceği, ekonomik krizin en ağır şekilde hissedileceği bir yeni yıl olacak gibi görünüyor. Aksi temennilerle başladığımız bir yılın maalesef görünümü bu. Bizlerin üzerine düşen özellikle bulunduğumuz sahada, siyasetin demokratik bir çıkmaza sürüklenmemesi adına tüm gayreti göstermek kuşkusuz. Ve temennimiz tüm bu öngörülerin yanlış çıkacağı, sorunları, sıkıntıları geride bırakacağımız bir yıl olması. Öyleyse, iyi yıllar.