Kılıçdaroğlu adaylığının önünde geleneksel algı ve değer yargılarına ve hatta ideolojik kalıplara ilişkin hiçbir engelin kalması söz konusu değildir Kılıçdaroğlu adaylığı sadece bir hırs olarak yorumlamanın ötesinde anlamlar barındırmaktadır.
Türk siyaseti uzun zamandır önümüzdeki dönemin genel seçimlerine odaklanmış durumdadır. Bu seçim sıradan seçimlerin çok ötesinde siyasal ve toplumsal sonuçlara gebedir. Hatta 7 Haziran’ı dahi geride bırakacak sonuçlarıyla önümüzdeki dönemin politik yeterliliklerinin ve yetersizliklerinin toplumsal sorunların aşılmasında nasıl bir dengede olacağını belirleyecek dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut siyasal sistemin karar mekanizmaları dikkate alındığında özellikle yürütme erki (ve yürütme erki olmaktan daha fazlası) olarak cumhurbaşkanlığı kritik bir mevzi olarak öncelikli bir öneme sahiptir. Bu nedenle tüm tartışmalar neredeyse muhalefetin cumhurbaşkanı adayı ve onun kim olduğu/olacağı, nasıl olması gerektiği yönünde onlarca görüş kulaktan kulağa toplumun arasında dolaşıma bırakılmıştır.
Kuşkusuz, bu yöndeki iradesini açıklamamış olmakla birlikte, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olma istemi aleni bir gerçekliktir. Ancak, bu adaylık isteminin Türkiye siyaseti açısından geldiği anlam olumsuzdur. Kabul görmeme vurgularının siyasal ve toplumsal zemindeki bağlamlarını ve bu adaylığın olası başarısının nasılını açıklamaya çalışalım. Öncelikle, olumsuzluk kimliğinin üst derecedeki yaygınlığını üç eksende ele alacağız. İlk olarak siyasal kültür ve toplumsal algıların, önyargıların ve bunun siyasal/ideolojik olarak egemen konumlarda mevzilenmiş olmasıdır. İkincisi, toplumun sosyolojik değişiminin keskinliğinin çığ gibi büyüdüğü bir eşikte bunun idrak edil(e)memesi ya da yeterli önemi gör(e)memesinin yarattığı dezavantajdır. Üçüncüsü ve son olarak, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi yapısı, örgütlenmesi, kadroları ve düşünsel perspektifinden kaynaklı sınırlayıcı etmenlerdir.
Türk siyasal kültürünün yurttaşlık yerine genel olarak etnik ve dini kimliklerin ya da bu kimliklerin fraksiyonlarını içeren alt kimlere dayalı ya da belirli ideolojik yelpazelere bağlı olarak kazandığı perspektif toplumsal ve siyasal ilişkilerin temel referansı olmuştur. Tarihsel olarak, yerleşik toplumsal bir kimlik olmanın dışında siyasal veya kurumsal mevzilerin/konumların söz konusu olan niteliğini de belirlemiştir. Dolayısıyla egemen düşüncenin egemen toplumsal kimliği içindeki aktörlerin toplumsal değer yargılarınca; toplumsal değer yargılarının ise siyasal/toplumsal aktörlerce kollanıp sahiplenilmesi bugüne ulaşan girdapların sosyolojik boyutunu beslemiştir. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullarda azımsanmayacak payı olan bu husus, aynı zamanda, önümüzdeki on yılların toplumsal ve siyasal yönelimini belirleyen parametre olmaya devam edecektir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu adaylığında ibrenin "kazanabilirliğini kazanamamaya" dönüştüren psikolojik girdabı yeniden üreterek canlı tutan şey siyasal ve toplumsal önyargıların, bilgisizliğin, niteliksizliğin ve tüm bu hususların belirleyici olduğu siyasal ve toplumsal ilişkilerdir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını olumsuz eksene kaydıran ya da sarkacı o yöne çeken ikinci hususu toplumsal yapının idrak edilme ya da algılanma durumudur. Özellikle siyasal olanın, sosyolojik boyutun dışlanarak sadece siyasal partilere, aktörlere odaklı bir siyaset anlayışıyla var edilmesi hem düşünsel hem de ideolojik zayıflığı hatta ideolojik körelmeyi tetiklemektedir. Özellikle belirli değerler ekseninde kazanılmış olan kimliğe sığınılması, ötekinin ne olduğu ya da ne olmadığını belirleyen bir dışlayıcı olması sebebiyle zaman içinde kültürleşmektedir. Bu durum bir yanda siyasetin aktör/siyasal oluşum eksenli işlemesi diğer yanda toplumun yekpare bir olgu olarak tahayyülünü içeren toptancı yaklaşım nedeniyle aşılamayan psikolojik eşikler yaratmaktadır. Dolayısıyla siyasetin ve toplumun kanalize edilmesini kolaylaştıran ancak sosyolojik olarak ikinci plana itilmiş ya da önemsenmemiş olguların zamanla daha fazla belirginlik kazanmasıyla mevcut bakış açısının körelmesi kaçınılmazlaşmaktadır. Bugün için Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önündeki ikinci temel faktörün bu olduğu kanaatindeyim.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel öncelikli sorunu örgütsel birimindeki insan niteliğinin yoksunluğudur.
Üçüncüsü ve son olarak, yukarıdaki iki olgunun varlığını da dahil olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisinin doğrudan kendi yetersizliğinin asli kaynak olmasıdır. Özellikle merkez ve yerel kadroları bağlamında, içinde bulunulan koşullara nazaran, Kürt sorunundan mültecilere/göçe, iktisadî sorunlardan hukuksal girdaplara, kadın cinayetleri ve tecavüzlerden eğitimdeki çöküşe kadar onlarca örneklemde (istisnalar olmakla birlikte) gerekli tavrın gösterilmesinin hep ikinci planda kalmaya mahkûm edilmesi, üretilemeyen politikanın ve dolayısıyla sosyolojik körlüğün doğal sonucudur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel öncelikli sorunu örgütsel birimindeki insan niteliğinin yoksunluğudur. Bu yoksunluk belirli bir diploma bağlamında değildir, daha ziyade düşünsel bir bakış, farklılaşma, sorunların kaynağını ve süregelen politik işleyişin başarısızlığına yerinde teşhis koyabilme ile yerleşik siyasal algılara neşter atabilme bağlamındadır.
Ana kademe ve yerel düzeydeki bu gerçeklik, partinin giderek yozlaşmasını tetiklerken politik olarak da hiçleşmesini kaçınılmazlaştırmaktadır. Liyakatli ve nitelikli insan gücünden yoksunluk, özellikle, siyaseti salt aktörlere/kurumlara "laf yetiştirmeye" indirgeyen, günün siyasal ve toplumsal sorunlarından uzak bir gündeme odaklanan ve daha da önemlisi siyasetin ve toplumun gerçekliğiyle bağdaşmayan politik yetersizliğe dönüştürmektedir. Dolayısıyla öncesi ve sonrası olmayan ancak toplumsal yönelimi ve etkisi güçlü hamlelerinde (adalet yürüyüşü gibi) boşa çıkmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Siyasal yetersizlik hem Kılıçdaroğlu’nun hem de yönetim kadrolarının geçmişin ihtişamına yönelik söylemlere, dolayısıyla toplumun öncelikli sorunları merkeze almak yerine, gerçekte zerre kadar önemi kalmamış, öz itibariyle hiçleşmiş değer yargılarına takılıp kalmasına neden olmaktadır. Bir yanda kendi girdabında boğulmasına diğer yanda toplumsal sorunlardan gitgide alakasızlaşmasına ön ayak olmaktadır.
Peki, Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığı ve karşılaşılan olumsuz tutumun üstesinden gelinebilmesi, özellikle kısa vadede mümkün müdür? Soruyu bir başka şekilde ifade edecek olursak, Kılıçdaroğlu, neden olamaz noktasına geldi, daha doğrusu olamaz eşiğini kırıp kök salamadı bugünkü siyasetin dehlizlerine? Böylesi bir tarihsel dönemeçte bu girdabın üstesinden gelinebilir mi, toplumsal sorunları merkeze alan bütüncül bir yaklaşım sunulabilir mi? Bu soru(nun)ların yapısal ve kronikleşmiş hususlar özelinde olumlu cevaplanması mümkün değildir. Çünkü, söyleme dayalı bir politik varlığı, somutlaştırmak, ete-kemiğe büründürmek sanıldığının aksine fazlasıyla zorludur. Ancak bu olumsuzluğun Kılıçdaroğlu adaylığının başarısızlıkla sonuçlanacağı anlamına gelmez. Olumsuzluğu olumlu eksene kanalize etmek kişisel bir çabadan ziyade ortak payda da buluşmakla mümkündür.
Kılıçdaroğlu adaylığının önünde geleneksel algı ve değer yargılarına ve hatta ideolojik kalıplara ilişkin hiçbir engelin kalması söz konusu değildir.
Bu anlamda, ortak payda da buluşabilmek adına, siyasal ve iktisadî programdan yoksun olunmasına karşın "Altılı Masanın" alacağı genel tutum sadece Kılıçdaroğlu adaylığını değil, Türkiye’nin önümüzdeki sürecinin dinamiklerini, siyasi niteliğini ve her şeyden önemlisi kronikleşmiş sorunlarının aşılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Ancak, siyasal ve toplumsal algılar, süregelen ideolojik konumlanmalar ve toplumu atomize olarak değerlendiren ahlakçı perspektif nedeniyle ifade edildiği gibi kolay olmayacaktır. Bunun için orta ve uzun vadede düşünsel perspektifi mevcut zihniyetin ürettiği politik bakışın dışında olan aktörlerin görünür olmasıyla mümkündür.
Bu gerçeklik bağlamında, her ne kadar farklı bakış açılarından tartışma konusu olabilirliği kabul edilmekle birlikte, eksiğiyle-artısıyla "Altılı Masa" konuşulabilirliğin, istişarenin ve her şeyden önemlisi farklı siyasal yelpazeyi ve siyasal perspektifi paylaşan aktörleri bir araya getirebilme yönüyle önümüzdeki dönem siyaseti açısından olumlu bir adımdır. Nihayetinde olumlu veya olumsuz olması fark etmeksizin tarihsel sorumluluğu olan bu oluşumun alacağı kararlar, hiç kuşkusuz Türkiye’nin geleceğinde pay sahibi olacaktır. Benzer işlev Kılıçdaroğlu’nun olası cumhurbaşkanlığı’nın başarısı açısından da geçerlidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin özellikle temel toplumsal sorunlara ilişkin özellikle siyasal ve iktisadî anlamda bütüncül-kapsamlı bir program kapsamında politik tavır al(a)maması durumunda; Kılıçdaroğlu’nun olası cumhurbaşkanlığı adaylığını başarısı için;
Parlamenter sistemin yeniden tesisi için oluşmuş Altılı Masa;
İçsel ve ideolojik çatışmayı bir kenara bırakarak güncel siyasal ve toplumsal sorunları referans alırsa;
Geçmişin ideolojik ve diğer geleneksel kimlik siyaseti yerine "yurttaşlığı" referans alarak ortak geleceği ortak değerler ekseninde oluşturma iradesi gösterilebilirse;
Türkiye’nin yeni bir döneme geçişinde nasıl bir gelecek sorusunu cevaplayacak siyasal ve toplumsal ilkelere bağlı siyasal söylem temin edilebilirse;
Kılıçdaroğlu adaylığının önünde geleneksel algı ve değer yargılarına ve hatta ideolojik kalıplara ilişkin hiçbir engelin kalması söz konusu değildir. Burada gösterilecek irade, sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylığı değildir. Önümüzdeki tarihsel dönemin inşa edilebilirliği ve mevcut toplumsal algıların bir nebze de olsa aşılabilmesine katkı sağlayacak bir irade olabilmesi açısından çok kıymetlidir. Diğer yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, olası cumhurbaşkanlığının nitelikli bir perspektif sağlayacağı ve bilgisi, birikimi ve hassasiyeti doğrultusunda iyi şeylere vesile olacağı konusunda kuşku söz konusu değildir. Hatta, daha önemlisi, Türk siyasetinin geleneksel algılarından birine daha neşter atacağını, olabilir görülmeyen bir şeyin gerçekleşmesi hususunda, dünyanın sonu olmadığını göstermesi açısından değerli bir örneklem oluşturacaktır. Tıpkı, geçmişte, Milli Selamet Partisi ile CHP’nin yaptığı koalisyonla bir kaşık suda koparılan fırtınanın, aslında değerli bir istisna olmasının öneminde olduğu gibi … Bu açıdan Kılıçdaroğlu adaylığı sadece bir hırs olarak yorumlamanın ötesinde anlamlar barındırmaktadır. Benzer şey altılı masa içinde geçerli olup her bir tarafın, geleceğin olası girdaplarının sorumluluğundan kaçınmak gibi bir şansı olmayacaktır…