Oğuz Topak yazdı | Otomatik bireysel emeklilik: Yeni bir haraç sistemi mi, yoksa sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi mi?
SOSYAL GÜVENLİK: GÜVENCESİZLİKTEN TOPLUMSAL GÜVENCEYE GEÇİŞ
Her ne kadar gerekçesinde Yasanın amacının ülke içindeki tasarrufları arttırmak olduğu belirtilmiş olsa da esas olarak bu yasa, zorunlu bir şekilde yurttaşları emeklilik riskine karşı gelir desteği sağlamayı hedeflemesi nedeniyle bir sosyal güvenlik düzenlemesidir.
Sosyal güvenlik, kişileri sosyal güvenliğin konusu olan risklerin sonuçlarına karşı gelir güvenliği sağlanmasını ifade eden bir kavramdır. Sosyal güvenliğin konusu olan risklerin önlenmesi dar anlamda sosyal güvenliğin konusu ve amacı değildir. Sosyal güvenlik, sosyal güvenliğin konusu olan risklerin ortaya çıkma¬sının kişinin gelir gider dengesini bozan ve gelir azalması, gelir kesilmesi veya gider artışı şeklinde ortaya çıkarak kişinin gelir gider dengesini bozan sonuçları¬na karşı güvenlik sağlamak sosyal güvenliğin konusudur. Sosyal güvenlik, gelir gider dengesizliğini giderir; dolayısı ile kişilerin muhtaçlığa düşmesine engel olur. Sosyal güvenlik, aynı zamanda kişileri muhtaçlığa düşmek korkusundan kurtaran sistemi ifade eder.
Sosyal güvenlik, gelir güvenliği sağlayarak kişilerde muhtaçlık korkusunu kaldırır. Sağlanan güvenlik, gelir güvenliğidir. Sosyal güvenlik sayesinde kişiler muhtaçlık korkusundan kurtulmuş olurlar. Sosyal güvenlik sayesinde kişiler ge-leceğe yönelik daha emin ve korkusuz adımlar atabilme hürriyetini elde ederler.
Tam da bu nedenle sosyal güvenliğin konusu sosyal güvenlik riskleridir. Sosyal güvenlik riskleri has¬talık, sakatlık, yaşlılık gibi fizyolojik nitelikli; işsizlik, doğum, ölüm, evlilik, çocuk ve aile, konut gibi sosyoekonomik nitelikli risklerdir.
Bir riskin sosyal güvenliğin konusu olabilmesi için taşıması gereken nitelik¬ler şunlardır: risk insana yönelik olmalı, gerçekleşmesi mutlak ve veya muhte¬mel olmalı, ne zaman gerçekleşeceği bilinememeli, gerçekleştiğinde kişide gelir azalması, gelir kesilmesi ya da gider artışına yol açmalıdır.
TEMEL İNSAN HAKKI OLARAK SOSYAL GÜVENLİK VE DEVLET
Günün ve yarının güvence altına alınması gereksinimi, toplumsal barışın ve dengenin korunabilmesi için zorunlu olduğundan, konunun devlet tarafından dü-zenlenmesi kaçınılmaz olarak ortaya çıkmış, bireyler açısından da devlete yönelik bir istem belirmiştir. Bu aşamada sosyal güvenliğin bir insan hakkı olarak tanım-lanma olanağı doğmuştur. Sosyal güvenlik hakkı, "Çağdaş devlet anlayışının bir sonucu olan sosyal hukuk devletinde geçerli sosyal güvenlik ve sosyal adalet ilkeleri gereğince toplamdaki insanlara, insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlamak ve onları korumakla görevli devletten bu yönde gerekli tedbirleri almasını ve teşkilatları kurmasını talep hakkıdır."
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde , sosyal güvenliğin temel bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bildirinin 23. maddesinde insanın sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel hakların neler olduğu belirtilerek sosyal güvenliğe daha geniş bir bakış açısı kazandı¬rılmıştır. Böylece sosyal güvenlik kişiye sadece ekonomik güvence sağlamakla yetinmeyip, insan onurunun korunması ve kişiliğinin geliştirilmesi fonksiyonunu da üstlenmiştir.
Evrensel ve sürekli barışın ancak sosyal adaletin gerçekleştirilmesi ile sağla-nacağı ilkesine dayanan ve sosyal adalet ilkesinin gerçekleştirilmesi amacını gü-den Uluslararası Çalışma Örgütü de sosyal güvenliği, insanların hastalık, işsizlik, yaşlılık, ölüm gibi sebeplerle geçici veya sürekli olarak kazançtan yoksun kalması durumunda düşeceği yoksulluğa karşı koruyan, çocuk sayısının artması ve analık halinde koruma sağlayan önlemler sistemi olarak tanımlamıştır. Söz konusu örgüt tarafından hazırlanmış olan ve 28.06.1952 tarihinde kabul edilen 102 sayılı "Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında Sözleşme" , sosyal sigortalarla sosyal yardımların genel esaslarını düzenlemiş ve sosyal güvenlik sisteminin kap¬samına alınacak riskleri, hastalıkta tıbbi yardım, hastalıkta parasal yardım, işsizlik, yaşlılık, iş kazası ve meslek hastalığı, analık, sakatlık (malullük), ölüm ve aile yar¬dımları olarak belirtmiştir. Sözleşmeyi onaylayacak devletin bu risklerden en az üçüne karşı güvence vermesi aranmış; iş kazası ve meslek hastalığı, işsizlik, yaşlı¬lık, sakatlık ve ölüm risklerinden en az birisinin güvence verilecek üç sosyal risk arasında bulunması zorunlu tutulmuştur.
Söz konusu uluslararası sözleşmelerden sonra kamusal sosyal güvenlik sistemleri bütün dünyada gelişmeye başlamış ve kapsamlı kamu sosyal güvenlik rejimleri ortaya çıkmıştır.
SOSYAL GÜVENLİĞİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ: SOSYAL ADALET YERİNE PİYASA ADALETİ
Ancak, özellikle 1980’li yılların başından itibaren kamu sosyal güvenlik sistemlerinde bir değişim yaşanmaya başladı ve bazı ülkelerde kamu sosyal güvenlik sistemlerinin yerine özel emeklilik sigortaları hayata geçirildi.
Bireysel emeklilik, kamu sosyal güvenlik sistemini tamamlayıcı nitelikte, zorunlu kamu sosyal güvenlik rejimleri yanında ve onlara ek olarak bireylerin gönüllü katılımı ve belirlenmiş katkı esaslarına dayanan özel sigorta tekniğinin dahil edilme yöntemi olmaktadır. Bireysel Emeklilik Sistemi'nin amacı, bireylerin emekliliğe yönelik tasarruflarının yatırıma yönlendirilmesiyle emeklilik döneminde ek bir gelir sağlanarak refah düzeylerinin yükseltilmesi, ekonomiye uzun vadeli kaynak yaratarak istihdamın artırılması ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunulmasıdır.
Model, özü itibariyle, yaşlılık sosyal riskine kar¬şı güvenceyi, bireyin kendi sorumluluk alanına bırakmaktadır. Söz konusu güvence ise, bireyin yapacağı tasarruflarla sağlanacaktır. Bu tasarrufların, sosyal yön ve amacı dışında, oluşan fonların, sermaye birikimi ve bunun yatırımlara yönlendirilmesi nedeniyle çok önemli bir ekonomik boyutu da var¬dır. Bireysel tasarrufların oluşturduğu fonların, bir yandan sosyal güvence (emekli aylığı) sağlama, öbür yandan ekonomik ve mali işlevlerini yerine ge¬tirebilmesi, sosyal sigortadan kesin çizgilerle ayrılan özel sigorta tekniğinin benimsenmesine bağlıdır. Böylece, sosyal güvenlik alanında, sosyal sigorta ve özel sigorta teknikleri birlikte uygulanmaktadır.
Özellikle Şili Modeli olarak tanımlanan bu yeni model 1980 yılında devreye girdi. Şili’de askeri hükümet emeklilik sigortası uygulamalarını kökten değiştiren bir adım attı. Bu köklü değişiklik neo-liberal politikacı ve bürokratların tasarladığı, bütçe açıklarını azaltıcı ve tüm alanlarda özel sektör uygulamalarını arttırıcı bir amaç taşıyan politikaların ürünüdür. Bu sistem değişikliği 1980 sonrasında ilk defa sigortalı olanlar için zorunlu olarak uygulanırken, 1980 öncesinde sigortalı olanlar için isteğe bağlı olarak tasarlanmıştır. Özel emeklilik programları, bazı ülkelerde (ABD, İngiltere, Almanya) işletme düzeyinde, diğer bazı ülkelerde (Fransa, Danimarka, Hol¬landa ve İtalya) ise ulusal düzeyde oluşturulmuştur.
Ülkemizde de 28.3.2001 tarih ve 4632 sayılı kanunla yürürlüğe konulan "Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi", Türkiye sosyal güvenlik sistemine, bireysel tasarrufa ve özel sigorta tekniğine dayalı, emeklilik fon sistemi hayata geçirilmiştir. Bireysel Emek¬lilik Fon Sistemi, diğer ülkelerde olduğu gibi, sistemin ikinci basamağını karşılamaktadır. Bu sistemle ilgili kanunun amacı kamu sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcısı olarak, bireyle¬rin emekliliğe yönelik tasarruf1arının yatırıma yönlendirilmesi ile emeklilik döneminde ek bir gelir sağlanarak refah düzeylerinin yükseltilmesi ekono¬miye uzun vadeli kaynak yaratarak istihdamın artırılması ve ekonomik kal¬kınmaya katkıda bulunulmasını sağlaması için gönüllü katılıma dayalı ve belir¬lenmiş katkı esasına göre oluşturulan bireysel emeklilik sisteminin düzenlenmesi ve denetlenmesidir.
Söz konusu yasa ile ülkemizde hayata geçirilen özel emeklilik sisteminde "Önceden belirlenmiş katkı (prim)" modeli belirlenmiştir. Bu modelde Avrupa'da en az yaygın olan, bu¬na karşılık, 1980'den itibaren ABD'de yaygınlık kazanmaya başlayan modeldir. Bu modelde bağlanacak aylıkların miktarı konusunda, önceden herhan¬gi bir yükümlülük altına girilmemektedir. Sisteme dahil olanlar, gönüllü olarak sisteme dahil oldukları için fonların değer yitirme riskini önceden kabul etmişlerdir. Ödenen pirimler serma¬ye piyasasında değerlendirilir ve emekli aylıklarının ya da ödene¬cek gelirlerin miktarı, fonların borsadaki getirisine göre belirlenir. Bu modelde yönetim, bu amaçla oluşturulmuş bir kurum, bir sigorta şirketi, bir banka, eşit temsil esa¬sına dayalı bir kurum veya karşılıklı yardım sandıkları tarafın¬dan yürütülür. Bilançolarında, yapılacak yardımların miktarının garantisi söz konusu değildir.
Ancak, özellikle sosyal güvenlik hakkı açısından oldukça eleştiri konusu olan bu yeni emeklilik sigortaları 2008 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrasında oldukça ciddi eleştirilere maruz kalmaya başladı ve bu sistemleri hayata geçiren bir çok ülke tarafından asgari gelir güvencesi sağlamaması, sigortalılar tarafından ödenen primlerin sermaye piyasalarında ekonomik istikrarsızlık nedeniyle negatif getiri oranları yüzünden erimesi nedeniyle terkedilmeye başlandı.
EMEKÇİDEN TOPLA ZENGİNE VER: DEVLETİN ÇELİŞKİSİ!
Ülkemizde de 2003 yılında hayata geçen özel emeklilik sigortaları dünyadaki gelişmelere paralel olarak yaşanan ekonomik krizler ve sermaye piyasalarındaki dalgalanmalar nedeniyle katılımcıları açısından hayal kırıklığı yaratırken, Yasanın çıkarılış amacının da gerçekleşmediği ortaya çıkmış oldu. Nitekim, Hazine Müsteşarlığı verilerine göre Türkiye’de 2004 – 2014 yılları arasında emeklilik şirketlerine ait yatırım fonlarının ve diğer yatırım araçlarının yıllık getirilerinin enflasyonun altında kaldığı ve emeklilik şirketlerinin fon performanslarının özellikle enflasyon karşısında önemli bir kayba uğradığı anlaşılmaktadır .
Bu nedenle 2012 yılında sisteme 6327 Sayılı Yasanın 29. Maddesi ile devlet katkısı getirilmiştir. Ancak, her ne kadar yıllık % 25 oranında prim katkısı olarak tanımlanan bu devlet katkısına bir üst sınır olarak yıllık asgari ücret tutarının brüt tutarını aşamayacağına ilişkin bir üst sınır getirilmiş olsa da bu düzenleme de sisteme daha fazla prim ödeyebilme kabileyetinde olan üst ve orta üst gelir gruplarının çıkarına işlediğinden dolayı negatif gelir transferi olarak tanımlanmış ve sosyal adalet ölçütünü zedeleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır.
Gönüllülük esasına dayanan bu sistem halihazırda faaliyette iken 6740 Sayılı Yasa ile getirilen yeni ve zorunluluk temelinde oluşturulan bir sistem bu sisteme monte edilmeye çalışılmıştır.
Dolayısıyla bu sistemi de bozucu bir etkisi olacak bu yeni zorunlu bireysel emeklilik sistemi dünyadaki örneklerinde de olmayan ve Anyasamıza aykırı bir biçimde bir dizi sonuçla yasalaştırılmıştır.
Öncelikle zorunlu bireysel emeklilik sisteminin kişiler açısından kapsamı 45 yaş altı bütün ücretli ve maaşlı sigortalılar olarak tanımlanmış ve Türkiye’de ilk defa olarak zorunlu özel emeklilik sigortası sisteminin Yasanın yürürlüğe gireceği 01.01.2017 tarihinden itibaren bu yasa çerçevesinde hayata geçirilmesine olanak sağlanmıştır. Söz konusu yaşın neden 45 olarak belirlendiğine ilişkin herhangi bir gerekçe sunulmamıştır.
ZORUNLU BİREYSEL EMEKLİLİK: YASA BİZDEN NE ALACAK? NE VERECEK?
13 Milyon işçinin aylık gelirinden %3 kesinti daha
Bu çerçevede bütün ücretiyle çalışan yurttaşlar, 4632 Sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu çerçevesinde işverenleri tarafından özel emeklilik şirketleri ile yapılacak sözleşmeler çerçevesinde asgari 10 yıl boyunca asgari olarak sigorta primine esas kazançlarının her ay yüzde % 3’ü oranında istekleri dışında prim ödeme yükümlüsü haline getirilmiştir. Yine söz konusu yasa ile bu kişilere yönelik sistemde belli bir süre kalmaları şartına bağlı olarak 4632 Sayılı Kanun çerçevesinde verilen katkıya ek olarak ek devlet katkıları tanımlanmıştır. Esasen zorunlu özel emeklilik sistemi olarak tarif edilecek bu sistemin kapsamında yeralan ücretli veya maaşlı yurttaş sayısı söz konusu yasa tasarısının TBMM plan ve bütçe komisyon görüşmeleri esnasında Maliye Bakanı tarafından yaklaşık 13 milyon kişi olarak belirtilmiştir.
Şirketlerin insafına terkedildik
Bu yeni sistem zorunlu bir emeklilik sigortası olmasına rağmen kişilerce yatırılacak primlere ilişkin herhangi bir devlet garantisi tanımlanmamış ve sigortalılar ekonomik risklere karşı korumasız bırakılmışlardır. BES’te ne şirketler getiri/gelir garantisi vermekte ne de devlet garantisi söz konusu. Sistem tamamen bireysel riske dayalıdır.
Bu yeni sistemde asgari prim ödeme süresi 10 yıl olarak tanımlanmış olsa da sigortalıların aylık alma hakkından yararlanabilmesi için 56 yaşını doldurmuş olma şartları bulunmaktadır. Dolayısıyla primli sosyal güvenlik modelleri açısından nimet ve külfet ilkesi olarak tanımlanan belirli bir dönem prim ödeme ve bu çerçevede aylığa hak kazanma anlayışı zedelenmiştir. Sisteme zorunlu olarak katılmış, 44 yaşındaki bir ücretli 10 yıl boyunca prim ödemiş olsa dahi aylık almak için 2 yıllık ek süreyi beklemek zorundadır.
Yine bu emeklilik sisteminde kişinin ödediği primler ve birikimlerinin miktarı ile sınırlı olmak üzere aylık bağlanmaktadır. En az on yıla denk gelecek şekilde sistemde bulunmak ve katkı payı ödemek koşuluyla 56 yaşını tamamladıktan sonra “emeklilik hakkı” elde edilmektedir. Ancak “emeklilik hakkı” ifadesi yanıltıcıdır. Çünkü sistem belirli bir emekli aylığını ve oranını garanti etmemektedir.
Tamamen piyasa koşullarına göre değerlendirilecek birikimler belirli bir süre sonunda tasarruf sahibine ödenmektedir. Sistem bireysel tasarruf hesabına benzemekle birlikte vadeli tasarruf hesaplarında olduğu gibi önceden bilinen bir getiri oranı yoktur. En az 10 yıl sistemde kalıp 56 yaşını dolduran katılımcılara o ana kadar yaptıkları katkılar getirileri (nemaları) ile birlikte topluca veya bir programa bağlı olarak dönemsel olarak geri ödenmektedir.
Hedef Ücretlilerin Geliri
Bu yeni sistem zorunlu olarak tanımlanmış olmasına rağmen toplumsal kesimlerin bazıları dışarıda tutulmuştur. Özellikle toplumsal adaleti zedeleyici nitelikte gelir düzeyi yüksek olan işverenler ve kendi hesabına çalışanlar (5510 Sayılı Yasanın 4/b Maddesi kapsamında olanlar) sistemin dışında bırakılmışlardır. Ücretli ve maaşlı kesimlerin ücret ve maaşlarının % 3’ü oranında gelirlerinin düşmesine neden olacaktır. Gelir dağılımını bozucu etkisi yanı sıra aynı zamanda bu kesimlerinin pazarlık gücünü de düşürücü bir etki yaratan bu düzenleme toplumdaki bir sınıf veya grup çıkarına toplumsal dengeyi bozucu bir etki yaratacaktır.
Yoksula Az, Zengine Tam Destek!
Bu yeni sistem aynı zamanda ücretli ve maaşlı çalışanlar arasında da negatif bir gelir transferi etkisi yaratacaktır. Yüksek gelir düzeyi sahibi olan ücretliler devlet katkısından daha fazla yararlanabilecek ve düşük ücretliler ise bu yardımdan daha az yararlanacaklardır. Sosyal güvenlik sisteminin ana prensiplerinden birisi olan zenginden alıp yoksula verme olarak da tanımlanabilecek olumlu gelir transferi yerine olumsuz gelir transferi nedeniyle gelir dağılımında yüksek gelir gruplarının lehine bir durum yaratılacaktır.
İşveren Katkısına Ne Oldu?
Zorunlu BES’te işveren katkı payı yoktur. Oysa sosyal sigorta sisteminin olmazsa olmaz koşullarından biri işveren katkısıdır. Oysa sosyal sigorta sisteminin olmazsa olmaz koşullarından biri işveren katkısıdır. Kamu sosyal güvenlik sistemine işverenler işsizlik sigortası dahil toplam yüzde 17,5 oranında katkı yapmaktadır. Zorunlu BES’te devlet sisteme girişte bir defaya mahsus olmak üzere bin TL katkı yapacak. Ayrıca her ay katılımcı katkı payının yüzde 25’i oranında katkı yapacak. İşveren katkısının olmayışı sistemin sosyal güvenlikle ilgisi olmadığının önemli kanıtlarından biridir. Sistem devlet katkısı hariç tümüyle çalışanın sırtına yüklenmiş durumdadır.
Kesintilerden bunalanlara bir kesinti daha!
Getirilen bu sistem aynı zamanda çalışanlara ikinci bir prim ödeme yükümlülüğü getirmektedir. Bilindiği üzere çalışanlar, 5510 Sayılı Yasanın 81. Maddesi çerçevesinde gelirlerinden yüzde 20 oranında emeklilik sigortası primi ödemektedirler. Bunun yanında diğer riskler için de ayrıca primler ödemektedirler. Toplamda ücret ve maaşlardan kesilen primlerin toplamı ücretliler için brüt ücretlerinin % 33,5 oranındadır. Bu kadar yüksek bir prim kesinti oranında prim ödeyen bu kesimlere ek bir prim yükü getirilmesi, sosyal güvenlik hakkı kapsamında çalışma hayatında aktif olarak ücret ve maaş geliri elde edenler açısından ikinci bir prim kesintisi anlamına gelir. Bu da zorunlu prim olması nedeniyle tıpkı “çifte vergiledirme”nin Anayasa’ya aykırı olması gibi aynı faaliyet için ikinci bir prim ödeme zorunluluğu anlamına gelmektedir. Öte yandan 6740 sayılı Yasanın kapsamına gelir düzeyi yüksek olan kesimler dahil edilmemiştir. Bir diğer deyişle işverenler ve kendi hesabına çalışanlar yasanın kapsamına alınmamıştır. Ücretiyle yaşayanların kapsama alındığı bu düzenleme gelir dağılımını olumlu yönde düzenleyici bir yasal düzenleme değildir. Ücret ve maaşıyla yaşayanların aylık gelirlerinden % 3 oranında ek bir prim kesintisi yapılırken işverenlere ve kendi hesabına çalışanlara yönelik böyle bir yükümlülüğün getirilmemesi de sosyal adalet ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Devletin görevi toplumun gelir düzeyi yüksek kesimlerinden gelir düzeyi düşük kesimlerine yönelik gelir dağılımını düzenleyici sosyal adalet ilkesini hayata geçirecek düzenlemeleri hayata geçirmektedir. Oysa burada yapılan sadece farklı sosyal kesimler arasında olumsuz gelir transferi sağlanması değildir. Aynı zamanda bu zorunlu bireysel özel emeklilik sistemi, özünde geciktirilmiş bir ücret olmasına rağmen işverenlere herhangi bir sorumluluk getirilmeyerek işverenlerin yükümlülüğü ortadan kaldırılmıştır.
Sosyal Güvenlik Mantığı Ters Yüz Ediliyor; fakirden alınan vergiler de zenginlere gidecek
Yine bu sistem ile ücretli ve maaşlı kesimler arasında da olumsuz yönde gelir transferi mekanizmaları düzenlenmiştir. Sisteme devlet katkısı tanımlanırken ikili bir devlet katkısı düzenlenmiştir. Buna göre zorunlu bireysel özel emeklilik sigortası kapsamında olanlara sisteme katıldıkları yıl sonunda bir defaya mahsus 1,000 TL. verilecektir. Yine 4632 Sayılı Yasanın ek birinci maddesindeki usul ve esaslarla sigortalının sistemde kalma süresine göre (zorunlu bireysel özel emeklilik sigortasında zorunlu olarak 10 yıl) primlerin % 25’i oranında bir katkı belirlenmiştir. Bu katkının üst sınırı olarak da yıllık asgari ücretin tavanını aşamayacağı düzenlenmiştir. İkinci katkı ise on yıl sonunda emeklilik hesabında biriken toplam meblağın tümünün üzerinden % 5 oranında bir katkı tanımlanmıştır. Bu devlet katkısı sistemi birçok açıdan sosyal adalete aykırıdır. Her şeyden önce kamusal sosyal güvenlik sisteminde bu yönde bir devlet katkısı bulunmamasına rağmen bireysel özel emeklilik sistemine bu devlet katkısının verilmesi vergi ödeyen düşük gelirli yurttaşların vergilerinin yüksek gelirli kesimlere aktarılması anlamına gelmektedir. Yine sistem içerisine alınan düşük gelirli (asgari ücretlilere) ödenecek devlet katkısı ile yüksek gelirlilere ödenecek devlet katkısı arasında yüksek gelirliler lehine ayrım yapılmıştır. Bu da sosyal adaleti tersinden uygulamak anlamına gelmektedir.
Yine bu zorunlu bireysel özel emeklilik sigortasında nimet külfet esası terkedilmiş ve sosyal sigortacılık mantığı yok edilmiştir. Sosyal sigortacılık mantığına göre fayda ve maliyet esası sigortalıların belli bir dönem prim ödeyerek gelir yoksunluğuna uğradıkları dönem için yaşamlarını idame ettirebilecekleri sürekli bir gelir elde etmeleridir. Devletin emeklilik riskine karşı uygulaması gereken sistemde asgari bir prim ödeme süresi saptanarak bu sürenin sonunda kişiye aylık bir gelir bağlanması söz konusu olur. Ödenen aylık gelirin bir süre sınırı bulunmaz. Ancak 6740 Sayılı Yasa ile getirilen bu sistemde sigortalıya sadece iki hak tanınmıştır. Bunlardan ilki toptan ödeme almaktır. Bir diğeri ise sigorta fonundaki bireysel birikiminin miktarı kadar aylığa bölüp ortaya çıkan süre boyunca bu aylığı ödemektir. Dolayısıyla sistem bir sosyal güvenlik sistemi olarak tanımlanmamış, tabiri caizse sadece devlet zoruyla özel bir tasarruf fonu sistemi kurulmuştur. Bu da sosyal hukuk devleti ilkesini ve sosyal adaleti zedeleyici bir düzenlemedir.
Birikimlerimiz yine heba mı edilecek?
Son olarak bu düzenleme ücret ve maaş gelirlerinden kesilen bu primleri ve birikimi korumamaktadır. Bu güvencesizlik iki boyutludur. Birincisi işverenlerin ücretlilerin bu primlerini yatırmaması halinde öngörülen cezada adaletsizliktir. Bunun tespiti halinde işverene sadece prim ve olması gereken faizi ödeme yükümlüğü getirilmektedir. Ayrıca her bir çalışan için de 100 TL. idari para cezası öngörülmüştür. Faiz oranlarının yüksek olduğu bir ortamda işverenler açısından bu cezaların suçu önleyici bir caydırıcılığı bulunmamaktadır. Aynı şekilde eğer işveren iflas ederse veya ödeme acziyetine düşerse ne olacağı belirtilmemiştir. Bir başka deyişle bu tür durumlarda devlet garantisi bulunmamaktadır. Kişinin kendi iradesi dışında böyle bir sisteme kanun aracılığıyla dahil edilmesine rağmen kişinin birikiminin korunmaması sosyal hukuk devleti ilkesine açık aykırılık teşkil etmektedir. İkinci olarak sosyal sigorta mantığı primli rejimde özellikle emeklilik sigortasında kişinin gelirden yoksun kaldığı ihtiyarlık veya yaşlılık döneminde kişiye yaşamını idame ettirecek sürekli bir gelir bağlanarak yaşlılık riskine karşı yurttaşı korumayı amaçlar. Bu çerçevede kişinin birikimlerinden bağımsız olarak sosyal güvenlik sistemi aktif sigortalılardan toplanan primleri pasif sigortalılara aktarır. Bu sistemde toplanılan primlerin ekonomik risklerden uzak tutulması esastır. Ekonomik kriz dönemleri veya olağanüstü ekonomik çalkantılarda sermaye piyasaları gibi spekülatif para hareketlerinden etkilenmeyecek korunaklı yatırım araçlarında bu primler değerlendirilir. Sosyal hukuk devletinin görevi yurttaşlarının bu birikimlerini korumak ve yurttaşlarına gelir güvencesi sağlamaktır. Gönüllülüğe dayalı özel emeklilik sigortalarında sözleşme hürriyeti kapsamında yapılan bir irade beyanına dayalı bir sözleşme ile sisteme girildiğinden bu tür ekonomik risklerin sonuçları kişi açısından ve şirket açısından önceden iradelerinin beyanı ile öngörülmüştür. Bu durum sözleşme hürriyeti kapsamındadır. Bu çerçevede yatırılan primlerin ekonomik riskler karşısında erimesi, hatta yok olması bile bu hürriyet kapsamında her iki tarafça imzalanmış sözleşme şartları çerçevesinde ele alınır. Oysa 6740 Sayılı Kanun ile getirilen zorunlu özel bireysel emeklilik sigortasında sigortalı olarak tanımlanan taraf kendi irade beyanı ile bu sözleşmeyi imzalamadığı gibi işverenince imzalanmış bir sözleşmeye tabi kılınmaktadır. Dolayısıyla bu düzenlemeyi sözleşme hürriyeti kapsamında ele almak mümkün olmadığı gibi bu sözleşmenin sonuçları açısından da sigortalıyı sorumlu tutmak sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Bu nedenle Zorunlu BES uygulaması Anayasa’nın sosyal hukuk devleti ilkesine ve sosyal güvenliğe ilişkin hükümlerine aykırı olduğu gibi bireysel hak ve özgürlükler arasında yer alan sözleşme özgürlüğü ve mülkiyet hakkına da aykırıdır. Bir başka deyişle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 60. maddesine, 2. Maddesine, 10. Maddesine, 35 ve 48. Maddelerine de aykırıdır.
SONUÇ: AMACINIZ NE?
Çıkarılan bu yasada işçilere ve memurlara yönelik olarak bu düzenlemenin gerekçesindeki tasarrufları arttırma mantığının da gerçekçi olmadığı söylenebilir. Bu çerçevede Anayasa’ya, sosyal adalete aykırı olan bu düzenlemenin neden çıkarıldığının daha net bir şekilde tartışılması da gerekmektedir.
Özellikle kamusal sosyal güvenlik sistemlerinin tasfiyesine ilişkin neo-liberal projelerin bir uzantısı olan bu yasal düzenleme, bir pilot uygulama olarak değerlendirilmelidir. Amaç, çalışan kesimlerin emeklilik sigortalarını piyasanın insafına bırakacak olan modelin Türkiye’de de hayata geçirilmesidir.
Bu nedenle BES bir emeklilik programı değil siyasi iktidarın çalışanlardan aldığı bir haraç, bu sistemin amacı da özel bir emeklilik sigortası sistemini hayata geçirmektir.
Bunlar da ilginizi çekebilir