Kimlik üzerinden siyaset sırf ülkemizde değil batı ve Rusya’da da belirleyici olmuş durumda. Francis Fukuyama’ya göre kimliğin temel motive edicisi eski antik Yunanda tanımlanan “Tyhmos”. Tyhmos insan doğasındaki tanınma ve varlığının onore edilmesi motivasyonunu sağlayan temel saik. Kimlik bir Rus için Rus olma onuru ve Ukrayna savaşındaki insanlık suçlarından veya Rus müdahalenin meşruluk tartışmalarından çok daha önemli. Bir ABD’li için ise kimlik Amerikalı olmanın değerinin küresel iklim değişikliği ile mücadeleyi önemsemekten çok daha önemli.
Tyhmos’un belirleyiciliğini son yıllarda ülke siyasetimizde iliklerimize kadar hissedebiliyoruz. Seçim sürecinde uçak gemisi olarak algılatılan çıkarma gemisi devasa TCG Anadolu’daki ziyaret kuyruğundaki onurumuzdan, Sümela manastırı ayinlerini protesto ederek bu pastadan pay kapmaya çalışan bir muhalefet partimizin eylemlerine kadar bu Tyhmos-Kimliğin kullanımının belirleyiciliğe şahit olmaktayız.
Yeni tür dalga seküler milliyetçilik ve ulusalcı İslamcılık olarak kimlik ile tanımlanan bu durum “Tyhmos” adına seçmende refah, adalet, insan hakları ve çevre gibi tartışmaları, sütre arkasına atmayı tercih ettirmektedir. Prof. Volkan bu duruma kitlelerin kimlikleri adına “blind trust” yani grup veya kitle kör inancı-güveni demekte.
Ülkemizde popülist ulusalcı İslamcılık tamamen kimlik tartışmaları üzerine oturmakta. Ön plana çıkan dini tarikatların ise ötekine yapılan adaletsizlikler ve çevre gibi konuları kimlik adına görmemeleri insani ve vicdani anlamda dikkat çekmekte. Bu anlamda özellikle Mevlâna Halit Şehrezori tarafından Kuzey Irak ve Suriye’de etkin kılınan Halidi Nakşiliğinin mevcut Anadolu kollarının otoriter ulusalcı Türk-İslam sentezi kimlik tartışmalarında devletçi-bekacı görünümleri ön plana çıkmakta.
Bu doğrultuda geçenlerde dostum Osman Bostan ile hâl-ahlak merkezli Müslümanlık ile kimlik merkezli Müslümanlığın ülke coğrafyası-tarihi üzerindeki bugünden düne geçmişini tartışıyorduk. Tartışmanın merkezi Melami-Bektaşi-İnsan merkezli tarikat-tasavvuf anlayışının Halidi Nakşi-Mevlevi devletçi tasavvuf anlayışı ile yer değiştirmesi iddiaları üzerine gelişti.
Mevlâna Halit’in Hindistan ezoterik deneyimleri ve katı medrese fıkıh geleneğini sentezleyerek yorumladığı Nakşilik anlayışının Anadolu’ya yayılması ile II. Mahmut’un Yeniçeri ocağı tasfiyesi ve merkezi bürokratik devlet reformları eşzamanlık içermekte. II. Mahmut Yeniçerilik-Bektaşilik ilişkisinden sonra başta Halidi Nakşiliğine ciddi mesafe koydu.
Ancak kendi bürokrasisinde buna engel olamadı sonunda Halidiliği kabullendi. Oğlu Abdülmecit Halidiliği içten benimsedi. Nakşiliğin hanedan ve bürokrasi üzerindeki etkisi zamanla arttı. İşin ilginç yanı, halk tarafından batı reformlarıyla gavur padişah olarak isimlendirilen II. Mahmut ve Abdülmecit’in Nakşibendi cemaati tarafından devlet otoritesi adına bir şekilde benimsenmesiydi.
Mevlâna Halit uzun süren Hindistan ve İran seyahatlerinde Hindu, Şii, Selefi ve İsmaili alimlerle uzun tartışmalar yapmış, Britanya işgalini de gözlemlemişti. Etkin Şii felsefesi ve Selefi iddialarına karşı güçlü, Nakşiliğe de saygı gösteren kaosa karşı düzen koyucu bir Sünni devlet ve hilafet anlayışını benimsemişti.
Nitekim 93 harbi Rus işgaline karşı antiemperyalist direnişte Şeyh Şamil ve Şeyh Muhammet Diyauddin önemli roller oynamıştır. Şeyh Ubeydullah İran’a karşı kısmen devlet adına aşiretiyle savaşmıştır. Halidi Şeyhi Esat Erbili’nin (1847-1933) hanedan ve bürokrasi mensupları üzerindeki etkisi ve Erbil’de Türk muhipler cemiyeti kurması örneğini burada verebiliriz. Nurşin’de Şeyh Abdurrahman Taği yanında yetişen Said Nursi’de de devletçi karakter ağır basıyordu.
Özellikle Mevlâna Halit Şehrezori tarafından Kuzey Irak ve Suriye’de etkin kılınan Halidi Nakşiliğinin mevcut Anadolu kollarının otoriter ulusalcı Türk-İslam sentezi kimlik tartışmalarında devletçi-bekacı görünümleri ön plana çıkmakta.
Cumhuriyet kurulurken Atatürk’ün silah arkadaşları dahil Nakşilik bürokrasi de hala etkiliydi. Cumhuriyet döneminde Halidi Seyit Abdülhakîm Arvâsî (1860-1943)’nin dikkat çeken iki talebesi vardı. Birisi Necip Fazıl bir diğeri ise Hüseyin Hilmi Üçışık idi. Hüseyin Hilmi bey Askeri lisede öğretmendi. Ordu ve istihbarat birimlerinde etkin öğrencileri vardı. Özellikle 1980’lerde Işık cemaatinin ekonomik yükselişini bugünkü muhalif kamuoyu görseydi bir Menzil tepkisi koyabilirlerdi. Abdülhakim Arvasi’nin oğlu Seyit Ahmet Arvasi ise Türk İslam sentezi ideolojisinin inşasına katkıda bulunmuş ve MHP’den siyasete atılmıştır. Oldukça nitelikli biriydi. 1980-90’lı yılların bürokrat ve muhafazakâr siyasetçilerin manevi kaynağı ise İskenderpaşa dergahıydı.
Devlete kahtı-ricale[1] karşı kadro yetiştirmek sanki bu meşrepte seyri sülükte[2] hal üzerine kâmil insan yetiştirmenin önüne geçti. Bu durum ise popülist otoriter sürreal beka söylemi girdabına özellikle Halidilik gibi kitlesel tarikatları işin içine çekti. Burada sanki Ziya Gökalp’in cemiyete atfettiği ilahi mefkure yaklaşımı kadim devlet anlayışı için tecelli etmekteydi. İş işin içinden çıkılmaz hâle büründü. Yola zarar verdi. Zaman zaman yol da maksattan uzaklaştı. 2000’li yıllarda artık anakronik tarih ve derin mafya dizilerinde ricaül-gayp[3], zamanın sahipleri gibi tarikatların ezetorik hiyerarşik mitleri popülist otoriter Türk-İslam sentezi dizilerinde kullanılıyorlardı. Büyük kitleler zihinsel ve algısal yanılgıya uğratılıyorlardı.Halbuki Kur’an’da Hızır kıssasında ezoterik epistemolojinin özel bir seküler alan olduğu açıkça ifade ediliyordu. Bunu siyasi veya ideolojik çıkarlar için kullanmanın manevi sorumluluğu ortadaydı.
Ayrıca tarikatın esas kurucusu Orta Asyalı Türk, Şahı Nakşibendi (1317-1389) üveysi[4] bir meşreptendi. Katı hiyerarşiden yoksun ahlak ve hal üzerine bir seyri-sülük anlayışı vardı. Gayrimüslimler ve tüm canlılar üzerinden bu mana da birçok söylevi mevcuttu.Batıda Müslümanlığa geçmenin din değiştirmenin en etkin yolu tasavvuf olması gerçeğine karşı bugünkü birtakım tarikatlar, kimlik İslam’ı görüntüleri ile öteki için dinden soğumanın vesilesi olmaktalar.
Kimlik mücadelesi bir şekilde kini ve öfkeyi de barındırmakta. Ancak içinde kini barındıran kimliği bırakın tasavvufu, herhangi bir din bile kabul edemez.
---
[1] Kahtı rical devlet kadrolarının milletin öz evlatlarına değil yabancı değerleri savunan bir üst sınıf tarafından doldurulması. [2] Tarikatte artık şeyhe ihtiyaç kalmayacak noktaya giden manevi yolculuk. [3] Toplumda sıradan biri ancak manevi alemde görevli zaman yolcusu. [4] Üveysi meşrep tasavvufta hiyerarşik yapıda şeyhten eğitim almayıp, manevi dünyada Hz. Hızır veya çağdaşı olmayan bir şeyhin ruhaniyeti ile olgunlaşmak demek.