Sonuçta ülkelerin ve dünyanın yaşadıkları kader değil insanların tercihlerinin, seçimlerinin sonucudur. Bütün mesele bu tercih ve seçimlerde sorumluluk sahibi olup olmamaktır. Bundan yaklaşık 2 yıl önce 5 Kasım 2020’de ABD Başkanlık seçimleri üzerine “Neden Biden kazanmalıydı?”  başlıklı yazıda; Biden başkan seçilmeye çok yakın. Trump hukuki süreçleri zorlayacak olsa da sonuç alması zor görülüyor. Bu açıdan Biden’ın başkan seçilmesinin dünya için önemi büyük daha doğrusu dünyanın farklı yerlerinde yaşayan demokrasiden, özgülükten ve adaletten yana olanlar için bu böyle. Dünyanın her yerinde popülizme karşı olan herkesin Biden’ın kazanacağı bir zafere ihtiyacı vardı. Çünkü bu zafer, dünyadaki popülist dalganın bir nebze olsun yavaşlaması için artık daha fazla umudumuz var. Popülist liderlerin keyfine bırakılmayacak kadar ciddi olan sorunların daha kurumsal bir işleyiş içinde gündeme gelmesi, popülist liderlerin keyfi biçimde dünyayı daha yaşanmaz hale getirmesini Biden’ın seçilmesi bir nebze olsun yavaşlatacaktır.” şeklinde düşüncelerimi ifade etmiştim. İtiraf etmeliyim ki benim yazım yazıldığı tarih itibariyle hayli iyimser bir yazışmış. Ama yine de dünyanın farklı ülkelerinde popülist, otoriter liderlere karşı sol, sosyal demokrat adaylar seçim kazandı. Bunları ben her şeye rağmen umut olarak görüyorum. Benim bundan 2 yıl önce ifade ettiklerim benzer bir düşünceyi geçtiğimiz haftalarda 2023 yılında Türkiye’de yapılacak seçimin sadece bizi ilgilendirmeyecek sonuçları olacağını Türkiye’nin parlak tarihçilerinden Stanford Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu önceki hafta Oksijen Gazetesi’ndeki köşesinde ifade etti. “Türkiye, 1923, 2023 ve dünya” başlıklı yazısında Yaycıoğlu şunları aktarmıştı; Açıkça ifade edelim: muhalefetin seçimi kazanması ve Erdoğan rejiminin barış içinde sonlanması, dünya demokratik kamuoyu için büyük bir umut ışığına dönüşecektir. Aynı zamanda, bu derece otoriter bir iktidarın demokratik bir mücadele ile değiştirilmesi dünya demokrasi tarihinin önemli safhalarından biri olarak değerlendirilecektir. Bu mücadele adeta bir model olarak görülecektir. Bu da sadece Türkiyenin değil, Türkiye demokrasisinin dünyadaki değerini artıracaktır. Aynen Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun birçok ülkeye ilham kaynağı olması gibi, 2023’ün de benzer bir küresel etkisi olması muhtemeldir. Seçim kaybedildiğinde ise, bu mağlubiyetin küresel etkileri bir o kadar kuvvetli olacaktır. Türkiyedeki muhalefetin seçim kaybı, Dünyada Macaristan ile kıyaslanamaz derecede yankı uyandıracaktır. Demokratik mücadele içindeki birçok kesim bu yenilgi karşısında umutsuzluğa kapılacak, yeni otoriter rejimlerin demokratik yollarla ortadan kaldırılacağına olan güven azalacaktır. Kısaca, muhalefetin sorumluluğu sadece Türkiye toplumuna ve tarihine karşı değildir. Bu küresel bir sorumluluktur. Başarı küresel bir başarı, yenilgi küresel bir yenilgi olacaktır.” Özetle Yaycıoğlu;Türkiyenin bölgesindeki ve dünyadaki konumunu düşünürsek, sadece Türkiyenin kaderini belirlemeyecek. Otoriter ve irrasyonel fırtınanın sardığı birçok başka ülke için de Türkiyedeki seçimler referans kaynağı olacaktır.” demektedir. 2020’de Biden’ın kazanmasını ben nasıl demokratik bir dünya için umut gördüysem Yaycıoğlu’den benzer ama daha büyük bir etkiyi Türkiye’de muhalefetin seçimleri kazanması ile ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Bu tartışmayı yine Oksijen’den Bekir Ağırdır; “2023 seçimleri yalnızca Türkiye’nin seçimi olmayacak” başlıklı yazısıyla açtı. Ağırdır; “Daha da önemlisi hem popülist ve otoriter bir iktidarı değiştirebilmenin hem de yeniyi inşa edebilmenin kaos ve karmaşa yaratmadan, toplumsal rıza ve büyük toplumsal uzlaşmayla mümkün olabildiğini dünyaya göstermek gerek. O nedenle 2023 seçimlerini kimin kazanacağı Fransa ya da Macaristan seçim sonuçları gibi dünya haberlerinde bir paragraf olmayacak. Aksine iktidarın devamı popülist ve otoriter yönetimlere, muhalefetin toplumsal uzlaşmayı üreterek kazanması dünyadaki yeni arayışlara güç ve moral verecek. Bir bakıma 2023 seçimleri ile Türkiye, hem dünya sahnesinde hem de bölgesinde yeni bir enerji ve umudun ilham kaynağı ve örneği olacak.” Gerek Yaycıoğlu gerekse Ağırdır, Türkiye’de 2023 yılında yapılacak seçimlerin sadece Türkiye’nin seçimi olmayacağını ısrarla ifade ediyorlar ki, ben de buna katılıyorum. Bu yazıları özetlememin nedeni, muhalefet ve vatandaş olarak bizlere sorumluluğumuzu bir kez daha hatırlatmak. Nasıl Biden’in kazanması dünyadaki demokratlar için umut ise 2023’de Türkiye’de muhalefetin kazanması da daha büyük bir etki yaratma beklentisidir. Türkiye’de muhalefetin elde edeceği seçim başarısı, sadece 20 yıllık bir dönemin sonu değil aynı zamanda son yıllarda tek adam rejimi üzerinden otoriterleşen bir iktidarın da seçimle sona ermesi olacak. Bu dünyada zayıflayan demokratik yönetimlere ve bu yolda mücadele edenlere umut olacaktır. Bu yüzden süreci, sadece adayın kim olacağına değil, başarıyı getirecek siyasi ortak aklı sürekli devrede tutacak biçimde örgütlemek ve sürdürmek daha önemli olacaktır. Dahası bu süreci sadece siyasal alanda değil toplumsal alanda da örgütlemek önem kazanmaktadır. Bu noktada sorumluluk sadece muhalefetteki siyasilerin değil hepimizindir. Sadece Türkiye için değil muhtemelen daha geniş bir coğrafya için. Sonuçta ülkelerin ve dünyanın yaşadıkları kader değil insanların tercihlerinin, seçimlerinin sonucudur. Bütün mesele bu tercih ve seçimlerde sorumluluk sahibi olup olmamaktır.