Türkiye’de 2000’lerde “bahar”ı yaşayan muhafazakarlar için mevsim değişiyor. “Taht Savaşları” dizisinin repliğiyle söylersek; muhafazakârlar için “Kış geliyor.” Bu sav, biraz abartılı görünebilir ancak bu sürecin sonuna yaklaştığımıza işaret eden dikkate değer göstergelere sahibiz artık… 2000’li yılların başında Türkiye toplumunun sosyolojik olarak ana gövdesini oluşturan Türk-Sünni muhafazakârlar için büyük umutlarla başlayan bir dönemin sonuna yaklaşıyoruz. Bu sav biraz abartılı görünebilir ancak bu sürecin sonuna yaklaştığımıza işaret eden dikkate değer göstergelere sahibiz artık. İktidarın merkezileşip tek elde toplanması, denetim mekanizmalarında yoksun bir rejimin ülkenin artan sorunları karşısında çözüm üretememesi, uygulanan ekonomi politikaları sonucunda artan yoksullaşma ve Ak Parti dönemiyle sınırlı bir hayatı olan gençlerin artan mutsuzluğu ve daha iyi bir yaşamı hakkına yaptıkları vurgular bu çözülmenin belirgin işaretleri olarak değerlendirilebilir.
Erdoğan, yirmi yıldır kendisini iktidarda tutan toplumsal kesimlerin kültürel hafızalarına seslenerek, o hafızada kültürleme yoluyla nakledilmiş bilinçdışı korku ve travmaları uyandırmayı hedeflemektedir.
Bu süreçte iktidar blokunun önündeki seçeneklerin çok fazla olduğu söylenemez. İktidar blokunun özellikle son yıllarda çözüm üretmekten daha çok, üzerine siyaset inşa ettiği sosyolojik kitleyi korkutarak bir arada tutma gayreti içinde olduğu açıkça görülmektedir. Bu noktada Recep Tayyip Erdoğan, 20 yıldır kendisini iktidarda tutan toplumsal kesimlerin kültürel hafızalarına seslenerek, o hafızada kültürleme yoluyla nakledilmiş bilinçdışı korku ve travmaları uyandırmayı hedeflemektedir. Bu söylem biçiminde farklı grup ve eğilimlerden oluşan muhafazakâr kitleyi bir arada tutmak için başvurulan araçlar; geçmiş, tarih ve hafıza olmaktadırlar. Bu söylemde “geçmiş” ve “hafıza” bugünkü güç mevzilenmesinde manipüle edilen kullanışlı bir araca dönüşmektedir.  Son yıllarda ve daha çok da krizlerin baş gösterdiği konjonktürde, Erdoğan’ın gerek mitinglerinde gerekse de kamuoyuna yönelik demeçlerindeki söyleminde, gelecekten daha çok geçmişse yönelik bir dil kullanmasının tarihsel, toplumsal ve siyasi bağlamı da bu çerçeveye oturmaktadır. Aslında genel bir kural olarak değişim dinamiğini kaybetmiş ve süreç içinde tutuculaşmış tüm iktidarlar için bu durum geçerlidir. Değişimi savunan ve ondan güç alan siyasi akımlarsa, ki bu akımların muhalefet ve iktidardaki söylem ve politikaları bir ölçüde değişmektedir, inşa edecekleri ve icra edecekleri projelere odaklanırlar. Statükoyu koruyarak güç devşirmeye çalışan partiler de değişimin korkutucu sonuçlarına işaret edip, verili düzenin devam etmesi için kamuoyunun rızasını isterler.
Tarih ve geçmiş nötr alanlar değildir, bugünkü ideolojik ve siyasi konumlanışlar için birer mücadele alanıdır.
Kolektif kimlikler mevcut koşullar içinde tarihsel bir süreklilik hissi yaşamak, kendilerine alan açmak, güç dağılımında ve iktidar mücadelelerinde kendilerine avantaj sağlamak için sıklıkla geçmişe ve tarihe başvururlar. Tarih ve geçmiş nötr alanlar değildir, bugünkü ideolojik ve siyasi konumlanışlar için birer mücadele alanlarıdır. Zira geçmişteki güç ilişkileri, devletle kurulmuş olan ilişkiler ve yaşanmış olan acı olayların hatırlanma ya da unutulma biçimleri; bugünün kolektif kimliğinin toplumsal ve siyasal çerçevelerini oluşturmak için başvurulan ve yeniden kurulan tarihsel arka plana işaret etmektedir. Geçmişin hatırlanma ve aktarılma biçimi, bugünkü bireysel ve kolektif kimliklerin harcını oluşturmak gibi temel bir işlevi bulunmaktadır. Bu itibarla aynı ya da farklı toplumsal ve kültürel bağlam içinde yaşayan aktörlerin bugünkü bireysel ve kolektif kimliklerini geçmişle nasıl ilişkilendirdikleri sorusu, can alıcı bir mahiyette işaret etmektedir. Bu noktada aynı toplum içinde tek bir toplumsal hafızadan ziyade, çoğunlukla çatışan toplumsal hafızalara rastlarız, zira geçmişteki olaylar, anılar olduğu gibi kodlanmaz ve hatırlanmazlar. Bunların kodlanma ve hatırlanma süreçlerinde aktörlerin olayları algılama ve yorumlama biçimleri etkilidir. O halde geçmiş materyali kodlama ve ihtiyaç halinde hatırlama süreçleri bilgisayardaki bir veriye ulaşma biçiminde olduğu gibi mekanik değildir, tersine son derece özneldir ve ihtiyaçlara duyarlıdır[1]. Bundan dolayı sosyal bilimler hatırlamanın bağlamsal karakterine vurgu yaparak, geçmişin de gelecek gibi bir kurgu eşliğinde bellekte yer aldığını ve yeniden hatırlandığını savunur. Dolayısıyla tarih statik bir bilgi yığını olarak değil, tarihsel ve bağlamsal koşullara göre yeniden yorumlanan bir süreç olarak değerlendirilmelidir.
Erdoğan’ın muhafazakâr toplumsal hafızadaki kodlanmış olan materyalleri açığa çıkarmak istemesi, Kılıçdaroğlu’nun farklı toplumsal kesimlere yönelik olarak dile getirdiği “helalleşme” söylemi; aslında geçmiş ve tarihin şimdiki zamana etkisini göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bu bağlamda gerek Erdoğan’ın muhafazakâr toplumsal hafızadaki kodlanmış olan materyalleri açığa çıkarmak istemesi gerekse de Kemal Kılıçdaroğlu’nun farklı toplumsal kesimlere yönelik olarak dile getirdiği “helalleşme” söylemi; aslında geçmiş ve tarihin şimdiki zamana etkisini göstermesi açısından son derece önemlidir. Her iki siyasi diskur da geçmişi yeniden yorumlayarak verili koşullarda pozisyon üstünlüğü kazanmak istemektedir. Burada yeni olan husus ise Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP’nin tarihsel olarak görmezden geldiği ya da yok saydığı geçmişteki olayları hatırlama ve onlarla yüzleşme niyetini ifade etmesidir. 1980’li yılların sonunda itibaren toplumsal yapı sorunlarından daha çok kültürel sorunların ön planda olduğu Türkiye ve hatta bir ölçüde dünya siyaset sahnesinde kimliğe dayalı siyasetin cezbedici söylemine kapılan kitleler için geçmiş çok daha önemli olmaya başlamıştır. Sosyal sınıfların ve onların sorunları üzerine bina edilmiş siyasal söylemin güç kaybettiği bu tarihsel zamanda, kültürel kimliklere dayalı çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir siyasal söylem baskın hale gelmiştir. İktidar blokunun, iktidarda kalma süresini uzatmak için özellikle başvurduğu bu söylem biçimi, temel gıdasını muhafazakâr toplumsal hafızayı manipüle ederek elde etmektedir. Bu bağlamda kültürel kimlikleri aşarak ortak sorunlar etrafında bir araya gelme ve siyaset üretme imkanının son yıllarda iyice azaldığını söylemek gerekir. Ülkede Cumhurbaşkanlığı rejimi ile daha da belirgin hale gelen toplumsal sorunların (işsizlik, döviz kurundaki artış, enflasyon vb.)  varlığına karşın, Ak Parti’nin bir miktar güç kaybetmekle birlikte hala sosyal tabanını oluşturan kesimlerden hatırı sayılır destek almaya devam etmesinin arkasında bu kültürel kimlik siyaseti ve ona canlılık katan muhafazakâr toplumsal hafıza bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söyleminin muhafazakâr toplumsal hafıza ne kadar etki yaratacağı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak CHP’nin seçimlerde belli bir oy bareminde takılı kalmasının anlaşılmasında ülkedeki kültürel kimliklere dayalı siyasi iklimin ve bu iklime hayatiyet kazandıran tarihsel ve toplumsal hafızların önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii burada Kılıçdaroğlu’nun işini zorlaştıran tek şey “helalleşeceği” toplumsal kesimlerin verecekleri olası tepkiler değildir. Ayrıca yıllardır CHP’ye oy veren kesimlerin de içinde varlık buldukları toplumsal hafızanın da Kılıçdaroğlu’na yaratacağı sorunlar vardır, ki nitekim CHP içinde ulusalcı hassasiyetleri olan bazı kanaat önderlerinin yapmış oldukları açıklamalar, bunun ilk işaretleridir. Aynı toplum içinde yaşayan toplumsal aktörlerin geçmişi ve tarihi farklı okuma, kodlama, hatırlama ve unutma pratiklerinin farklı olması beraberinde “karşıt hafızları” getirmektedir[2]. Burada hangi toplumsal hafızanın doğru olduğundan daha önemli olan şey, bu algılama biçimlerinin bireylerin ve toplumsal aktörlerin psikolojik süreçlerinde ciddi etkiler yarattığıdır. Bundan dolayı alternatif bir siyasal söylem, farklı toplumsal hafızalara sahip bireyleri etkileme gücüne eriştiği ölçüde güçlenir ve siyasal bir alternatif olmaya başlar. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söyleminin farklı toplumsal kesimlerin toplumsal hafızalarında ne türlü etkiler yaratacağı ve ortak bir rıza alanı yaratıp yaratmayacağını zaman gösterecektir. Tabii ki niyet önemlidir ancak niyetin yetmez, toplumsal grupların tarihsel ve kültürel arka planlarını ve olayları yorumlama biçimlerini anlamak da en az o kadar önemlidir. Bir sonraki yazımda da muhafazakarlık bağlamında kültürel/toplumsal hafıza ile bireysel hafıza arasındaki farka değinmeye ve muhafazakarları üşüten yeni iklimi analiz devam edeceğim… --- [1] Neyzi, L.; (2014), “Giriş”, Nasıl Hatırlıyoruz, Leyla Neyzi (Ed.), 2.Baskı, TİB, İstanbul. [2] Diner, D.,( 2011), Karşıt Hafızalar, İletişim Yayınları, İstanbul.