Muhafazakârlaştırma ve mahalle baskısının sonucu
HAK KULLANIMI MI HAKARET Mİ?
Peki bu fotoğrafı düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılması mı yoksa hakaret olarak mı okumalıyız?
Bu soruların cevabına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını bakarak cevap arayalım.
Bu konuda AİHM'nin önemli kararı var: ‘Handyside – Birleşik Krallık Davası’.
Handyside – Birleşik Krallık Davası’nda, Handyside, kitabın muzır bulunduğu gerekçesi ile para cezana çarptırılması, kitabın toplatılıp imha edilmesi üzerine AİHM'ne dava açmıştır. Divan kararında; “... devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler içinde geçerlidir” diyerek, ifade özgürlüğünün sınırını geniş bir biçimde çizmiştir.
Burada sınır çizilen karar, düşünce ve ifade özgürlüğünün toplumsal hassasiyetleri –ki bu kararda dinsel hassasiyete dikkat çekilmiştir- dikkate alarak sınır belirlemiştir.
Bu açıdan bu fotoğrafta bir herhangi suç, hakaret yoktur. Fotoğrafı paylaşanlardan beklenecek en fazla şey saygıdır. Türkiye veri alındığında kültürel olarak çoğunluğun azınlıktan saygı beklemesi ancak özgüvensizlikle açıklanabilir.
O zaman soru şudur; suç ve hakaret olmayan bu paylaşımın özneleri olan kişilere açılan davayı ve şirket tarafından işten çıkarılmalarını nasıl okumalıyız?
Karşımızda olan bu tablonun iki nedeni var. İlki toplumun siyasi iktidarının hedeflediği toplumun muhafazakârlaşmasının geldiği yer; ikincisi de mahalle baskısının kamusal işlevi.
Siyasi iktidar, özellikle 2011’den arttırarak izlediği kimlik politikası ile sadece kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirmekle kalmadı; devletle eklemlenen yeni bir vatandaşlık tanımı üzerinden toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürüyor, muhafazakârlaştırıyor. Diyanet, eğitim ve medya da bu süreçte en çok kullandığı üç ideolojik aygıt.
Bu dönüştürme geçen 11-12 yıl içinde belli ölçüde başarılı olmuş görünüyor.
Bu dönüşümün ipuçlarını yıllar önce 2007-2008’de Binnaz Toprak öncülüğünde yapılan “Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” başlıklı araştırmada görmüştük.
Özellikle taşrada artan muhafazakârlık dozu, bu dönüşümü izlemek açısından bize gözlem açısından fazlasıyla örnek vermektedir.
Nitekim o araştırmada Binnaz Toprak’ın ifade ettiği; “Türkiye’deki farklılıkların zenginlik olduğunu, kimsenin yaşamına ve tercihlerine karışılmaması gerektiğini sık sık dile getiren Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerinin, üst yönetimin bu söylemi ile yerel yönetimlerdeki partililerin icraatları arasındaki kopukluğu görmelerinin Türkiye’deki siyasi gerginliğin çözülebilmesi için bir ön şart olduğunu düşünüyoruz.”
2011 öncesinde yapılan bu uyarı, dönüşümün daha önce kendiliğinden de başlamış olduğunu ipuçları vardır.
MAHALLE BASKISININ SOMUT SONUCU
Nitekim son tartışmada, havayolu şirketinin açıklama yapmakla yetinmeyip, hiçbir somut suç unsuru olmadan o masada olanları işten çıkarması sadece toplumsal dönüşümün değil, 2007’de Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide Şerif Mardin’in ortaya attığı “mahalle baskısı” kavramsallaştırması ile doğrudan bağlantılıdır.
O söyleşide Mardin’in kullandığı; “bu hava AKP’yi bile döver” sözü, bugün gelinen yeri açıklamak açısından da önemlidir. Bugün gerçekleşen tam da budur.
Fotoğrafta hiçbir suç unsuru olmamasına rağmen, o paylaşımı yapanların başına gelenler, siyasi iktidarın toplumu muhafazakârlaştırması kadar, kendiliğinden ortaya çıkan mahalle baskısının fiili sonucunu göstermesi açısından da önemdir.
Bunlar da ilginizi çekebilir