Havayolu şirketinin açıklama yapmakla yetinmeyip, hiçbir somut suç unsuru olmadan o masada olanları işten çıkarması sadece toplumsal dönüşümün değil, 2007’de Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide Şerif Mardin’in ortaya attığı “mahalle baskısı”nın en somut halidir. Geçtiğimiz günlerde Pegasus Havayolları’nda çalışan bir grup mesai saati dışında yemek yerken bir fotoğraf paylaştı. İçkili paylaşımın olduğu yemek Kadir Gecesi’nde yapılmıştı. Paylaşımın altında; “Rabbim kabul etsin” mesajı var. Bu olaydan sonra yemekte olanlarla ilgili adli soruşturma başlatıldığı gibi çalıştıkları Pegasus Havayolları da kamuoyuna açıklama yapmak durumuna kaldı ve çalışanların işine son verdiğini açıkladı. Bütün bunlara yol açan ise, paylaşımın ardından kamuoyunda sadece bu kişilere değil çalıştıkları kuruma yönelik yoğun bir tepki gelmesi. Bütün bu süreci nasıl okumalıyız? İlkesel olarak açık hakaret, aşağılama ve şiddete yöneltme olmadıkça her türlü fikir ve düşünce açık olarak savunulabilmelidir. Çünkü demokratik toplumun asgari gereği budur. Ancak düşünce ve ifade özgürlüğünün ikinci bir ölçütü de vardır ki bu da en az birincisi kadar önemlidir; bu hak kullanılırken toplumsal ahlak, örf adet ve değerlerin gözetilmesidir. Çünkü, toplumsal ahlak, örf adet ve değerler yazılı olmayan hukuk kuralları işlevi görür. Bu yüzden her türlü paylaşım, sanatsal ürün yazılı kurallarla birlikte bu değerleri de göz önüne almak zorundadır. HAK KULLANIMI MI HAKARET Mİ? Peki bu fotoğrafı düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılması mı yoksa hakaret olarak mı okumalıyız? Bu soruların cevabına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını bakarak cevap arayalım. Bu konuda AİHM'nin önemli kararı var: ‘Handyside – Birleşik Krallık Davası’. Handyside – Birleşik Krallık Davası’nda, Handyside, kitabın muzır bulunduğu gerekçesi ile para cezana çarptırılması, kitabın toplatılıp imha edilmesi üzerine AİHM'ne dava açmıştır. Divan kararında; “... devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler içinde geçerlidir” diyerek, ifade özgürlüğünün sınırını geniş bir biçimde çizmiştir. Burada sınır çizilen karar, düşünce ve ifade özgürlüğünün toplumsal hassasiyetleri –ki bu kararda dinsel hassasiyete dikkat çekilmiştir- dikkate alarak sınır belirlemiştir. Bu açıdan bu fotoğrafta bir herhangi suç, hakaret yoktur. Fotoğrafı paylaşanlardan beklenecek en fazla şey saygıdır. Türkiye veri alındığında kültürel olarak çoğunluğun azınlıktan saygı beklemesi ancak özgüvensizlikle açıklanabilir. O zaman soru şudur; suç ve hakaret olmayan bu paylaşımın özneleri olan kişilere açılan davayı ve şirket tarafından işten çıkarılmalarını nasıl okumalıyız? Karşımızda olan bu tablonun iki nedeni var. İlki toplumun siyasi iktidarının hedeflediği toplumun muhafazakârlaşmasının geldiği yer; ikincisi de mahalle baskısının kamusal işlevi. Siyasi iktidar, özellikle 2011’den arttırarak izlediği kimlik politikası ile sadece kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirmekle kalmadı; devletle eklemlenen yeni bir vatandaşlık tanımı üzerinden toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürüyor, muhafazakârlaştırıyor. Diyanet, eğitim ve medya da bu süreçte en çok kullandığı üç ideolojik aygıt. Bu dönüştürme geçen 11-12 yıl içinde belli ölçüde başarılı olmuş görünüyor. Bu dönüşümün ipuçlarını yıllar önce 2007-2008’de Binnaz Toprak öncülüğünde yapılan “Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” başlıklı araştırmada görmüştük. Özellikle taşrada artan muhafazakârlık dozu, bu dönüşümü izlemek açısından bize gözlem açısından fazlasıyla örnek vermektedir. Nitekim o araştırmada Binnaz Toprak’ın ifade ettiği; “Türkiye’deki farklılıkların zenginlik olduğunu, kimsenin yaşamına ve tercihlerine karışılmaması gerektiğini sık sık dile getiren Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerinin, üst yönetimin bu söylemi ile yerel yönetimlerdeki partililerin icraatları arasındaki kopukluğu görmelerinin Türkiye’deki siyasi gerginliğin çözülebilmesi için bir ön şart olduğunu düşünüyoruz.” 2011 öncesinde yapılan bu uyarı, dönüşümün daha önce kendiliğinden de başlamış olduğunu ipuçları vardır. MAHALLE BASKISININ SOMUT SONUCU Nitekim son tartışmada, havayolu şirketinin açıklama yapmakla yetinmeyip, hiçbir somut suç unsuru olmadan o masada olanları işten çıkarması sadece toplumsal dönüşümün değil, 2007’de Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide Şerif Mardin’in ortaya attığı “mahalle baskısı” kavramsallaştırması ile doğrudan bağlantılıdır. O söyleşide Mardin’in kullandığı; “bu hava AKP’yi bile döver” sözü, bugün gelinen yeri açıklamak açısından da önemlidir. Bugün gerçekleşen tam da budur. Fotoğrafta hiçbir suç unsuru olmamasına rağmen, o paylaşımı yapanların başına gelenler, siyasi iktidarın toplumu muhafazakârlaştırması kadar, kendiliğinden ortaya çıkan mahalle baskısının fiili sonucunu göstermesi açısından da önemdir.
Muhafazakârlaştırma ve mahalle baskısının sonucu
Popüler Haberler
İstanbul'da üç eğlence merkezi kalıcı olarak kapandı
Milli Piyango sonuçları açıklandı
'Sarallar' operasyonu: Nadir Metal'in CEO'su Burak Yakın ile 'ünlülerin kebapçısı' Fikret Aydoğdu tutuklandı
TELE1, sunucusunun 'Ferdi Tayfur çıkışı' için özür diledi
Ferdi Tayfur hayatını kaybetti
Kabine kulisi: 'Yeri sağlam' görülen ve 'gidici' gözüyle bakılan isimler