Moskova ve St. Petersburg: İki Şehrin İnsan Yapısı ve Kültürel Anatomisi
St. Petersburg Rusya’nın kültürel başkentiyken, Moskova siyasi ve ekonomik başkenti konumundadır. Rusların ayrı yöne bakan çift başlı kartal simgesi Rusya’nın hem doğuya hem de batıya bakan kimliğini yansıtır. Batıya bakan Petersburg’u, doğuya bakan ise Moskova’yı anımsatır.
St. Petersburg ismini ilk kez Dostoyevski’nin ‘Beyaz Geceler’ adlı kitabını okuduğumda duymuştum. Sonu hüzünlü ve etkileyici biten bu kitabı okuduktan sonra içimde bir gün Petersburg’u görme umudu yeşerdi. Ardından yıllar sonra Rusya’ya taşınma imkânı buldum. Her ne kadar Moskova’ya değil de Petersburg’a taşınmayı yeğlediysem de hayat beni Moskova’ya sürükledi ve şu an Moskova’da dördüncü yılımı tamamlıyorum. Ama zaman zaman Petersburg’u ziyaret etme imkânım oldu. En son Moskova’dan St. Petersburg’a giderken trende yanımda oturan Petersburglu bir kadın sohbetimiz sırasında bana nerede yaşadığımı sormuştu. Ben de Moskova’da yaşadığımı söyledim. Kendisi, keşke Moskova’da değil de Petersburg’da yaşasaydın dedi. Neden diye sorunca, Ermitaj Müzesi’nden başlayarak bana Petersburg’un bütün güzelliklerini saymaya ve Petersburg’un neden Moskova’ya göre daha yaşanılabilir bir kent olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Daha sonra Moskova’ya döndüğümde özellikle Moskviçiler (yerel Moskovalılar) ile bu konuyu konuştuğumda bana Moskova’nın daha yaşanır olduğundan bahsettiler. Sonraki süreçte Moskova-Petersburg karşılaştırılmasına dair Ruslarla birçok kez sohbet edince; Petersburglulara Moskova’nın, Moskovalılara ise Petersburg’un daha iyi olduğunu anlatmanın mümkün olmadığını ve iki kent arasında ince bir rekabetin olduğunu anladım. Bu arada Moskova’da insanların tanıştıklarında birbirlerine ilk sordukları sorulardan birisi Moskviç (Moskovalı) olup olmadıklarıdır. Moskovalılar için Moskovalı olmak daha ayrıcalıktır. Bundan dolayı Rusların hava atma özelliğinin de bir tezahürü olarak Moskova’da yaşayan birçok insan Moskova’nın yerlisi olmamasına rağmen Moskovalıyım der. Fakat belirtmek gerekir ki eski Sovyet coğrafyasından ve Rusya’nın birçok farklı şehrinden insanın yaşadığı Moskova’da yerel Moskovalılar kent nüfusunun sadece yüzde 15’ne tekabül eder.
MOSKOVA’NIN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
Moskova şehrinin kuruluşu 1147 yılına dayandırılmakta ve bu sene eylül ayında şehrin kuruluşunun 874. yıl dönümü kutlandı. Fakat Moskova’nın siyasal anlamda ortaya çıkışı ve Moskova Knezliği’nin Rus Devletine dönüşü 16. Yüzyıl başlarına dayanmakta. Ruslar, 13. Yüzyıldan 16. Yüzyıl başlarına kadar Türk-Moğol hakimiyeti diyebileceğimiz Tatar-Moğol (Mongolo-Tatarskoe igo) boyunduruğu altında yaşadı. 16. yüzyılda Türk-Moğol hakimiyetine karşı bir araya gelen Rus Beylikleri, Moskova Knezliği etrafında birleşmeye başladı. 16. Yüzyıl başlarında Moskova Knezliği Türk-Moğol hakimiyetini sonlandırmış ve Asya bozkırında Moskova Knezliğinin Rus Çarlığı’na terfi etme süreci başlamıştır. İlk Çar sıfatı ise IV. Ivan tarafından kullanılmıştır. Tarih sahnesinde Korkunç Ivan, Rusların tabiriyle ‘‘Yavuz Ivan’’ olarak bilinen IV. Ivan’ın 1552’deki Tatar şehri Kazan’ı fethi Rus tarihindeki dönüm noktalarından biridir. Bu fetihten itibaren Rusya’nın 16. ve 17. Yüzyıl’da çoğunluğu Türk halklarının bulunduğu Asya ve Kafkasya coğrafyasındaki genişleme süreci başlamış ve Rus Devleti dünya sahnesine çıkmıştır. Rusların Kazan’ı fethi ve Tatarları yenmesinin Rus tarihinde ne kadar önemli olduğunu anlamanız için Moskova’nın Kızıl Meydan’daki sembolü olan ve hatta Kremlin ile genelde karıştırılan soğan kubbeli renkli Aziz Vasil Katedrali’ne bakmanız yeterlidir. Bu Katedral, Kazan’ın fethini kutlamak amacıyla IV. Ivan tarafından yaptırılmıştır. Bir rivayete göre, katedrali yapan mimar aynı güzellikte bir eser bir daha yapmaması için mimar Korkunç Ivan tarafından kör edilmiştir. IV. Ivan’ın, Korkunç Ivan olarak bilinmesindeki nedenlerden biri de bu gaddarlığıdır. Bu gaddarlık sinirlendiğinde oğlunun canına kıyacak kadar acımasızlığı barındırmaktadır. Güçlü bir iddiaya göre, Korkunç Ivan, oğluyla tartışmasında bir anlık öfkesiyle asasını oğluna vurarak onu öldürmüştür. Rus ressam İlya Repin’in ünlü tablosunda Korkunç Ivan’ın oğlu öldükten sonra ona sarılarak resmedildiği, gözlerindeki pişmanlık ve deliliği gösteren tablo Moskova’daki Tretyakovskaya Galereya’da sergilenmektedir. Tretyakovskaya Galereya’da Ivan Ayvazovski gibi birçok ünlü Rus ressamın eserleri de mevcuttur.
Moskova, Korkunç Ivan’dan dört yüzyıl sonra başka acımasız bir lideri, yani Stalin’i, bünyesinde barındırmıştır. Bundan dolayı Moskova’da yaşarken bu iki acımasız liderin ruhunun adeta Moskova’nın sokaklarında ve binalarında dolaştığını hissedersiniz. Sovyetler Birliği ile bu sertlik Moskova’nın daha da militer bir yapı ve ruh kazanmasını sağlamıştır ki, Moskova’nın Petersburg’dan en büyük farklarından biri budur. İlginç olan bu kentte yaşayan insanlar da zamanla yaşadıkça bu kente benzemeye başlarlar. Bunun tezahürünü Moskova’daki devlet dairelerindeki insanların sertliğinde, Moskova’nın adeta her biri sanat galerisi olan metrolarında insanların sürekli koşuşturmaca halinde olması ve birbirlerini ezdiklerinde ve çarptıklarında bile bunun farkında olmamalarında hissedersiniz. Moskova’da sürekli koşuşturmaca içindesinizdir ve güçlü olmak zorundasınızdır. Çünkü bu şehir Rus devletinin gücünün, otoritesinin ve aynı zamanda devletin yarattığı zayıf insan profilinin bir kentteki tezahürüdür. Bir bakıma güçlü devlet, güçsüz insan tipolojisi sunar size. Bu şehirde güçlü değilseniz, bu şehir sizi oyundan atar. Birçok zengin oligarkın da yaşadığı, parıltılı, geniş caddelerin olduğu, renkli-soğan kubbeli kiliselerin süslediği ve Rus kadınlarının topuk seslerinin şehrin ışıltılı caddelerinde yankılandığı Moskova; aynı zamanda hayatın acımasızlığını ve zıtlıklarını da gösterir size. Metronun çıkışında insanın dişlerini ısırtan soğukta, sokakta eldiven veya küçük eşyalar satarak hayatta kalmaya çalışan 80 yaşındaki yaşlı kadınlara ve babuşkalara veya lüks caddelerin köşelerinde yaşayan binlerce alkolik, evsiz ve dilenciye de rastlarsınız bu kentte.
Moskova aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin kristalize halidir. Çünkü eski Sovyet ülkelerinden, Kafkasya ve Orta Asya’dan birçok göçmen bu şehirde yaşar. Aslında görünmez bir tabakalaşma vardır şehirde ve herkes kendi sosyal, kültürel ve etnik grubundan insanlarla vakit geçirir. Misal, Çeçenler daha çok Çeçenlerle, Yakutlar daha çok Yakutlarla vakit geçirir, dostluk kurar veya evlenir. Öte yandan Tatarlar, Çuvaşlar, Gürcüler gibi Ruslarla (Slavlarla) daha bütünleşmiş halklar da bulunmaktadır. Benim açımdan ise durum şöyle oldu: Rusları yakından tanımak amacıyla, Moskova’ya taşındığımdan beri vakit geçirdiğim ve aynı evi paylaştığım insanların çoğu Ruslar oldu. Öte yandan Moskova’nın bu kozmopolit yapısı benim Ermenilerden, Tatarlara ve Orta Asyalılara kadar birçok farklı etno-kültürel grubu tanımama ve deneyimlememi sağladı. Moskova’nın St. Petersburg’a göre en büyük avantajlarından birisi bu. Moskova’nın diğer güzel yanlarından birisi de herkesin kendine göre bulabileceği ve ait hissedebileceği bir sosyal, kültürel ve eğlence ortamının olması. Bu da sizin hipster, muhalif veya birçok farklı profildeki Rusla tanışmanızı ve aynı ortamda vakit geçirmenizi sağlıyor. Bir bakıma Moskova herkesin kendi dünya görüşüne göre insan ve ortam bulabileceği bir şehirdir. Bundan dolayı yurtdışındaki birçok şehre nazaran Moskova’da daha az uyum sorunu yaşarsınız. Öte yandan Moskova kendi içinde yabancılar için bazı önemli sorunları da barındırır. Bu sorunlardan bazıları, insanın canına tak ettiren ve her şeyi zorlaştıran bürokrasisi, Rusların zaman zaman anlamakta zorluk çekeceğiniz mantık yapısı ve Moskova’nın Petersburg’a göre çok daha pahalı olması. Diğer bir sorun da yabancıysanız eğer Rusya’da ev bulmak çok zordur. Ruslar yabancılardan çekindiği için yabancılara ev verme konusunda çok isteksizdir. Moskova’daki birçok ev ilanında ‘‘sadece Slavlara (tolko Slavyan) ev verilir’’ ibaresini görürsünüz.
SANKT PETERBURG (ST. PETERSBURG)’UN DOĞUŞU
St. Petersburg için Peter’in şehri demek yanlış olmaz. Çünkü St. Petersburg şehri adını ve kimliğini Rusya’yı Batılı bir ülke yapmaya çalışan ve bu miğferde Batılı bir şehir yaratmak için uğraşan Rus Çarı Petro’dan almakta. Avrupa’ya gitmiş birçok insan da Petersburg’un sokaklarında gezerken kendisini Avrupa’nın sokaklarındaymış gibi ve dejavu hali hisseder. Kuzey’in Venedik’i veya Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapısı olarak da adlandırılan Petersburg, 1682’de tahta geçen ve bataklıktan bir Avrupa kenti yaratan Çar Petro’nun hayalinin ürünüdür. Avrupa’yı tanımak için Avrupa’nın tersanelerinde çalıştıktan sonra Çar Petro, Petersburg şehrini inşa etmeye karar verir ve sonrasında başkenti Moskova’dan Petersburg’a taşır. Ülkede Batılılaşmayı ve modernleşmeyi başlatan Çar Petro aynı zamanda Rusya’yı imparatorluk mertebesine yükseltir. Bir bakıma Ruslar Moskova Knezliği ile devletleşme, Petro’nun Petersburg’u ile de imparatorluğa dönüşme sürecini başlatmıştır. 18. Yüzyıl başlarında kurulan, devrimlere şahit olan ve Almanca Peter’in kalesi anlamına gelen Petersburg iki yüzyıl boyunca Rusya’nın başkentliğini yaptı. 1. Dünya Savaşı’nda Rusların Almanlar ile savaşmasından dolayı şehrin Almanca adı değiştirilerek Petrograd olmuş ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra şehrin adı Leningrad olmuştur. Sovyetler’in yıkılmasından sonra ise eski adına dönmüştür. Bolşeviklerin iktidara gelmesi ve Sovyetler’in yıkılmasından sonra Rusya’da yeni bir devrin ve siyasal kimliğin başladığını göstermek amacıyla başkent St. Petersburg’dan Moskova’ya taşınmıştır. Bugün ise St. Petersburg daha ziyade Rusya’nın kültürel başkenti konumundayken, Moskova Rusya’nın hem siyasal hem ekonomik başkenti konumundadır. Rusya’nın ayrı yöne bakan çift başlı kartal simgesi Rusya’nın hem doğuya hem de batıya bakan kimliğini yansıtır. Bu çift başlıklı kartala baktığımda aynı zamanda bana batıya bakan kartal Petersburg’u, doğuya bakan kartal ise Moskova’yı anımsatır. Petersburg Avrupa Rusya’sını simgelerken, Moskova daha ziyade Rus ulusal kültürünü ve Rusya’nın Avrasya ve Sovyet kimliğini yansıtır.
Petersburg, Dostoyevski’den Gogol’a Rus edebiyatının birçok ünlü yazarının yaşadığı; Ermitaj gibi ünlü müzelerin, galerilerin ve kanalların bulunduğu, Kışlık Sarayı gibi etkileyici binaların yer aldığı ve barok mimarinin süslediği bir kültür ve estetik şehridir. Öte yandan şehir kuzeyde bulunduğu için çok soğuk, kanalları nedeniyle aşırı rüzgarlı ve yılın az dönemi güneş gördüğü için genelde karanlık, depresif ve pesimist bir halet-i ruhiyeye sahiptir. Kentin bu ruh hali neden Petersburg’dan Dostoyevski gibi depresif ve büyük yazarların çıktığına dair ipuçları verir. St. Petersburg’u gezmek için en uygun dönem ise meşhur ‘‘beyaz geceler’’in yaşandığı haziran ayıdır. Şehir kuzeyde yer aldığından dolayı bu dönemde güneş gece 12’de batar ve birkaç saat sonra tekrar doğar. Bundan dolayı tam anlamıyla karanlık bir gece bu dönemde yaşanmaz ve bu yüzden beyaz geceler olarak adlandırılmıştır.
Moskova ve Petersburg’daki insan profilinde de büyük farklılıklar bulunmaktadır. Moskova’da insanlar daha sert ve kabadır. Rusya’nın birçok şehrinden ve eski Sovyet ülkelerinden birçok insanın geçim derdi nedeniyle bulunduğu Moskova’da rekabet çok yüksektir ve hayat acımasızdır. Moskova’da, para kazanmak için Orta Asya’dan gelen bir göçmene de Rusya’nın küçük şehrinden gelen ve zengin bir iş adamı ya da sugar daddy avına çıkan genç ve güzel bir kıza da rastlayabilirsiniz. Moskova’da insan yapısı daha egoisttir ve bu şehirde karşı tarafa bir çıkar vaat etmediğiniz takdirde size ilk etapta yardımcı olmayacaktır. Bundan dolayı burada yaşadığınız arkadaşlıklar ve ilişkiler daha kısadır. Petersburg’daki insan profili ise Moskova’ya göre daha yumuşak ve bohemdir. Petersburg hayatın daha yavaş ve soyut yaşandığı, içkinin çok daha fazla tüketildiği bir kenttir. Hatta Leningrad müzik grubunun Peter’de içmek (v pitere-pit) diye şarkısı bulunmaktadır. Şarkının klibini izlerken Petersburg’da içki kültürünün ne kadar önemli ve Rusya’da sosyalleşmenin en önemli araçlarından biri olduğunu anlarsınız.
Yazımın sonlarına doğru yaklaşırken, yazıyı bir soru ve tartışma konusuyla kapatmak uygun olacak gibi gözüküyor. Moskova mı, Petersburg mu? Aslında bu iki şehir üzerinden bir dikotomi ve zıtlık yaratmak belki de çok sağlıklı değil. Her ne kadar bu iki şehir Ruslar tarafından da karşılaştırılmakta ve aralarında ince bir rekabet olsa da aslında bu iki kent birbirinin ve Rus kimliğinin tamamlayıcısı niteliğinde. Buna rağmen hangi şehirde yaşamayı tercih edersiniz sorusunun cevabı; Almanların weltanschauung olarak kavramlaştırdığı, sizin dünya görüşünüze ve hayatı anlamlandırma biçiminize bağlı. Eğer görkemi, rekabeti, yükselmeyi ve zorlukları seven bir insansanız; Moskova bütün zorlukları size yaşatmasına rağmen fırsatları size sunacaktır. Eğer sizin için ekonomik güçten ziyade kültür, sanat ve bohemlik daha fazla anlam ifade ediyorsa Petersburg daha doğru yer olacaktır. Peki, Moskova’da dört yıldır yaşayan ve Moskova’da hem çok güzel anılar hem de sıkıntılar ve sürprizler yaşamış biri olarak ben hangisini tercih ederdim? St. Petersburg’u tercih ederdim.
Bunlar da ilginizi çekebilir