Seçimin sonucunu belirleyecek seçmenler hem muhalif ittifakların ortak noktası anti-Erdoğancılık denilip, hem de en güçlü tek aday Kılıçdaroğlu’ndan başka adaylarla ikinci tura kalma siyasî cambazlığını demokratik toplumcu ahlaken kabul edilebilir ve pragmatik matematiğini anlaşılır bulmuyorlar. Türkiye 1945’te MKP (Millî Kalkınma Partisi) kurulması ile birlikte çok partili demokratik sisteme geçti, malum. O zamandan bu yana da giderek “çok çok partili” oldu. Fakat Cumhuriyet yüzüncü yaşına girerken bile, demokratik olmak şöyle dursun, daha halâ sistematik veya istikrarlı bir siyaset yaşamına kavuşamadı. Dolayısıyla aynı topraklar üzerindeki tüm yurttaşlar için  “çoğulcu ve eşitlikçi” uygar bir toplumsal yaşam da sürekli ötelenen, direnç gösterilen, hatta sabote edilen bir kolektif hayal olarak kaldı. Giderek daha da çirkinleşerek araçsallaştırılan “sözde temsilî” demokratik siyaset için kullanışlı ve farklı amaçlara hizmet eden bir retorik oldu. Kısacası ve açıkçası, “Nerde çokluk, orada yokluk!” sözü de bu ülkenin siyaset biçim ve biçemi için son derece geçerli oldu. SİYASÎ PARTİLER VE İTTİFAK MUTFAKLARINDA PİŞENLER Her ne kadar henüz İtalya ve Bulgaristan gibi ülkelerin rekorunu kıramamışsak da, an itibariyle Türkiye’de 119 siyasi parti var. Değil bunların hepsinin, önümüzdeki seçime katılabileceği açıklanan 36 partinin bile adını, logosunu, siyasî çizgisini, parti programlarını ve politika önerilerini filan bilmem ülkede kimler biliyor. Geçtiğimiz hafta bu partilerden HÜDAPAR (Hür Dava Partisi) gibi bazılarının katılımı ile birinci ve iktidarda olan Cumhur İttifakı genişledi. Zafer, Adalet, Ülkem ve Türkiye İttifakı partileri de “Ata İttifakı” adı altında yeni bir ittifak oluşturdu. Bu arada, partilerin siyasi duruşları ve ittifaklarda son durumlar demişken, ay başında yaşanmış “Akşener krizini” unutmamalı tabii. Sıklıkla “balık hafızalı” denilen bu millet Millet İttifakı’nın ikinci büyük bileşeni İYİP’yi de iyi değerlendirmeli. 72 sayısı öznel belleğimde hala Orhan Kemal’in “72. Koğuş”u için özgün yerini koruyor. Fakat “siyasi analistler” bu olaya “72 saat krizi” diyorlar.  3-6 Mart arasında çıktı, masa devrildi, ittifak dağıldı, aracılar mekik dokudu, Akşener geri döndü, tekrar uzlaşıldı ve sorun çözüldü diye. Desinler. Elbette geçen yazımda değindiğim gibi, ana sorunla ne doğru dürüst yüzleşildi, ne de temelde çözülüp anlaşıldı. Hele malum deprem sonrası ve seçim öncesi şu zor dönemde sadece hasır altı edildi ve geçiştirildi. O en kritik belirleyici meseleler hal edilmeden de yapılan ittifakın “ölü-doğum” sayılacağını ve pek hayır gelmeyeceğini yazalı ise iki sene oldu. Yani çıkacağı bariz krizi, millî spor olarak “inkâr” ve siyasî taktik olarak (sahte nezaket adına) “olası çatışmadan kaçınma” yerine, uygar ve zarif diyalojik iletişim yöntemleri ile çözmek için bol bol zaman ve fırsatları vardı. Tabii Kılıçdaroğlu 11+1 maddeli son toplantı tutanağını okurken, insanlar da Akşener’in “ışık vurmamış yüzünün” ifadesini okumaya, İmamoğlu’nun bu kez ellerini göbeğinin üstünde kenetleyip, çevirip durduğu başparmaklarını yorumlamaya terk edildi. Eh, ne de olsa “medya okur-yazarlığını” TV dizilerinden, “bilim okur-yazarlığını” da sosyal medyadan öğreniyor bu millet. SEÇİME DOĞRU MUHALEFET POZİSYONLARI Zaten “hiperaktivite krizi”nin sonucu da sadece muhalefet tabanını rahatlatıp, Kılıçdaroğlu’nun CB adaylığını destekleyenleri sevindirmedi. Üstelik salt masadaki huzursuzluğu da değil, aynı zamanda da İYİP içindeki memnuniyetsizlikleri de açığa çıkardı. Hatta partideki eski MHP’li “koyu/eski milliyetçi ve dinci kanat” ile “yeni/açık milliyetçi kentlileşmiş/laik liberal/muhafazakar kanat” ayrışmasını da daha şeffaf kıldı. Belli ki tecrübeli pragmatist siyasetçi Akşener ve destekçileri, tıpkı onun gibi Türkiye siyasetinin merkezine yerleşmek heveslerini bir sonraki seçimlere kadar kursaklarında öğütecek ve hayallerini büyütecekler. Fakat taze ittifakın CB adayı Sinan Oğan ile eski MHP kökenli ve yeni İYİP sempatizanı seçmenden ne kadarının oyunu Millet İttifakı’nın dışına çekeceği konusundaki tahminleri, varsa eğer henüz okumadım, duymadım. Tabii bu arada bir CB adayımız daha oldu: Son dakikada CHP’ne sadakat duygusu galip gelir, geri çekilir denilen Muharrem İnce de Memleket Partisi’nin adayı. Onun CHP seçmeninden ne kadarını böleceği ayrı konu. Öte yandan, yukarıda söz ettiğim yerel ve medyatik siyasette son derece yaygın bir “alık siyaset mülahazası” örneği olduğundan, yeni bir konu değil. Tipik bir (aşırı ve çoğunlukla da yanlış kullanımından ötürü aşınmış ve işlevsiz adını vermeyeceğim türden) kişisel-ego tatmini oyunları için koca toplumu alet etmek zavallılığı. Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşmesinin ve büyük olasılıkla ayrı aday çıkarmayacak olan 3., yani “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın ne kadar oy getireceği ise bambaşka bir konu. Her halükarda CHP, yavaş değişmiş parti-içi yapılanması, yavaş yavaş tazelenmiş siyasaları ve Kılıçdaroğlu’nun şimdiye kadar başkalarını sabırsızlaştırmış (zaman zaman da yalpalayıp sendelemiş!) ve fakat kararlı kaplumbağa adımları ile, gerçek anlamda bir merkez parti konumuna oturmaya çok yaklaştı. Tabii İYİP’nin ise “eski ve sert milliyetçi ideolojik” ve “yeni ve yumuşak milliyetçi pragmatist” kanatlarının hangisi daha büyük veya ağır orasını bilemem. Çünkü toplum analitik açıdan bu mesele ilgisiz. Her ikisinin de ekonomik, ideolojik ve/ya siyasî pragmatikler açısından Sağ tarafta olması yeterli. Akşener’in siyasî becerikliliği bunları senkroze/eş zamanlı ve koordine/eş güdümlü olarak davrandırmaya yetebilir. Fakat önce partiyi, sonra da ülkeyi (tıpkı malum doping içeceğinin reklam spotundaki gibi!) “kanatlandırıp uçurmaya” yetecek gibi görünmüyor. Dolayısıyla Akşener’in “Başbakanlık projesi” ile gelecekteki Sağ eğilimli koalisyon hükümetlerinde, “Türk milliyetçiliği” sabit fikri ve “merkez parti” olmak hırsı ile, CHP’nin ve HDP ve TİP gibi Sol partilerin ortasına denge unsuru gibi oturma fantezisini ve retoriğini de çok daha gerçekçi terimlerle yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Zira, geniş muhalefet kendini sadece AKP veya Erdoğan’ın iktidarı karşısında zıtlık olarak konumlamıyor. İçlerinde hala “Türk-Kürt milliyetçiliği gerilimini” (sanki hakikî bir Hegelci diyalektik-miş gibi) canlı tutmak isteyenler de var. Dolayısıyla onlar da  HDP karşıtı pozisyon alarak “sözde ideolojik siyaset” yapıyorlar. HDP’nin ise eline bundan sonra daha da önemli siyasî fırsatlar geçecek. TİP gibi, fakat özellikle de kendi geleneksel ve sadık tabanına ek olarak, genç kafalı, isyankâr, özgürlük tutkunu, “çok kültürlülük” ve “çoğulculuk” gibi küresel söylemler bağımlısı, “kimlik-politikaları” prodüksüyonu, “politik doğruculuk” budalası ve tüm diğer despotik baskılardan bunalmış ağzı yanmış öfkeli ve tarihsiz yeni “çok çok-kültürlü” seçmenlerin de sempatilerini toplayarak, oyları daha da çoğalacak. Parti kapatılsa da, yeni bir isim alsa da, güncellenmiş politik söylemsel pozisyonları ile İYİP’yi de “sollayıp”, Türkiye’nin 3. büyük partisi olacak. Tabii eğer Selahattin Demirtaş’ın “hapse girince akıllandı uslandı” denilen son yıllardaki sağduyulu bildiri-mektuplarının hakkını verirse. Garo Paylan gibi medya vitrinindeki diğer partililerin önemli kamusal açıklamalarının dışına çıkmaz ve sırtındaki ağır siyasî tarihsel yükten kurtulmayı başarabilirse. Özetle, elindeki siyasî kozların farkındalığı ile, malum sığ pragmatist veya ideolojik kindar heveslere kapılıp “bulunmaz Hint kumaşı” havalarına girmezse. Umarım o zamandan önce, daha evvel de değinmiş olduğum “3. Yol” meselesine ise başka bir yazıda geri dönerim. Bu arada, genç veya naif seçmenler de haklı olarak, hem Cumhur İttifakı dışındaki ittifakların ve CB adaylarının ortak noktası anti-Erdoğancı olmaları denilip, hem de onun karşısına en güçlü tek aday Kılıçdaroğlu ile seçime gidilmemesine en hafif ifadeyle şaşırıyorlar. Başka adaylar çıkarmak ve baştan ikinci tura kalmayı planlamak siyasî cambazlığının ne demokratik toplumcu ahlakını kabul edilebilir, ne de pragmatik matematiğini anlaşılır buluyorlar. Yıllardır “halk bunu istiyor” diye diye, başta popülist ve istismarcı medya ve siyaset olmak üzere, TR’yi insanî gelişim endekslerinde vasatın altına indirmiş, üstüne üstlük toplumda “rol modeli” diye öne çık(artıl)mış tüm kurum ve bireylerin kendilerini ahmak yerine koymalarına artık tahammül edemiyorlar. O halde, üstelik OHAL’de yapılacak bu kritik seçime ve oyunuzu belirleyene kadar, lütfen başlıktaki sorumu da dürüstçe münazara ediniz. Çünkü bunlara kendiniz karar vermelisiniz: Popülist, rantçı ve gizil faşizan medyanın “haber ve bilgi” yerine, bol “duyum ve yorum” dayattığı, siyasetin de halâ “koyun” veya “ahmak” yerine koyarak özgür iradesini boğduğu bu millet mi “balık hafızalı”? Yoksa medya ve siyaset mi “alık mülahazalı”?