Şehir parkları şehir içinde büyük doğa alandır. Tabii ki insan eliyle düzenlenmiş, geliştirilmiştir ama özünde doğal alanların korunması ile oluşur. Bu yüzden şehirlere ihanet edilen ülkelerde şehir parklarına pek rastlanmaz. Şehirlerde yapılacak her türlü bahçeyi betona, ranta ve inşaata yeğlerim. Bu bağlamda millet bahçesi projelerini eleştirecek değilim, genel anlamda olumlu bakıyorum ve yapılmasını destekliyorum. Ancak bahçe ile park arasındaki farkın altını çizmek isterim. Şehirleri yönetenler park yapmak yerine bahçe yaparak sorumluluklarından kaçamazlar. Şehirleri medeni kılan parklarıdır. Parkın bir ötesi ve en ideali şehirlerimiz içinde ormanlar yeşertebilmektir. Dünya’nın en modern, en güzel şehirlerine baktığınızda içlerindeki devasa parklarla, hatta ormanlarla özdeşleşmişlerdir. Parkların somut ve soyun birçok faydası vardır. Şehirde yaşayan insan ile yok edilen doğa arasındaki ilişkiyi tekrar dengeler; insanların zihinsel, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için doğa, dolayısıyla parklar çok önemli bir işlev görür. Bu yüzden gelişmiş devletler yeşil alanlarını nitelik ve nicelik bakımından sürekli arttırmaya çalışırlar. Bu durum insanların yaşam kalitesini arttırır. Bu yüzden şehir içlerindeki parkların niteliği ve niceliği toplumların medeniyet seviyesini, ülkelerin gelişmişlik düzeylerini gösterir. Doğa ile buluşmak modern insanının en acil ve en önemli ihtiyaçlarından birisidir. Hoş, sadece modern insan için değil, uzak ve yakın tarihe baktığımızda da en gelişmiş medeniyetlerde hep bu ihtiyacı görürüz (Örneğin; Babylon veya Versailles Bahçeleri). Turistler bile şehirlerdeki ünlü parkları görmek için ülke değiştirirler. Örneğin, New York’taki Central Park, Londra’daki Hyde Park, São Paulo’daki Ibirapuera Park. Bir sıralama yapmam gerekirse şehirlerdeki yeşil alanları şu şekilde sınıflayabiliriz; Şehir ormanı, şehir parkı, lineer park, botanik parklar, arberetum, spor parkları, semt parkı, bahçeler ve çocuk parkı. Sıralamadan da anlaşılacağı üzere bahçeler ve çocuk parkları aslında her mahallede olması gereken yeşil alanlardır. Bir lüks değil, mecburiyettir. Hizmet değil, zaruriyedir. Şehirlerde yapılması gerekenler ise şehir ormanları, şehir parkları ve sonrasında spor parklarıdır. Lineer park, geniş-büyük alanlara sahip olunamayan yerlerde doğrusal bir çizgide dikey olarak parkı uzatmak, böylece insanları dar ama uzun bir alanda yeşil ile buluşturmaktır. Ne zaman İstanbul’a gitsem aklıma hep bu fikir gelir. Korkarım ki artık mümkün değil ama İstanbul Boğazı’nın iki yakasında boğaz ile şehir arasında baştan aşağıya tüm kıyı şeridi boyunca bir lineer park olsaydı muhteşem olmaz mıydı? Bu uygulamanın en güzel örneklerinden birisi Chicago’da hayata geçirilmiştir. Chicago Amerika’nın en büyük ve en yoğun şehir merkezine sahip kentlerinden birisidir. Chicago şehir merkezi ile hemen bitişiğindeki Michigan Gölü arasında kilometrelerce uzayıp giden bir yeşil alan aksı vardır. Göle erişim ancak bu park vasıtasıyla olur. Dünya’nın en yoğun gökdelen yapılaşması içinden sadece 10 dakika yürüyerek önce park alanına sonrasında da göle ulaşırsınız ve sadece 10 dakika içerisinde şehir merkezinden tamamen çıkarak kendinizi doğanın içinde bulursunuz. Zaten şehir parklarının ana amacı da budur. Parkların yapılış amacı, insanların şehrin gürültüsünden, kargaşasından ve beton manzarasından şehir dışına çıkmadan da kaçabilmelerine olanak sağlamaktır. Bunu başaramayan hiçbir şey şehir parkı sayılmaz. Bu yüzden içinde ağaçlar, göletler, hayvanlar, rekreasyon ve piknik alanları olur. Parkı bahçeden ayıran en önemli özellik budur. Çim ekilmiş, kent mobilyalarını yerleştirilmiş, çiçek ve fidanlar dikilmiş alan ne kadar büyük olursa olsun park olmaz, bahçe olur. Yine iyidir, yine güzeldir, yine faydalıdır ama yapılan iş farklıdır ve adı bellidir. Bahçe yapmak, şehir parkı ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Spor parkları ise birkaç göstermelik basketbol sahasının ötesinde çok amaçlı büyük spor-doğa alanlarıdır. Bu parklar birçok futbol, basketbol, voleybol, tenis sahaları ve skate-board alanları ile donatılmıştır. Hatta denize kıyısı olmayan şehirlerde bile zemini tamamen kumsal kumundan oluşan beach-volley ve plaj futbolu alanları olur. Şehir parkları şehir içinde büyük doğa alandır. Tabii ki insan eliyle düzenlenmiş, geliştirilmiştir ama özünde doğal alanların korunması ile oluşur. Bu yüzden şehirlere ihanet edilen ülkelerde şehir parklarına pek rastlanmaz. Peki akıllara şu soru gelebilir. Doğal halinde yeşil alanımız kalmadıysa hiç mi yapay bir şey yapılamaz? Tabii ki yapılabilir. Peyzaj mimarları, alanında uzman botanikçiler ve şehir planlamacılarının yardımıyla yeni şehir ormanlar yaratılabilir, devasa şehir parkları kuralabilir… Bunu yapabilmek boş arazileri çimlendirmekten, fidan dikmekten ve birkaç yürüyüş yolu yapmaktan daha büyük bir irade ve emek gerektirir. Şehirlerin merkezinde, belki de ekonomik değeri en yüksek olan yerlerde bunu yapmak yürek ister, birçok betonlaşmış alanı kamulaştırmak, yıkmak ve rant getirisine rağmen orayı sıfırdan ormanlaştırmak kolay iş değildir. İşte tam da bu yüzden bunu yapabilecek yöneticiler çıkarsa tarihe geçerler.