Dünyada göstermelik de olsa “temsili demokrasi temsilleri” henüz perde kapatmamışken 4. kuvvet medya acele ve öncülük etmeli. Öncelikle sorumlu habercilik yapmalı. Sosyal medyadan amatör gazetecimsilerden malzeme alımlamak yerine toplumsal eleştiriye kendisi kamusal mecra olmalı. 

Ülkede neredeyse tüm dikkatler hala CHP’de değişim üzerinde yoğunlaşmış durumda. Sanırım genel olarak “değişim” ve özgül olarak da bu konuda kendi kısıtlarım dahilinde diyebileceklerimi muhtelif aralıklarla ve yeterince  yazdım.

Zaten insanlar hem artık siyasetten, seçim ve sonrası tartışmalardan, birden bastıran sıcaklardan bunalmışken, parası olanın veya olmayanın imdadına 9 günlük Bayram tatili yetişti.

Zaten her ailenin kendi derdi, kendi “baba-oğul”, “ana-kız” dinamikleri kendine yetmekteyken kim daha fazla duymak ister Kılıçdaroğlu-İmamoğlu çekişmesini veya Akşener’in “pişmanlığını” ve (“ülkücü damarını” kabartan) “diyet” çıkışlarını filan.

Fakat Bayram tatiline giderken bile muhalefetin seçimlerdeki başarısızlığının faturasını Kılıçdaroğlu’na kesmeye çalışanlar umarım Akşener’in İYİP kurultayındaki konuşmasını da sonra bir ara izlerler. Zira bu ülkede, özellikle de muhalefetin, “siyasi içgörü katsayısı” gerçekten de her geçen gün düştükçe düşüyor. Baş savunma  olarak kullandıkları inkar ve projeksiyon mekanizmaları ise o oranda da taşlaşıyor.

O bakımdan, biz de biraz  iç siyasetten kaçalım ve dışarıya bakalım bu hafta. Öyle ya dünya dönüyor. Üstelik “ne hali varsa görsün” denilen, zaten “kader planı” görmekte ve görecek olan Türkiye’nin etrafında değil.

Örneğin, Titan felaketi. Olaydan önce de Mariana çukuruna en derin dalış rekoru olduğu gibi Titanik’e de 33 kez dalış yapmış, aynı adlı meşhur filmin yönetmeni James Cameron’un muhtelif uyarıları yer alıyordu medyada kaç zamandır.

Sosyal medyada bazıları “sen ne anlarsın, uzman mısın?” diye dalga geçtiler adamla. Bazıları da  Titan’ın bu maceraya hiç de uygun olmayan teknik koşullarıyla. Ve kimileri de insanın zengin olması ile sağlam muhakeme sahibi olması arasında illa da doğru orantılı bir ilişki aramak gerekmediğini bir kez daha konuştular.

Tabii gerek feci patlama öncesi gerekse sonrasındaki arama kurtarma çalışmalarına uluslararası medyada geniş yer verilmesi bazılarına 10 gün önce yaşanan başka bir deniz faciasını hatırlattı. Daha doğrusu, bazıları dünyadaki zenginler ve yoksullar arasındaki adaletsiz uçurumun Mariana çukurundan bile derinleşmiş olabileceğini düşündü. Bazıları da insanların dünyevî öncelikleri, öznel dertleri, vs çeşitlilik yelpazesinin nasıl olup da bu denli akıl almaz biçimde açılabilmiş olduğuna hayret etti.

Bu coğrafyada artık neredeyse kanıksanmış ve sıradanlaşmış o olay 14 Haziran’da  yaşandı. Yunanistan’ın güneyindeki Kalamata açıklarında 700’den fazla düzensiz göçmeni taşıyan tekne alabora oldu. Ancak 100 civarında insan kurtarılabilirken, 80 de ceset çıkarıldığı bildirildi.

Atina’da ve Avrupa’nın bazı yerlerinde tepkiler hala sürerken bizim medyamızda daha az yer buldu ne yazık ki. Ne de olsa düzensiz göç yüzleşilmesi çok sancılı , fakat en temel ve önemli sorunlarımızdan.

Ümitsizce de olsa bir yandan arama çalışmaları, bir yandan da protestolar sürdürülüyor. Çünkü Suriyeli bir kazazede teknenin başka bir gemi tarafından çekildiğini söylemiş. Dışardan da iki Pakistanlı görgü tanığının sosyal medyada yayımladığı bir video Sahil Güvenliğin ve Deniz Kuvvetleri Bakanlığı’nın raporuyla çelişince ortalığı iyice karıştırmış durumda.

Amatör haberciler ve sosyal medya demişken, tabii dün gece Rusya’da yaşananları en önce ordan izlediğimi de not etmeliyim. Bugün tankların üstünde selfie çeken Rusları, Moskova’da halka kapatılan Kızıl Meydan’ı, hiç bir şey olmuyormuş gibi günlük işlerini sürdüren insanları ve dakika dakika naklen yapılan görüntülü yayınları unutmamalı.

Şimdi dünyanın gözleri Wagner’in  başındaki Prighozin’in Putin’e karşı “darbe, kalkışma, vs değil de isyan” denilen, şimdi de “adalet yürüyüşüne” dönüşmüş ilginç ve önemli olaya çevrildi.

Putin  Rusya’ya hitap ederken eski  “şefi” Prighozin’i önce “vatan haini”, “terörist” ilan etti, öldürülmesini emretmişti. Fakat daha yazım bitmeden durum değişmiş. Kan dökülmesin diye Wagner güçleri Moskova’ya az kala dönüş yapmışlar. Dış gözlemcilerin de kafası karışmış. Kasparov da bir twit atmış şimdi; “devlet değil ki o, mafya…çıkarı için geri adım da atar, diktatör istediği her şeyi yapar, uydurur”  demiş.

Fakat tam da aklımdan bu uluslararası haberlerin içerde ve dışarda ne şekilde verildiğini, geleneksel ve sosyal medyadaki  farkları filan geçiriyordum ki, elime  hafta içinde duyduğum bir araştırmanın kapsamlı raporu  geçti. Ve bana yazımın varış noktasını da, başlığını da değiştirtti hemen.

Söz konusu olan Reuters Gazetecilik İncelemeleri Enstitüsü’nün yıllık Dijital Haberler Raporu. Enstitü Oxford Üniversitesi bünyesinde fakat Roskilde, Canberra, Navara gibi üniversitelerce, Google, BBC ve diğer başka tanınmış haber kuruluşlarınca da destekleniyor.

Tüm medya çalışanlarına, 12 yıldır tekrarlanan bu dünya çapındaki araştırma raporunu ve içeriğinden bile daha çok, salt Enstitü Müdürü Prof. Rasmus Kleis Nielsen’in giriş yazısı için naçizane öneririm.

Zira geçtiğimiz sene üstelik ülkenin demokratikleş(eme)me serüveninde siyasi gidişata ve seçimlere kamuoyu araştırmaları damgasını vurdu, malum.  Sadece onların yöntem ve diğer kısıtları üzerine değil nasıl sunulmalarının beklenmesi gereği üzerine biraz daha düşünmeleri için. Şeffaflık başta olmak üzere, betimsel istatistiklerden önce başka ne gibi bilgilerin halkla paylaşılması ve tartışılması gerektiğini görebilmeleri için.

Bu uluslararası raporda elbette Türkiye de ve coğrafi bölge olarak Avrupa içinde yer alıyor. Tüm ülkelerden olduğu gibi, bizden de 2000 civarında medya tüketicisi örnekleme dahil edilmiş.

Sonuç olarak, genç katılımcıların yarıya yakını haberler için geleneksel medya ve TV kullanmıyor. Onun yerine dijital ve sosyal medyadan da haber izledikleri pek düşünülmemeli. Çünkü 25 yaş altının yarıdan fazlası haberden ziyade daha çok “influencer” ve ünlü kişilerin yazdıklarını okuyorlar.

Ülkelerdeki “kutuplaşma” arttıkça kullanıcıların da özellikle birbirini tekrarlayan, sosyal adalet ve iklim değişikliği (Sağcılar), kişisel güvenlik, suç, finans ve ekonomi (Solcular) gibi olumsuz buldukları haberlerden bunalıp kaçıyorlar.

Diğer veriler de belki size şaşırtıcı gelmeyebilir. Zaten benim de kendi gözlemlerime  ve daha önceki yazılarımdaki medya eleştirilerime pek yeni veya ek bilgi katmıyor. Sadece hangi yayın organlarının bu örneklem tarafından ne ölçüde güvenilir bulunduklarını sayılara döküyor.

Fakat daha başka ayrıntılara girmeksizin, bu rapora şimdi en az üç sebeple yer vermek istedim:

Birincisi, genelde medyaya ve haberlere duyulan güvenin düşük, %35 seviyesinde olması.

İkincisi, bu toplumdaki ciddi bir beka sorunu derecesine gelmiş ve kanımca yeterince fark edilip de önemsenmeyen genel güvensizlik ve kuşkuculuktan elbette medyanın kurumsal ve gazetecilerin de kişisel olarak nasibini daha da alacak olmalarının kaçınılmazlığı.

Üçüncüsü de elbette sürekli siyasi gündemi, siyasetçileri de yönlendirerek belirleyenin  4. kuvvet medyanın olması. Ülkenin bu giderek kötüleşmiş sürecine vasat medyatik popülizmin doğrudan katkısı.

Aracı medya sürekli olarak siyasi, ekonomik, güvenlik, vs hakkındaki sığ haberler ve olguya değil duyuma dayalı dedikodular ile odağına siyaseti ve hedefe siyasetçileri koyuyor. Böylece öncelikle kendisi hem bilinçli veya bilinçdışı yüzleşmek istemediği hatalarından ve yetersizliklerinden kaçıyor. Hem de toplumsal değişim ve dönüşüm açısından çok önemli bir alanı kapsamayarak boşlukta bırakıyor.

Belki sizin için de çok şaşırtıcı olmayabilir bu sayılar, fakat en güvenilir bulunan medya kurumununki bile yeterince düşük sayılır bence. Örneğin, en yüksek %58 ile Fox TV bulunmuş. Onu Cumhuriyet (%51), Halk TV, CNN Türk, NTV (% 49) izliyor. En az güvenilir bulunansa %36 ile A Haber. ATV, Sabah, Milliyet Show TV  ise %37-39 bandında seyrediyor.

Elbette, Türkiye’de gerçekten de iyi gazeteciler ve TV programcıları az sayıda da olsa yok değil. Onların kimler olduğu hakkında sanırım medya sektörü içinde de uzlaşma var. Zaten zaman zaman bu “tescilli iyi gazeteciler” ödüllendiriliyorlar da.

Fakat ülkedeki tüm sektörlerde olduğu gibi bu bireysel özverili çabalar ve istisnalar medya kurumunun ciddi bir değişim gereksinimi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hatta toplumsal demokratikleşmenin ve radikal dönüşümlerin siyaset kurumundan da önce medyada gerçekleşmesi gerekiyor.

Tabii en ideali özeleştiri ve özdenetim mekanizmalarının işletilebilmesi. Fakat özeleştiri de dışardan eleştiriye açık olmaksızın gelişemez.

Türkiye küresel dinamiklerle birlikte kendisi istese de, istemese de zaten hızla değişmekte. Sanırım önemli olan insanlarının ve kurumlarının bu süreçleri ülke çıkarları doğrultusunda yönetebilmesi. Kendini biraz daha özerk hissedebilmesi, güvende ve huzurlu olabilmesi.

Oysa şimdilik gidişatımız hiç de parlak görünmüyorken, içe kapanmak çok daha büyük hata. Sağ popülizm ve otokratik, hatta diktatöryel rejimler yayılmakta. Kaba güç, hele silah elbette çok ürkütücü ve caydırıcı.

Ancak dünyada göstermelik de olsa “temsili demokrasi temsilleri” henüz perde kapatmamışken 4. kuvvet medya acele ve öncülük etmeli. Öncelikle sorumlu habercilik yapmalı. Sosyal medyadan amatör gazetecimsilerden malzeme alımlamak yerine toplumsal eleştiriye kendisi kamusal mecra olmalı.

Sivil toplumun uluslararası emsalleri ile dayanışmasını,  devlet yönetimlerinden şeffaflık ve adalet taleplerini mutlaka kolaylaştırmalı.

İyi tatiller, iyi Bayramlar…

ü