Manifesto, belirsizliğin çıkmazında, kendi metafiziksel soyutlamasına kapılmamızı isteyen bir film ancak izleyicileri, Blanchett'in coşkulu bir dizi bakış açısına dair düşünmeye davet ediyor. Manifesto şüphesiz büyüleyici bir zihinsel egzersiz.

Tristan Tzara, 1918 tarihli Dada Manifestosun’da sonsuz ve biçimsiz insan varyasyonundan söz eder. Alman sanatçı Julian Rosefeldt'in yeni filmi Manifesto, yalnızca 13 karakteri sunmasıyla sonsuz ve biçimsiz olmaktan öte değişken olanı somutlaştırıyor ve Tzara’nın bahsettiği o fikirden uzaklaşmamış gibi görünüyor.

Blanchett'in filmde okuduğu manifestolar arasında kavramsal sanata yönelik çeşitli çağrılar yer alıyor ve film bir anlamda ‘’kavramsal sanat nedir’’in cevabını önümüze getiriyor. Blanchett'i birden fazla rolde izliyoruz. Karakterler sırasıyla; çılgın bir berduş, hızlı bir tüccar (fütürizm bölümünde), mavi yakalı bir temizlik işçisi, bir CEO, bir punk rockçı, bir bilim adamı, bir cenaze konuşmacısı, bir kuklacı, bir koreograf, bir haber spikeri ve bir öğretmen ile tamamlanıyor. Blanchett, onları doğrudan kamera merceğine bakarken hem cinsiyeti hem de sınıfı aşan arketipler olarak yorumluyor.

Büyük ölçüde 20. yüzyıldan (en eskisi Komünist Parti Manifestosu, 1848), (en sonuncusu 2004'e ait) çeşitli sanatsal, politik ve kültürel beyanlardan alıntılar okuyor. Bir anlamda film anlatı sineması kategorilerinin dışında bir manifesto olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Blanchett, Manifesto’da çok rollü, hızla değişimi kotarabilen başarılı bir aktrist olmaktan öte kolayca adapte edilebilen bir sanat malzemesiymişçesine karşımıza çıkıyor.

Video enstalasyonlarından uzun metrajlı bir filme dönüştürülen Manifesto, kaçınılmaz olarak, teatral kurgu filminin normlarına başvurmadan edemiyor. Zaman içinde sıralanan çeşitli bölümler arasında bir anlatı izlenimi oluşturmaya başlıyor ve izleyici olarak karakterler arasında bağlantılar kurmak istiyoruz.

Manifestoların dili fevkalade idealist ve sorumsuz; öyle ki her biri, sonucu umursamayan bir eylem çağrısı ve filmin kendisi, anlatısal sonuca olan ihtiyacı göz ardı ediyor.

Manifesto, geniş bir zekâdan rahatsız edici bir ironiye kadar uzansa da tutarlı bir mizah çizgisine sahip. Kavramsal sanatla ilgili bölümde Blanchett, bakımlı bir haber sunucusu olan fakat aynı zamanda rüzgârda ve yağmurda ayakta durmaya çalışan bir muhabiri, bu ironik fenomenin ilkeri konusunda sorguluyor. Bu bölüm ayrıca, Brechtyen kuram için üstü kapalı bir manifesto sunuyor çünkü yağmur fırtınasının bir rüzgâr makinesi ve bir yağmurlama ürünü olduğu ortaya çıkıyor.

Rosefeldt, bize manifestoların tamamını vermek yerine, her zaman birbiriyle tutarlı olmayan parçaları karıştırıp birleştiriyor. Ortaya çıkan, bir manifestonun ifade edilebileceği, nazik idealist bir teşvikten, ateş ve kükürt kıyametçiliğine kadar farklı kayıtların bir çalışması ve film hareketin kişisel olmayan iradesini somutlaştıran bir otorite.  Aslında, çelişkili bakış açılarının ahenkli bir yankısı, ancak tüm bunlarda ortak olan şey, onların çatışmacı doğası…

Manifesto, herhangi bir geleneksel anlatım yapısına bağlı kalmıyor, ancak Rosefedlt görüntü yönetmeni Christoph Krauss ile birlikte bir dizi çağrışımları dönüştürmek için bizi hipnotik bir esarete çekiyor ve filme, günümüz gişe filmlerinin gösterişli değerlerine uygun olan canlı bir zarafet katıyor. Rosefeldt, harap malikaneler ve fabrikalardan, parıldayan bilim ve medya tapınaklarına, süper zenginlerin buz gibi lüks sığınaklarına kadar, hepimizin içinde yaşadığı ekonomik açıdan kutuplaşmış dünyayı gösterişli bir tarzda sunuyor.

Manifestoların dili fevkalade idealist ve sorumsuz; öyle ki her biri, sonucu umursamayan bir eylem çağrısı ve filmin kendisi, anlatısal sonuca olan ihtiyacı göz ardı ediyor. Tamamen sanatsal teori örneklerinden bir sanat filmi üreten Rosefeldt, ikisi arasındaki mevcut ilişkiyi tepetaklak ediyor. Sanata cevaben yazılan analizler, iki disiplin arasında var olan görünmez bariyeri silerek sanatın konusu hâline geliyor.

Manifesto, belirsizliğin çıkmazında, kendi metafiziksel soyutlamasına kapılmamızı isteyen bir film ve doğası gereği kendine ait çok az fikir sunuyor; ancak izleyicileri, Blanchett'in coşkulu bir dizi bakış açısına dair düşünmeye davet ediyor. Manifesto şüphesiz büyüleyici bir zihinsel egzersiz.

Film, Blanchett'ın sesi, Nils Frahm ve Ben Lukas Boysen'nin müziğinin yardımıyla bir görsel şölene dönüşüyor.  Sonuç olarak, “Manifesto” tam anlamıyla bir sanat filmi: doğası gereği kavramsal fakat biçim olarak geleneksel değil ve çekicilik açısından tamamen ezoterik.

Manifesto, bu rekabet hâlindeki kurallar ve düzenlemeler girdabında, katı bir yaratıcılığın talep ettiği her şeyi alaşağı ederek, izleyicileri tavır almaya teşvik ediyor.

ü