Geçmişte adı “karanlık” bir takım faaliyetlerle anılan Muharebe Arama ve Kurtarma alayı, Necip Hablemitoğlu suikastıyla tekrar gündeme geldi. Hakan Şahin yazdı. Çeşitli terör örgütleri tarafından kaçırılan ve uzun süreler kendilerinden haber alınamayan sivil, asker ve devlet görevlisi çeşitli yurttaşlar oldu son yıllarda. Bu yurttaşların kurtarılması ile ilgili bu süreler içinde ne tür girişimlerde bulunulduğu konusunda çok net bilgilere sahip değiliz ama net olarak bilgi sahibi olduğumuz iki vaka oldu. 2016 yılında askerlerimiz Sefter Taş ve Fethi Şahin Suriye’de IŞİD tarafından bir süre alıkonulduktan sonra yakılarak şehit edildi. 2021’de ise PKK tarafından kaçırılan ve uzun yıllardır alıkonulan, aralarında istihbarat görevlisi, polis ve askerler olan 13 yurttaşın kurtarılmasına yönelik operasyon (Gare) başarısızlıkla sonuçlandı ve bir mağara içinde ele geçirilen, 13 yurttaşımızın cansız bedenleri oldu. Sözünü ettiğim bu olaylarda, askeri terminoloji kullanmak gerekirse, Arama ve Kurtarma (Search and Rescue, SAR) birliklerimizin bu elim olayları önlemeye yönelik ne tür çabalar gösterdiğini ve sonuçlarının ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz, bunlar basına yansımadı. Oysa Türkiye’nin çok başarılı arama-kurtarma birlikleri var ve bunların başında ise Özel Kuvvetlere bağlı MAK (Muharebe Arama ve Kurtarma) Alayı geliyor. Polisin, Jandarma’nın, Hava Kuvvetlerinin de ayrı ayrı Arama-Kurtarma birimleri bulunuyor. Ama bunlar arasında en gelişkini ve profesyoneli, belirttiğim gibi, MAK Alayı. İşte kaçırılan, kaybolan, alıkonan yurttaşların kurtarılmasına yönelik sevindirici haberlerle gündeme gelmesini beklediğimiz MAK, bir kez daha, bambaşka iddialarla gündeme geldi. Neden bir kez daha diyorum? Şubat 2013’te Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı ile ilgili çıkan haberler üzerine bir basın açıklaması yapmıştı. O açıklamada, hukukun üstünlüğü ve adil yargılanma ilkelerine saygının gereği olarak, devam eden soruşturma ve kovuşturma konularıyla ilgili mecbur kalınmadıkça açıklama yapılmamasına özen gösterildiği ifade edilmiş ve şu vurgulanmıştı: “Ancak, Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) bünyesindeki bazı unsurların illegal faaliyetlerde bulunduğu şeklindeki iddialardan yola çıkılarak, TSK personelini ilgilendiren ve devam eden soruşturma ve kovuşturmaları etkileme sonucu doğurabilecek nitelikteki yayınların kurumsal olarak TSK'yı da etkileyecek boyutlara dönüştüğü değerlendirilmektedir.” Açıklama ÖKK’nın illegeal bir örgütlenme olmadığı ve hukuk içinde hareket ettiği vurgusuyla devam ediyordu. “Özel Kuvvetler Komutanlığı, gizli ve illegal bir yapılanma olmadığı gibi faaliyetleri de illegal değildir. Geçmişe yönelik soruşturma ve dava konusu olmuş birtakım iddialarla Özel Kuvvetler Komutanlığının suç örgütü gibi gösterilmesi, en başta gece gündüz demeden, hayatının önemli bir kısmında ailesinden ayrı ve zor koşullarda görev yapan ve bazıları şehit veya gazi olan personelimize yapılmış bir haksızlıktır.” Açıklamadaki bir diğer çok önemli vurgu ise Özel Kuvvetlerin “emir-komuta disiplini” içinde hareket ettiklerine yönelik vurgu idi: “Özel Kuvvetler Komutanlığı halen Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün unsurları gibi ilgili mevzuat çerçevesinde ve emir komuta disiplini içinde görevine üstün bir azim ve gayretle devam etmektedi.” Bu ibarenin neden “çok önemli” olduğuna aşağıda değineceğim. Aynı açıklamada Özel Kuvvetlerin iki alt birimine, önemlerine binaen, ayrı birer başlık açılmıştı. Bunlar Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığı ve MAK Alayı idi. “Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın kuruluşunda bulunan Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığı; mili savunma personel seferberlik sistemi içinde personel seferberliğini planlayan ve seferde emirle icra eden legal bir kuruluştur. Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Alay Komutanlığı ise muharebe sahasında düşen uçakların pilotları ile düşman gerisinde kalmış TSK personelini aramak ve kurtarmakla görevlidir.”
Mademki MAK Alayı emir komuta disiplini içinde görev yapıyor, MAK Alay Komutanına bu emri kim verdi?
Yıllar sonra bu açıklamaları ayrıntılı biçimde gündeme getirmemin nedeni, bir “Search and Rescue” birliği olan ve gerçekten de Genelkurmay açıklamasında belirtildiği gibi özellikle düşman bölgesinde kalmış dost unsurların aranması ve kurtarılması işlevini yerine getirmek için, Özel Kuvvetlerin en başarılı ve cesur personeli arasından seçilerek oluşturulan ve ilave kurslar ve eğitimlerle gerçekten de çok yetenekli askerler haline getirilen bu birlik personelinin, son günlerde bambaşka bir iddiayla gündeme gelmiş bulunması. O iddia, MAK Alayının, en başta dönemin MAK Alay Komutanı (Levent Göktaş) olmak üzere, 2002’de gerçekleştirilen ve bugüne değin faili meçhul kalan Necip Hablemitoğlu cinayetini örgütlediği ve işlediği iddiası. Üstelik bu iddiaları Nuri Gökhan Bozkır isimli eski bir Özel Kuvvetler subayı üzerinden ilk gündeme getiren, herhangi biri değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan olmuştu. Teğmen olduktan sonra Özel Kuvvetlere alınan Bozkır, bir süre Özel Kuvvet taburlarında görev yaptıktan sonra, ancak en başarılı olanların girebildiği MAK Alayına alınmıştı. Bugünlerde dile getirilen bir iddia şu: Bozkır’ın albay olan babası Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le devre arkadaşıydı ve Özkök’un tavassutuyla Özel Kuvvetlere alınan Bozkır liyakatli olmadığı halde yine aynı tavassutla MAK Alayına alınmıştı. Kuşkusuz bunlar sadece iddia. İşte bir süredir Ukrayna’da yaşayan bu eski subayın MİT tarafından yakalanarak Türkiye’ye getirildiği ocak ayında açıklandı. Açıklamayı yapan bizzat Erdoğan’dı. Cumhurbaşkanı, Bozkır’ın Ukrayna’dan Türkiye’ye getirilmesi sonrası yaptığı açıklamada şunları söylemişti. “Bu kişi Hablemitoğlu cinayetinin zanlısı olarak şu anda ülkemiz yargısına hesap veriyor. FETÖ ile irtibatı yanında DEAŞ terör örgütüne silah ve mühimmat temin ettiği bilinen bir kişi. Bu olayın zanlısının yakalanıp ülkemize getirilmesi geçmişteki faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması konusundaki kararlığımızın bir ispatıdır. Geçmişte faili meçhul cinayetlerle istikrarımızı bozmaya çalışanları ortaya çıkararak ülkemize karşı oynanan oyunları deşifre etme konusundaki kararlılığımız da bakidir” İşte bu sözler, Genelkurmay Başkanlığının 2013’te yaptığı ve yukarıda ayrıntılı olarak verdiğim açıklaması ile çelişiyordu. Zira, Genelkurmay’ın asla illegal faaliyetlerde bulunmadığını iddia ettiği MAK Alayında görevli bir subay üzerinden giden Cumhurbaşkanı, bir akademisyeni Ankara’nın göbeğinde öldüren ve bunun için cinayetten önce çok detaylı ve gizli planlamalar yapan kişilerin Özel Kuvvetler MAK Alayı personeli olduğunu iddia ediyordu. Bu sözlerin Cumhurbaşkanı tarafından bizzat açıklanması ise hem konuyu bizzat takip ettiğini hem ileride başka faili meçhul cinayetlerle ilgili bir “genişleme” yaşanabileceğini ve hem de mevcut ve gelecekteki olası şüphelilerin “FETÖ” ile de ilişkilendirilebileceğine işaret etmesi bakımından önemliydi. Bu iddianın ve ardından 7’si MAK personeli 2’si sivil (sivillerin de MAK’la ilintili paramiliter unsurlar olduğunu söylendiyordu) 9 kişiye yönelik gözaltı kararlarının çok önemli yanlarından biri, cinayetin askerî emir komuta içinde işlendiği yorumlarına açık olması. Zira bu yoruma kapı açacak şekilde, isimleri geçenler MAK Alay Komutanı, Alayın İstihbarat Kısım Amiri ve tim komutanlarından bazıları. Kaldı ki 2013 tarihli Genelkurmay açıklamasında da bu husus vurgulanıyor ve tekrar etmek gerekirse şöyle deniyordu:
İleride kovuşturmanın seyri, hiyerarşi meselesini içerecek şekilde gelişirse, konu MAK Alayı ile sınırlı olmaktan çıkıp Alayın doğrudan bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanlığına ve Genelkurmay Başkanlığına doğru genişleyebilir.
“Özel Kuvvetler Komutanlığı halen Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün unsurları gibi ilgili mevzuat çerçevesinde ve emir komuta disiplini içinde görevine üstün bir azim ve gayretle devam etmektedi.” Bu emir-komuta disiplini meselesi şu açıdan çok önemli: İleride kovuşturmanın seyri, bu emir-komuta ve hiyerarşi meselesinin içerecek şekilde gelişirse, konu MAK Alayı ile sınırlı olmaktan çıkıp Alayın doğrudan bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanlığına ve Genelkurmay Başkanlığına doğru genişleyebilir. Bu ise yeni ve daha önemli isimlerin gündeme gelmesiyle neticelenebilir. Böyle bir ihtimalde ise sorulacak ilk soru herhalde şu olacaktır: Mademki MAK Alayı emir komuta disiplini içinde görev yapıyor, MAK Alay Komutanına bu emri kim verdi? MAK Alayına mensup subay ve astsubayların Türkiye’nin önemli siyasi cinayetlerinden biri ile gündeme gelmiş olması, TSK’nın demokratik-parlamenter denetim altında tutulmasının; ve ayrıca, bu türden etkili bir denetimin “askeriye uzmanlığı”na sahip kadrolarca desteklenmesinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu önemin farkında olma ve bunlara dair bir merak ve ilgi geliştirme konusunda ise toplum, medya, akademi ve muhalefet partileri, siyasi iktidarın epey gerisinde kalmış görünüyor. Öyle ki benim görebildiğim kadarıyla ne toplum ne medya ne de akademi henüz, adı üstünde bir Arama-Kurtarma birliği olan MAK’ın neden ismiyle de müsemma bu tür görevler yerine Ankara sokaklarında hurdacı kılığında keşifler yaptığı iddiasıyla gündeme geldiği sorusunu cepheden sorabilmiş değil. Oysa bu sorunun güçlü bir sesle sorulması, başta TSK olmak üzere devlet kurumları içinde çöreklenmiş olması muhtemelen suç şebekelerinin yanı sıra, “vatan için gerektiğinde hukuk dışına çıkabileceğine” dair hastalıklı anlayışların yok edilmesinin ilk adımı olacaktır.