Gündeme oturan Ukrayna-Rusya savaşında savaş karşıtlığının arkasında da çeşitli ideolojik ajandalar var. Siyaset bilimci Nuray Mert bu ajandaların ne olduğunu çözümledi.
Putin savaş çıkardı, ‘liberal’ savaş çığırtkanlarına gün doğdu; ‘liberal demokrasiler tehlikede!’ diye ortaya düştüler. Doğrusu, liberal demokrasiler gerçekten de tehlikede, sadece o değil, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, tüm bu kavramlar, ilkeler hepsi tehlikede. Ama sadece savaş çıkaran diktatörler yüzünden değil; daha önemlisi, iki yüzlü ‘liberal demokratlar’ , ‘insan hakları savunucuları’ ve ‘özgürlük aşıkları’ yüzünden tehlikede. Bu kavramların sadece içini boşaltmakla kalmadılar, kirlettiler. Demokrasi, insan hakları getireceğiz diye, özgürleştireceğiz diye askeri işgalleri meşrulaştırdılar, karanlık operasyonlara, stratejilere kılıf uydurdular.
Aynı şeyleri şimdi de Ukrayna savaşı üzerinden tekrarlıyorlar. Diyeceksiniz ki; ‘Putin de savaş çıkarmasaydı!’. Bence de çıkarmasaydı; aklı başında herkes için de çıkarmasaydı! O halde ‘ama’sız kınayalım’. O da olur, tabii ‘ama’sız kınayalım’. Kınayabildiğimiz kadar! ‘Ama bir adım ötede, ‘daha fazla hiçbir şey söylemeyelim, söylersek Rusya/Putin taraftarı oluruz’ diyenlere, ‘yok öyle bir şey!’ demek zorundayız. İmam Hatip okullarında bilinen Türkçe-Arapça karışık bir deyim vardır; ‘Ettekrarı ahsen, velev kane yüzseksen’, manası ‘tekrar iyidir, velev ki yüzseksen kere olsun’.
Bu konu tam da böyle bir konu, tekrar edelim, ‘taraf tutmak zorunda değiliz’. Dünya bir kurtlar sofrasına dönmüşken iki kötü arasında neden taraf olalım? Keşke, barıştan yana olanların sözünün bir karşılığı olsa ‘diplomasi ile çözün kardeşim, bu yolda tüm imkânları tüketmeye çalışın’ der ve işin içinden çıkardık. Madem dinleyen yok, bu işin aslı faslı nedir, en azından onu kurcalamak durumundayız. Yok, öyle, ‘ya bizdensin, ya da Putin’den yana’ diye herkesi birilerinin taraftarı olmaya zorlamak, hokus pokusla ABD dış siyasetinin neferi yapmaya çalışmak.
Ukrayna krizi, ‘neo-liberal demokrasi’ söyleminin demokrasiden ne anladığını, ABD/Batı’nın stratejik çıkarlarını nasıl bu kavramla gizlediğini ve bu kavramların itibarını zedelediğini görmek için çok iyi bir örnek teşkil ediyor.
2003 işgalini hatırlayalım; o zaman da aynı şey oldu, ‘ya işgalden yanasın, ya da diktatör Saddam’dan’ laf kalabalığı ile işgal meşrulaştırıldı. Şimdi o işgali savunanlar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında barış güvercini rolüne soyunmuş vaziyette. ‘Belki akılları başlarına gelmiştir’ diyeceğiz ama Irak faciasından sonra hiçbir şey değişmedi, bu kafa, Libya’nın işgalinde de değişmemişti. Değişen işgalcinin kim olduğu, bu kafada olanlar için ABD/Batı ittifakı işgalci olunca işgaller, askeri müdahaleler ‘iyi’, işgalci başkaları ise ‘değil’! İşte dünya barışının, demokrasi ve özgürlüklerin hâkim olduğu bir düzenin önündeki en büyük engel bu ikiyüzlülük!
Şimdi de, kalkmışlar, hiç utanıp sıkılmadan, ‘mademki, Putin gibi diktatörler liberal demokrasiler için en büyük tehdit, ABD dünyanın polisliğine tekrar dönmeli’ diye propaganda yapıyorlar. Uğursuz Fukuyama yine meydanı boş bulmuş, propaganda savaşının başına geçmiş (‘The war on liberalism’, Finacial Times, 5-6 March 2022)
[1], tarafları tanımlamış; bir yanda Rusya/Putin merkezli otoriter rejimlerlerden yana olan Çin, Suriye, Venezuela, İran ve Nikaragua varmış, diğer yanda ‘liberal demokrasiler’. Suudi Arabistan nasıl bir rejimmiş? Mısır nasıl bir rejimmiş, Filipinler nasıl bir rejimmiş? Polonya nasıl bir rejimmiş? vs.
ABD içinde bazı Cumhuriyetçiler de bu saflarda yer alıyormuş, peki ‘demokrat’ Biden’ın son demokrasi zirvesine, marka otoriter rejimlerden biri olan Hindistan, başkanları ‘yargıya gerek yok, uyuşturucu kullananları öldürün, ben de geçmişte öldürdüm’ diyen Filipin niye davetliymiş? Çin’i sıkıştırma stratejisi çerçevesinde bu çevre ülkeler çok önemli diye olabilir mi? Doksanlı yılların başında ilan ettiği tezlerin tümünün yanlış çıktığı Fukuyama’nın, Irak işgali döneminde neo-con savaş çığırtkanlarının önünde gittiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Aklı başında, barıştan, demokrasiden yana insanların Putin’in arkasında saf tutmayacağı aşikar ama aynı insanlar, kolaylıkla ‘neo-liberal demokrasi söylemi’ laf kalabalığı içinde, küresel barışın diğer düşmanlarının ardında saf tutmaya çağrılabiliyor.
[1] İlgilenenlere; Fukuyama’ya çok kısa da olsa bir cevap olarak bkz. Alex Collinicos, ‘Francis Fukuyama still doesn’t understand history’, Socialist Worker, March 8, 2022.