Özneler, aynı verileri başka parçalar, başka parçalar arası ilişkiler ve başka bütünler olarak algılarlar. Bu algılama bazen minik, bazen devasa, bazen de tam tamına zıt anlamlar üretir. Böylece dil, ortak mutabakat kadar, kutuplaşan farklılıklar da üretir. Bize bütün görünen her şey, bambaşka parçaların birbirleriyle kurdukları karmaşık ilişkilerin toplamıdır. Her bir parça da, kendi başına bir bütünlük olarak algılandığından, o da bambaşka alt parçaların karmaşık ilişkilerinin toplamına denk gelir. Her neye bir bütün ya da tamlık diyorsak, o, sayısız parçanın hem kendi aralarındaki hem de kendi altlarındaki parçaların ve onların parçalarının karmaşık ilişkilerinin sonucudur. Bir varlığın ne zaman tamamlandığı (tamlığa ulaştığı) meselesi spekülatiftir. Bir bardak ne zaman tam bir bardaktır? Bir babayı, tam bir baba kılan nedir? Tam rekabet piyasası dediğimiz şey, ne zaman vardır? Bardağın kenarında ufak bir çatlama olduğunda, bardak bardaklığını yitirir mi? Baba, çocuğuna sevgi göstermediğinde hala baba mıdır? Devletin müdahale ettiği bir piyasada, tam rekabet söz konusu mudur? Tüm bu soruların yanıtları değişkendir. Çünkü parçalar arasındaki ilişkilerle meydana geldiğini kabul ettiğimiz bütünün, bir bütün olduğu yargısı yalnızca bir fikirdir. Bardak, baba ve tam rekabet piyasası ifadeleri birer fikirdir. Fikirler, deneyimlerimizden ayrı değildir. Deneyimlerin üzerine inşa edilirler ve üretildiklerinde, deneyimlerimizi yeniden etkilerler, değiştirirler. Bir yandan da deneyimler tarafından değiştirilmeye devam ederler. Deneyimler ve fikirler arasında sonu gelmeyen bir iletişim vardır. Eşzamanlı ve durmak bilmeyen bir dönüşüm söz konusudur. Bu dönüşüm bazen hızlıdır, bazen yavaştır fakat süreklidir. Deneyimde de, fikir üretmekte de karmaşık veri kümelerini birbirine bağlayan varlık öznedir. Özne ise, bedensel, akılsal, bilişsel, duygusal genetik özelliklerinin yanı sıra, yaşamı boyunca başından geçen deneyimlerin ve ürettiği/öğrendiği/kabul ettiği/kuşkulandığı fikirlerin bir retrospektifidir. Bir bağlantılar merkezi olarak özne de, bir bütün olarak kabul edilmekle birlikte, başka birçok bütünün içerisinde yer alan bir parça olarak, birbirinden farklı pek çok iletişim ve ilişki içerisindedir. Her bir ilişki ağı içerisinde bağlam değiştiğinden, öznenin kendisi de her farklı ilişki ağı içinde, genetik ve tarihsel özelliklerinin başka varyasyonlarını devreye sokar. Toplum içinde başka, yalnızken başkadır. Yazlıkta başka, pijama partisinde başka, oyun oynarken başkadır. Romantik bir müzik dinlerken başka, gürültüye maruz kaldığında başkadır. Bekarken başkadır, evliyken başka, zenginken başkadır, yoksulken başka. Yani karmaşık veri kümelerini birbirine bağlayan öznenin, değerlendirme mercii olarak kendisi de son derece değişkendir ve içinde bulunduğu ilişki ağlarına göre kestirilemez şekilde farklılaşır. İçinde bulunduğu ilişki ağı, öznenin deneyimlerini değiştirir, deneyimler fikirleri dönüştürür, fikirler, öznenin hem kendisine, hem de başka bütünlüklere ilişkin yargılarını başkalaştırır. Yargılayan da, yargılanan da sürekli değişmektedir. Dahası işin içine başka özneler de girince, her bir özne kendi değişkenliği ve yargılarının değişkenliğiyle, değişkenliklerle boğulmuş bir özneler arası ilişki/iletişim oluşturmaktadır. Bu kadar değişkenin aynı anda değiştiği bir dünyada özneler çıpasız kalırlar. Bu yüzden bir referanslar sistemi oluşturmak gerekir; zira mutlak şekilde çıpasız kalan kişi, değişken olmayı da geride bırakarak hiçliğe/nihilizme yol alır. Çıpayı sağlayan, dile tahvil edilen düşüncelerdir. Düşünceler de tıpkı her şey gibi saçılmış parçalar ve parçalar arası ilişkilerden oluşur. Parçalar arasında kurulan ilişkilerle yeni bütünler elde edilir. Bu yeni bütünler, başka bütünler oluşturmak için parçalar olarak kullanılırlar. Ve her şey düşünceler dünyasında yine parçalar arası ilişkiler şeklinde yeni bir yazılım olarak kodlanır. Bu kodlar, sözcüklere dönüştürülüp, sözcükler çeşitli tanımlarla sabitlenmeye çalışıldığında, insanlar arasında ortak mutabakatla kabul edilmiş çıpalar oluşur. Birdenbire bir referanslar dizisi ortaya çıkar. Fakat her öznenin geçmişi farklı olduğundan, her özne, başka dilsel ortak mutabakatlar dünyasına üye olur. Aynı verilere, başka isimler verilerek, başka referans dünyaları üretilir. Böylece özneler, aynı verileri başka parçalar, başka parçalar arası ilişkiler ve başka bütünler olarak algılarlar. Bu algılama bazen minik, bazen devasa, bazen de tam tamına zıt anlamlar üretir. Böylece dil, ortak mutabakat kadar, kutuplaşan farklılıklar da üretir. Dünya maddi olarak değil ama düşünsel ve duygusal olarak bölünür. Fakat şunu unutmamak gerekir; dünyayı bölünmez bir varlık olarak görmek de bir fikirden ibarettir ve bu fikir de ancak gördüğü kabul kadar geçerlilik iddiasında bulunabilir.
İdeolojiler, inançlar, fikirler birer sözdür. Sözler, somut parçalar arasında ilişkiler görüp o ilişkileri isimlendiren soyutlamalardır. Çoğu icat, uydurma, az bir kısmı keşiftir. Neyin icat, neyin keşif olduğu da alabildiğince muğlaktır; çoğu kez birbirlerinin içine geçmişlerdir.
Dil, değişken öznenin ve değişken dünyanın kesişiminde ortaya çıkan kargaşanın, daimi dönüşümün sabitlenerek düşünsel ve duygusal çıpalar oluşturulması girişimidir. Bunda başarılı da olur ancak bu başarı evrensel değildir. Bu yüzden dil, farklı farklı dünya görüşleri üretir. Verilerin yorumlanması, kaç verinin isimlendirildiği, hangi veriler arasında bağlantılar kurulduğu, bu bağlantılara nasıl yaklaşıldığı, bağlantılar arasında kurulan yeni bağlantıların nasıl nitelendirildiği, dil üzerinden bir dünya yaratımıdır. Ve her bir dil genişliği, niteliği, niceliği farklı olduğundan, bu diller arasında ilişki kurmak o kadar kolay değildir. Aksine, dil farklılıkları aynı ortamda dahi farklı dünyalara yol açar. Dünya yaratmak, parçalar arasındaki ilişkilerin nasıl betimlendiğidir. Ön yargılarla, duygularla, deneyimlerle, bilişsel yetenekle, zekayla, duyumlarla tekrar tekrar kirletilen/zenginleştirilen betimlemeler, somuta ulaşmak için kullandığımız soyutlamalardır. Somut, varlığıyla soyutlamaları değiştirirken, soyutlamalar da ona ilişkin tüm deneyimimizi ve algımızı değiştirmektedir. Fakat insan tek başına tüm dünyanın verisini çekemez, onu yorumlayamaz, her konuda ilişki ağları üretemez. Dahası ürettiklerinin de niteliği çoğu kez düşüktür. Bu durum, bir yerden sonra, bizi ve dünyayı bizden daha iyi betimleyen önder dil üreticilerinin etkisi altına girmemize neden olur. Dil dünyayı sabitleme ödevinden taşar, başkalarını etki altına alma yetisine de ulaşır. Dünyayı betimlemek yerine, dünyayı yönetmeye doğru evrilir. İdeolojiler, inançlar, fikirler birer sözdür. Sözler, somut parçalar arasında ilişkiler görüp o ilişkileri isimlendiren soyutlamalardır. Çoğu icat, uydurma, az bir kısmı keşiftir. Neyin icat, neyin keşif olduğu da alabildiğince muğlaktır; çoğu kez birbirlerinin içine geçmişlerdir. Dünya sözle algılanır, onunla ifade edilir, onunla reddedilir. İktidar sözle kurulur. Ve sözle kırılır.