Kürt açılımından bu yana Türkiye’nin Kürt sorununda geriye gidişinin ana sebepleri, kamuoyunun değişimleri, medya ve otoriterleşme. Mehmet Yaşar Altundağ, Kürt sorununda geriye gidişin hikâyesini yazdı.
Barış ve Demokrasi Partisi eş başkanı
Selahattin Demirtaş, 15 Nisan 2012’de Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı programına konuk olmuştu.
Demirtaş’ın Siyaset yayınını izlediğimizde aslen Ermeni olan bir vatandaşla tartıştığını görüyoruz. Siyah t-shirtünün üzerinde atkısı, 30’lu yaşlarında olduğu izlenimi veren erkek izleyici; insan hakları, devletin şiddetini sınırlandırma veya ezilenlerin sesi gibi konularda
Demirtaş’a katıldığını fakat önemli bir konuda
Demirtaş’ta çelişki gördüğünü söyleyerek sözlerine başlıyordu.
“Evrensel şiddete karşı olduğunuzu söyleyen biri olarak neden PKK’ya terör örgütü demiyorsunuz? Siyasal arenada var olmaya çalışan bir siyasetçi olarak neden terörle aranıza daha sert bir mesafe koymuyorsunuz? Daha geçen Taksim’de patlatılan bombayı kınamıyorsunuz?”
Havanın yer yer gerildiği ve seslerin yükseldiği atmosferde
Demirtaş, hassas bir konunun oldukça hassas bir noktasına temas eden bu soruya cevap vermeye başlıyor
: “Bugün dünyada terör kavramı en siyasal kavramdır. Şiddet kavramı en evrensel bir kavramdır. Biz şiddete karşıyız dedik, şiddeti kınıyoruz dedik. Neden terör kavramı kullanılmıyor? ABD’nin teröristi başkadır, Fransızların teröristi başkadır. Herkesin bir teröristi vardır ve muhalefetini susturmak için siyallaştırırlar. Bu şiddeti meşru göstermek için kullanılan kavramlardan biri değildir. (…) Şiddet sivillere yöneltildiğinde terördür ve açıp bakabilirsiniz Taksim’deki ilk saldırıyı açıp bakabilirsiniz kınayan ve karşı çıkan BDP’dir.”
İkili arasında tartışma burada bitmiyor.
Demirtaş açıklamalarına devam ederken aldığı cevaptan tatmin olmayan soruyu soran izleyici, PKK’nın sivilleri öldüren bir yapı olduğunu söyleyerek Demirtaş’ın üzerine daha fazla gidiyor.
“Terörü siyasal fikrini ortaya koymak için kullanan bir örgütten bahsediyoruz. PKK’nın da gayrı meşru cinayetleri var, bir sürü aydınları öldürmesi var. Benim gözümde bir örgüt bütün insan haklarını savunurken bir masum insanı öldürecek eyleme girerse teröristtir.” Demirtaş araya giriyor:
“Bunu devlet de yaparsa öyle midir?” Soruyu soran izleyici evet diyor.
“İktidar değiştiğinde (devlet)
terörünün hesapları sorulmalıdır.”
Bir siyasal partinin eş başkanı ve bir vatandaş; çok uzun süre hem resmî ideoloji hem de Kürt siyasal hareketinin hassas konularını, ana akım bir televizyonda gayet açık bir şekilde tartışmıştı. Yukarıda anlattığım sekanstan anlaşılacağı gibi devletin şiddet meşruiyeti, siyasal şiddetin yeri, terör ve siyaset gibi dünyanın her yerinde hassas olan konuların üzerine gidilmişti ve hamasete sığınmadan analitik bir şekilde konuşulmuştu. Bu konuları açık yürekli konuşmak kimsenin üzerinde vebalı gibi bir etki de bırakmıyordu.
Bu programdan 10 yıl sonra, bundan birkaç hafta önce Oğuzhan Uygur BaBaLa TV’nin yeni serisi olan Açık Mikrofon’a HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu çağırdı. Siyaset Meydanı’na benzer bir şekilde programa katılan izleyiciler Gergerlioğlu’na tek tek soru soruyordu. Gergerlioğlu da cevap verdi.
Format gereği HDP destekçilerinin katılamadığı programa ağırlıklı olarak milliyetçi, ulusalcı gençler katılım gösterdi, Kürt sorunun var olup olmamasından Kürtler ne istiyor’a kadar sorular soruldu.
Bu sefer konuşulan konular, toplumda yeni bir şeyi konuşuyormuşuz etkisi yaratmadı.
“Kürt sorunu gerçekten nedir”,
“Sadece Kürtler mi eziliyor, Doğu Karadeniz’de de fakirlik var” “gibi 10 yıl önce de Demirtaş’a sorulan soruların bir kısmı Gergerlioğlu’na tekrar yöneltildi. Aslında son 10 senede yaşananlara dair anlamlı sorular hiç yok değildi.
“Çözüm Süreci’ne dair HDP’nin yaptığı bir öz eleştiri var mı” ya da
“Bu noktadan itibaren çözümün adresi neresi olacak” gibi güncel sorular, izleyiciler tarafından Gergerlioğlu’na yöneltildi...
Demirtaş ve Gergerlioğlu programları arasında 10 sene var. Bu 10 senede Türkiye birçok dönüşümün içerisinden geçerken bu programda konuşulanlar, sorulan sorular, tartışmaya açılan konular; aynı meseleleri ilerlemeden tekrar konuşuyoruz hissiyatı uyandırdı.
Fakat, bütün bu sorular ve Gergerlioğlu’nun bunlara verdiği cevaplar programın küçük bir bölümünü oluşturdu. Programın ardından yaşanan tartışmaların ise daha küçüğünü. Gergerlioğlu’na
“Arkanızdaki Atatürk resminden rahatsız mısınız”,
“İstiklal Marşı’nı okuyabilir misiniz”
“HDP’nin PKK’dan ayrı bir yapı olduğunu söyleyebilir misiniz” gibi tartışmayı ilerletmeyecek sorular sorulmuş, Gergerlioğlu; derdi ve çözüm önerileri anlaşılan bir siyasetçi olarak değil de tanık sandalyesinde hesap sorulan bir figüre dönüşmüştü. Seyirciler sorulan soruların aldığı alkışlarla heyecanlanıyor, hatta sorular bir tür laf sokmasına ve atışmasına dönüyordu.
Demirtaş ve soruyu soran vatandaş arasında geçen tartışma ile Gergerlioğlu programı bize 2 noktayı kaybettiğimizi gösteriyor. O dönemler bir canlı yayında siyasal şiddet, şiddetin sınırları ve terör kavramı gibi konulara dair derinlikli tartışmalar yapılabiliyordu. Geçen yayınlanan Gergerlioğlu yayınında sorular bu derinliği yakalayamamıştı. Öfke ve hesap sorma hâkim duyguydu. Kürt sorunun realitesini anlamak ikinci plandaydı.
Demirtaş ve Gergerlioğlu programları arasında 10 sene var. Bu 10 senede Türkiye birçok dönüşümün içerisinden geçerken bu programda konuşulanlar, sorulan sorular, tartışmaya açılan konular; aynı meseleleri ilerlemeden tekrar konuşuyoruz hissiyatı uyandırdı. Daha kötüsü Türkiye bu süreçte geriye gitmişti. Peki Türkiye, Kürt sorununu konuşma kapasitesinde 10 senede nasıl bu kadar geriye gitti? Neden Kürt sorununa dair konuşmak bu kadar zorlaştı?
Bunun Türkiye’nin yaşadığı otoriterleşme deneyimi ve AKP’nin açılım sürecinden vazgeçmesinin ötesinde 4 tane nedeni var. Bu nedenleri anlamak, son 10 senede toplumun yaşadığı psiko-sosyal ve sosyo-politik değişimi anlamlandırmak ve Kürt sorununu tekrar konuşabilir hâle gelmek için önemli.
TOPLUMUN UMUDU VE İNANCI KAYBOLDU
Siyaset biliminde kamuoyunun düşünüş tarzını açıklayan önemli bir kavram vardır, termostatik kamuoyu. Termostatik kamuoyuna göre toplumun bir konuda hakkında sabit bir fikri yoktur. Tıpkı odanın sıcaklığının değişmesinde termostatın bu değişiklere tepki vermesi gibi kamuoyu da yaşanan iç ve dış gelişmelere tepki verir. Dünyayı etkileyen bir salgın hastalık olduğunda sağlık harcamaları arttırılsın fikri güç kazanır, siyasetçilerin yolsuzlukları veya yapılan yardımların yandaşlara dağıtıldığı ortaya çıktığındaysa devlet harcamaları ve sosyal harcamalara yönelik toplumsal destek azalır.
Benzer bir süreç Kürt sorununda yaşandı. Onca yıllık baskı politikalarının ardından bir liberalleşme rüzgarıyla gelen Çözüm Süreci, o zamana dek toplumda barışa ve çözüme yönelik susuzluğun birikmesiyle oldukça desteklendi. Çözüm Süreci bir heyecanla karşılandı. Fakat AKP, Çözüm Süreci’ne yönelik bu coşkuyu verimli kullanamadı ya da kullanmak istemedi. Çözüm Süreci’nin şeffaflıktan uzak yapısı AKP’nin 7 Haziran sonrası masayı dağıtmasıyla birleşince Kürt sorunu ve demokratik çözüm önerilerine yönelik toplumsal destek ivme kaybetme başladı.
‘Toplumun büyük bir kesimi, başka bir grubun anlatacağı dertleri dinlemek istemiyor. Ekonomi kötü, geçim sıkıntısı var, eğitim politikaları yerle yeksan olmuş. Böyle bir atmosferde ‘Kürt sorununa daha sıra var.’
Zaten bu sorun çözülemeyecek inancı giderek güçlenmeye başladı. Kürtler bizden çok şey istiyor, devlete güven olmaz, terör örgütüyle masaya hiç oturulmamalıydı düşünceleri, başarısızlığın bir sonucu olarak yavaş yavaş Türkiye’nin psiko-sosyal dünyasına hükmetti. AKP; Çözüm Süreci’ni devirmesiyle sadece o an yaşanabilecek çözüm ihtimalini değil, ayrıca gelecek yıllarda da toplumda var olacak barış ve çözüme dair inancı da devirmişti.
Nitekim Türkiye’nin çok hızlı yaşadığı otoriterleşme süreci, derin ekonomik kriz, yüksek enflasyon ve geçim sıkıntısı, devletin başta seküler yaşam olmak üzere iktidarına yönelik bütün alternatif yaşam formlarını bastırması, eğitim ve güvenlik krizi gibi sebeplerin en sonunda derin bir bunalım yarattığı Türkiye’de Kürt sorunu ve demokratikleşmeye dair konuşacak “takat” bırakmıyor. En azından büyük bir çoğunluğun hissettiği realite bu durumda. ‘Toplumun büyük bir kesimi, başka bir grubun anlatacağı dertleri dinlemek istemiyor. Ekonomi kötü, geçim sıkıntısı var, eğitim politikaları yerle yeksan olmuş. Böyle bir atmosferde ‘Kürt sorununa daha sıra var.’
MEDYADAKİ DOMİNASYON
Son 10 senede Kürt meselesini ve Çözüm Süreci’ni konuşma potansiyelimizi kaybettiren diğer kritik noktalardan biri Çözüm Süreci’nin tamamen rafa kaldırılıp AKP’nin MHP’yle ittifak kurarak Kürt siyasetine yönelik politikasını 180 derece değiştirmesi oldu. Bu politika değişikliği, o ana kadar Çözüm Süreci için yapılan bütün çabaları anlamsızlaştırmakla kalmadı, milliyetçi kanattan yapılan bu sürece yönelik eleştirilerin en baştan beri haklı olduğu izlenimini ortaya koydu. AKP’nin politika değişikliğiyle beraber medyada ve kamusal tartışmalarda ortaya atılan tezler Çözüm Süreci’nde konuşulanların tam tersine döndü.
Kamusal tartışmaların güvenlikçi siyaset tarafından domine edilmesi sonucunda da yeni Türk milliyetçiliğinin en çok maruz kaldığı argümanlar bunlar oldu. Bu bir feedbaack (geri besleme) etkisi yarattı. (I) Çözüm Süreci’yle beraber Türkçü hassasiyetler ortaya çıkmıştı, (II) AKP Çözüm Süreci’nden geri adım atınca bu politikanın ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkmıştı ve (III) medyada hâkim olan söylem güvenlikçi siyaset olunca da bu hassasiyetler ve çözüm politikasının anlamsızlığı iyice perçinlenmişti.
ÖFKELİ SEKÜLER MİLLİYETÇİLİK
Gergerlioğlu’nun programını izleyenler fark edecektir ki seyircilerin büyük bir kısmı 20-30 yaşları arasında, ekseriyetle erkeklerden oluşuyor. Soru soranların sorularındaki Kürt meselesi, İslamcılık ya da göçmenlere dair formülasyonları büyük bir çoğunluğunun hem seküler hem de milliyetçi olduğunu gösteriyor. Nitekim yine PolitikYol’da 3 yazıda anlattığım “Yeni Seküler Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu” serisindeki yeni bir sosyo-politik grup olarak tanımladığım seküler milliyetçiler, bu programda varlıkları, hassasiyetleri ve sorularıyla kendini gösteriyor. Seküler milliyetçilik, onu oluşturan politik, sosyolojik ve ideolojik sebepleriyle beraber bir psiko-sosyal hali de içeriyor: Öfke duygusu.
Öfke, seküler milliyetçiliği halihazırda besleyen önemli duygulardan biri. Bir öfkeli hali olma durumu mevcut. Ekonomik kriz günden güne derinleştiği için, genç işsizliği %25’lere vardığı için, İstanbul’da kiralar asgari ücret fiyatlarına ulaştığı için öfkeliler. Öfkeli olma hâli de kaçınılması gereken bir durum değil. Tam tersine vatanseverlik şuurunun farkında olan herkesin güçlü bir siyaset ve söylem koyabilmesi, öfkeli olması gerekiyor.
Kamuoyunun Kürt sorununa dair ilgisiz ve umutsuz olduğu, öfkenin bir duygu olarak yükseldiği ve medya dominasyonunun Kürt siyasetini hapsettiği bir dönemde Kürt sorununu ve Çözüm Sürecini konuşmak iyice zorlaşıyor.
Genç kuşaktaki milliyetçi öfkenin Gergerlioğlu ya da Kürt sorununa duyduğu öfkenin bir boyut daha var. Seküler milliyetçiler; ilk andan itibaren İslamcı bir iktidarın ve ulus-devlet (askeri vesayet vs.) mantığıyla hesaplaşmanın sonuçlarını bildiğini düşünüyor ve ilk andan beri uyarılarını yaptıklarını söylüyor. Geriye dönük yaşananları belki de tekrar inşa eden bu yaklaşım, seküler ve sekülerleşen milliyetçilere de bir ahlaki üstünlük veriyor. Tavizsiz duruşları haklı ve öfkeli olduğuna dair inançlarından geliyor.
Onlar, ulus devlet mantalitesinin tekrar sorgulanmasına karşılar. Kürt sorununu devletin hataları ve Türk kimliği üzerinden tartışmaya açanlara bu yüzden bir daha öfkeleniyorlar. Katı seküler yapıya dair eleştiriler bu yüzden onları sinirlendiriyor. Programa katılanların birçoğuna göre göre Kürt Açılımı’nın nereye gideceği belli. Artık bunlarla kaybedecek bir zaman yok ve tekrar bu tartışmaların başlamasından duydukları da öfke buradan geliyor. Gergerlioğlu’na yöneltilen soruların bir anlama ihtiyacından ziyade tanık sandalyesine oturtulmuş birini yargılama sürecine dönüşmesi de bu yüzden.
HDP’NİN DE FACTO BİTİRİLİŞİ
BaBaLa TV’nin Gergerlioğlu yayını toplumda ve medyada uzun süredir var olmayan bir şeyi gerçekleştirdi: Kürt sorununa yönelik tarışmaları tekrar kamuoyuna taşıdı.
HDP’nin
de facto olarak siyasi parti faaliyetlerini sürdüremez haline getirmesinin sonuçlarından biri de Kürt siyasetine dair tartışmaların Türkiye’de azalması oldu. Her hafta TBMM’de grup başkanvekili konuşmaları, Demirtaş’ın ana akım medyada verdiği demeçler, siyasilerin açtığı alana girerek kamusal tartışma alanını genişleten gazeteci, STK ve akademisyenlerin yokluğu Türkiye’yi 2016’dan itibaren bir Kürt sorunu çoraklığına itti. Nitekim Gergerlioğlu yayının hem bu kadar konuşulmasının hem de bu kadar tepki almasının sebebi de bu susuzluk.
Kamuoyunun Kürt sorununa dair ilgisiz ve umutsuz olduğu, öfkenin bir duygu olarak yükseldiği ve medya dominasyonunun Kürt siyasetini hapsettiği bir dönemde Kürt sorununu ve Çözüm Sürecini konuşmak iyice zorlaşıyor. Zira fikirler ve tartışmalar, toplumda bir anda ortaya çıkmaz ve bir tartışma süreci içerisinde güçlenir ve kök salar. Uzlaşı ve ortak noktaya bulmak da bu sürecin bir doğal parçasıdır.
NASIL KONUŞMALIYIZ?
Hem 2012’deki Demirtaş hem de 2022’deki Gergerlioğlu yayınında tekrar eden iki soru var
. “Kürtler ne istiyor” ve
“Çözüm ne olacak”. Çözüm siyasette, siyaset alanının Kürt siyasetine açılmasında. Bütün partilerin ve onların temsilcilerinin dikkate alınması; tartışmalara dahil edilip hassas denen bütün noktaları konuşmakta. Sorunlarımızı açıklıkla konuşabildiğimiz, milliyetçisinden Kürt’üne herkesin kaygılarını birbirine karşı dile getirdiği sürece biri müzakere ortamı oluşturabiliriz.