Savaş dönemleri muhalefet partilerinin avantajına değil; hükümetle sivil toplum arasında sıkışmış durumdalar. Etkin olmaları zor, medyada çok yer alamıyorlar. Aldıkları zamanda net tavır almada zorlanıyorlar.  24 Şubat’tan bugüne devam eden Putin’in Ukrayna Savaşı, tüm dünyada ana ve tek gündem maddesi olmaya devam ediyor. Sadece bir ülkenin değil, aynı zamanda tüm canlıların ve doğanın, dolayısıyla “yaşamın” yıkımına; sadece insanlığın yıkımına değil aynı zamanda “yaşamsal trajedi”ye yol açan, jeopolitik dengeleri değiştiren ve III. Dünya Savaşı riskini taşıyan bu savaş, kamusal, siyasi ve akademik tartışmanın tek gündem maddesi olmaya devam edecek. Küresel/bölgesel düzlem ulusal/yerel düzlemin, dış politika iç politikanın yerini almış durumda. Doğal olarak savaş durumunda, hem sert güç hem de diplomasi ve yumuşak güçle ilgili “saha ve masa”da alınan kararlar, yapılan müzakereler ve uygulamaya sokulan politikalar hükümetler ve liderler düzeyinde uygulanıyor. Sivil toplum, sosyal medya aktivizminden webiner ağırlıklı digital uygulamalara kadar etkin olmaya çalışıyor. Böyle dönemler muhalefet partilerinin avantajına değil; hükümetle sivil toplum arasında sıkışmış durumdalar. Etkin olmaları zor, medyada çok yer alamıyorlar. Aldıkları zamanda -hele seçimler yaklaşıyorsa- net tavır almada zorlanıyorlar. Dahası, savaşın ana ve tek gündem maddesi olduğu ve “yaşamsal yıkım ve güvensizlik” riskini kritik boyuta getirdiği zamanlarda, toplumun, ekonomiden demokrasiye adaletten özgürlüğe eğitimden sağlığa uzanan temel sorunları ikinci plana atılıyor. Savaş-muhalefet partileri ilişkisi konusu ve “savaş durumunda muhalefet partileri ne yapmalı” sorusu ilginç ve önemli bir karşılaştırmalı siyaset bilimi konusu. Dünya’da farklı örneklerde olduğu gibi, Türkiye’de de benzer bir durumu yaşıyoruz. 24 Şubat’la birlikte, muhalefet alanında, canlanma, dinamikleşme, gündem belirleme ve güçlenmeden sessizleşme ve sıkışmaya geçişi yaşıyoruz. Muhalefetin çok önemli ve oyun değiştirici nitelikte olan ve 28 Şubat günü altı partinin ve liderlerinin birlikte sundukları “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önerisinin, gündem maddesi olmaması ve yeterince ilgi çekmemesi buna bir örnek. Benzer şekilde,  CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 9-10 Mart’ta “Helâlleşme” adı altında yaptığı Diyarbakır ziyareti de hak ettiği ilgiyi görmedi. Kılıçdaroğlu, “gecikmiş ziyaret” olarak tanımladığı ziyaretinde, halkla birlikte oldu, önemli toplantılar yaptı, Kürt sorununa çözüm önerilerini paylaştı, Diyarbakır’a daha sık gelme sözü verdi. 28 Şubat gibi, 10 Mart’ın da önemini vurgulayalım. Bu önemli ziyerette oluşan olumlu hava ve ilişki devam ederse, ve CHP ve Millet İttifakı, bu soruna toplumdan öğrenerek ve toplumla birlikte çözüm bulma çabası ve iradesi içinde olursa, bugünün savaş ortamında gündem olmayan 10 Mart’a, 28 Şubat gibi tekrardan geri döneriz. KÜRTLER NE İSTİYOR? Ayşe Köse ile 2019’da ve Berrin Lorasdağı Koyuncu ile 2020’de yayımladığımız Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü (Ayrıntı: İstanbul)  ve Sekiz Kentin Hikâyesi: Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar (Metis: İstanbul) kitapları için Diyarbakır, Van, Mardin, Tunceli, Bingöl, Batman’a gittik, karar vericiler ve halkla konuştuk. Bu araştırmalarımızdan, Türkiye’nin kentleşme dinamikleri ve sorunları kadar, “Kürtler ne istiyor” sorusuna yanıt için de önemli ipuçları bulduk. En azından sekiz noktanın altını çizebiliriz: Birincisi, Kürtler hem söylemde hem de uygulamada, “normalleşme”, “eşit vatandaşlık” ve “birlikte yaşama” temelinde yeni bir sürecin ya da dönemin başlamasını istiyorlar. İkincisi, Kürtler, şiddet ve çatışma ortamında yaşamak istemiyorlar. Ne hendek savaşlarına ne teröre ne de savaşa destek verdiler, veriyorlar. Günlük yaşamlarının ve yaşadıkları kentlerin yaşanabilirliği, normalleşme, barış içinde yaşamak ve geleceğe güvenli bakmak ortak talepleri… Kürtler, Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme söylemini, kapsayıcı siyaset anlayışını ve Kürt sorununa çözüm için yapıcı tutumunu destekliyorlar. Üçüncüsü, Kürtlerin söyleminde, işsizlik, yoksulluk, temel ihtiyaçlardan yoksunluk sorunları, kimlik ve ötekileştirilme sorunları kadar önem kazanıyor.  Eşit vatandaşlık ve farklılıklar içinde birlikte yaşamak, sadece siyasi ve kültürel değil ekonomik ve insani kalkınma temelinde görülüyor. Dördüncüsü, Kürtler, kendilerini ötekileştiren söylemlerin ve HDP’nin siyasi aktör olarak dışlanmasının, yıkıcı kutuplaşmayı güçlendirdiğini, siyasi ve toplumsal iklimi bozduğunu ve devlet-toplum/birey ilişkilerinde yaşanan kopukluk ve güvensizlik sorunlarını derinleştirdiğini düşünüyorlar. Beşincisi, Kürtler, kendilerinin siyasi aktörü olarak HDP’ye işaret ediyorlar. AK Parti ve Cumhur İttifakı ilişkileri geri dönüşü olmayan bir kopuş içinde CHP ve Millet İttifakı’na olumlu yaklaşımları güçleniyor. Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme söylemini, kapsayıcı siyaset anlayışını ve Kürt sorununa çözüm için yapıcı tutumunu destekliyorlar. Altıncısı, bu bağlamda, kendilerinin ve HDP’nin seçimlerde ve seçim sonuçlarının belirlenmesinde “kilit aktör” olma konumlarını biliyorlar fakat oy vermelerini belirleyecek temel unsurun kısa dönemli çıkarlar değil aksine, sürdürülebilir normalleşme, eşit vatandaşlık ve birlikte yaşama ortamının sağlanması olduğunu vurguluyorlar. Yedincisi, Kürt sorunun kalıcı çözümünde, “Meclis’in ve Meclisteki partiler arası müzakere ve diyaloğun” kritik önemde olduğunu söylüyorlar. Sekizincisi, kentleşen Türkiye gerçeği içinde Kürt sorunu da kentleşiyor. Kent yönetiminin kapsayıcılı ve demokratikliği ve kentin yaşanabilir ve erdemli/adil kent olması, Kürt sorunun çözümünde giderek önem kazanıyor. Bu bağlamda, Kürtler, “kayyım atamalarına ve yönetimine” karşılar.  Kayyım yönetimi, sadece kentin yönetimini bozmuyor, yaşanabilirlik ve kapsayıcılık temelinde de kent içi ilişkilere tahrip ediyor.  Normalleşme için kayyım yönetimlerinin bitmesini gerekli görüyorlar. Kapsayıcı-adil/erdemli kent yönetimi taleplerinin uygulamaya sokulmasını seçilmiş yöneticilerden de istiyorlar. Doğru, Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti “geç kalmış” bir ziyaretti ama önemliydi. “Diyarbakır’a daha çok geleceğiz” sözü unutulmamalı, bölgedeki diğer illeri de kapsamalı. Kürtleri dinlemek, Kürtlerden öğrenmek, eşit vatandaşlık temelinde farklılıklar içinde birlikte yaşama kültürünü geliştirmek, Kürt sorunun çözümünün başlangıç noktası. Altı partinin de bu yönde ve birlikte hareket etmeleri de başarının anahtarı. Savaş ortamında zor olsa da muhalefet etkin ve aktif olmak için çalışmalarına devam etmeli...