Geçtiğimiz günlerde Resmî Gazete’de yayınlanan bir Yönetmelik ile alkollü içkilerin kamuya açık alanlarda perakende satışına yönelik usul ve esasları belirleyen ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nca yürütülen Tütün Mamulleri̇ ve Alkollü İçki̇leri̇n Satışına ve Sunumuna İli̇şki̇n Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeli̇k’te esaslı diyemeyeceğimiz, ancak yine de üzerinde durulması gereken bir değişikliğe gidildi.
Söz konusu yönetmeliğin alkol politikaları için önemi, kamusal alanı ilgilendirmesi. Nitekim Yönetmelikte yapılan bu değişimin Moda sahili ekseninde başlayan tartışmalarla birlikte şekillenen kamusal alanda alkol tüketimine ilişkin tartışmalardan hemen sonra gündeme gelmesi, üzerinde durulması gereken bir rastlantı olmalı.
Bu bağlamda, her ne kadar yönetmelik ile yine değişikliğe uğramış olsa da sigara satışına ilişkin esasları bir kenara bırakıp, alkollü içki satışına dair yürürlüğe konulan değişik üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye’de alkol politikalarına ilişkin kısıtlayıcı düzenlemeler dediğimiz zaman, “lokasyon kısıtlaması” adını verdiğimiz bir uygulama karşımıza çıkar. Yani, alkollü içkilerin belirli lokasyonlarda perakende satışının yasak olması. Bu yasağın da iki boyutu var.
Birincisi, yerel idarelerin yetki ve sorumluluğunda olan “içkili yer bölgelerinin” belirlenmesi suretiyle gündeme gelecek lokasyon kısıtlaması. Öyle ki Türkiye’de belediyelerin hangi bölgelerde içki satışı yapılabileceğini, hangi bölgelerde ise içki satışının hem sunum hem de perakende olarak yasak olacağını belirleme yetkisi var. Bu hususta belediyelerin takdir yetkisi oldukça geniş. Bu nedenle zaten bu uygulamanın yaşam tarzı müdahalesi bakımından açık bıraktığı bir kapı yok.
Bir diğeri ise, doğrudan merkezî idarenin, yani yürütme organının çıkartacağı yönetmeliklerle belirli kurum ve kuruluşların çevresinde veya kampüsünde alkollü içkilerin satışının yasaklanması. Lafzın genişliği itibariyle daha açık kapılar bırakmasından dolayı geçtiğimiz günlerde bu lokasyon kısıtlamasını düzenleyen yönetmelikte bir değişiklik yapıldı. Yapılan bu değişiklikle, Türkiye’de kamusal alanda perakende alkollü içki satış yasağı olarak adlandırabileceğimiz uygulamanın kapsamı genişledi.
Yönetmelikteki eski hüküm şöyleydi;
MADDE 10: (3) Öğrenci yurtları, sağlık hizmeti verilen yerler, spor müsabakası yapılan stadyum ve kapalı spor salonları, her türlü eğitim ve öğretim kurumları, kahvehane, kıraathane, pastane, bezik ve briç salonları ile akaryakıt istasyonlarında faaliyet gösteren işyerlerinde alkollü içki satış ve sunumu yapılamaz.Geçtiğimiz günlerde yayınlanan söz konusu yönetmelikte değişiklik yapılmasına dair yönetmelikle hayatımıza giren hüküm ise şu şekilde;
MADDE 10: (3) Aşağıda sayılan yerlerde faaliyet gösteren işyerlerinde alkollü içki satışı veya sunumu yapılamaz: a) Öğrenci yurtlarında; münhasıran bu hizmet için kullanılan yapılarda, yapıların eklentileri ve bahçelerinde, yurt yerleşke sınırları içinde. b) Sağlık hizmeti verilen yerlerde; münhasıran bu hizmet için kullanılan yapılarda, yapıların eklentileri ve bahçelerinde, bu kapsamda yerleşke içinde faaliyet gösteriyorlar ise yerleşke sınırları içinde. c) Spor müsabakası yapılan stadyum ve kapalı spor salonlarında. ç) Her türlü eğitim ve öğretim kurumlarında; münhasıran bu hizmet için kullanılan yapılarda, yapıların eklentileri ve bahçelerinde, bu kapsamda yerleşke içinde faaliyet gösteriyorlar ise yerleşke sınırları içinde. d) Kahvehane, kıraathane, pastane, bezik ve briç salonları ile akaryakıt istasyonlarında.Her ne kadar basit bir format değişikliği gibi gözükse de iki metin arasında başta da ifade ettiğim üzere esaslı olmayan fakat dikkate alınması gereken bir fark var. Eklenen yeni hükümler, (b) ve (ç) bentlerinin devamında görülebilir.
Ortada olmayan bir soruna dair daha kısıtlayıcı bir hüküm uygulamanın mantığı yok. Buna rağmen politika yapıcılar, buldukları her boşlukta alkollü içki satışına ve tüketimine saldırmaya devam ediyorlar.
Zira iki hüküm arasındaki fark, değişen yeni hükmün yalnızca kurumu değil, aynı zamanda kurumların kampüs ve eklentilerini de kapsaması.
İlk bakışta masum görülebilecek bu değişimin nasıl uygulanacağını zaman gösterecek. Ancak üzerinde durmak istediğim nokta, görünüşteki masumiyetin neden şüpheyle yaklaşılması gereken bir olgu olduğu.
Geçtiğimiz haftaki yazımda, koruma kavramının çoğu zaman özgürlük kavramıyla çeliştiğini ifade etmiştim. Bu iki kavramdan hangisinin tercih edileceği pekâlâ kamu politikası yapım tartışmasıdır ve bu tartışmada tek bir doğru yoktur. Buna rağmen, Türkiye’de bu yönetmeliğin değişmesini gerektirecek sosyolojik veya kültürel bir problem olup olmadığını da tartmalıyız.
Yani zaten Türkiye’de, örneğin sağlık kurumlarında alkollü içki tüketimine hatta satışına dair bir teamül söz konusu değil. Yalnızca son 10 senedir daralan özgürlük alanıyla sınırlı bir olgu da değil bu; alkollü içkilerin kamusal alanda görünürlüğünün bu denli kısıtlı olmadığı geçmiş zamanlarda bile söz konusu olmayan bir olgu. Böyle olunca, geçtiğimiz günlerde gündeme gelen değişikliğin gerçekten bir amaca hitap edip etmediğini tartmamız gerekir. Ortada olmayan bir soruna dair daha kısıtlayıcı bir hüküm uygulamanın mantığı yok. Buna rağmen politika yapıcılar, buldukları her boşlukta alkollü içki satışına ve tüketimine saldırmaya devam ediyorlar. Bu nedenle, toplumsal ve bireysel pek çok sağlık sorununa gebe olmasına karşın, Türkiye’de alkollü içkilere yönelik uygulanan kamu politikalarını bir yaşam tarzı müdahalesi olarak değerlendiriyoruz.
Diğer taraftan, eğitim kurumları dediğimizde de böyle bir alanda aklımıza gelenin ilk-orta öğretim veya lise olmadığı açıktır. Yönetmelikle hedef alınan açık bir şekilde üniversiteler ve üniversite kampüsleridir. Yani dolayısıyla kampüs ve öğrenci hayatı.
Türkiye’de alkollü içkilerin kamusal görünürlüğünü son on beş, yirmi sene öncesinden bugüne kıyaslayın. Suyun yavaş yavaş ısıtıldığını fark edeceksiniz. Peki %300 vergi yükü, kısıtlayıcı kanun ve yönetmelikler, valilik kararları ve polis denetimleri derken, kurbağamız tencereden fırlayabilecek mi?
Türkiye’de öğrenci hayatının belki de akla gelecek son sorunu alkollü içki tüketimidir. Gerek atama yoluyla gelen ultra-politize rektörler gerek yurt sorunları gerek hayat pahalılığı derken öğrenci hayatına dair politika yapıcıların yalnızca gençlerin alkol tüketip tüketmediğine odaklanması gerçekten korkutucu bir senaryo. Ancak maalesef realite bu. Koruma ile özgürlük arasındaki ikilemi yalnızca alkollü içki tüketimi ekseninde tartışmadan önce, devletin koruma yükümlülüğünün gençlerin günlük refahına tesir etmesi büyük bir gereklilik. Ancak maalesef Türkiye’de bugün gençlerin yurt bulup bulamamasından ziyade, kampüste oturup iki bira içip içmediği, daha büyük bir kamusal düzen tartışması oluyor.
Alkollü içki satış ve tüketimine dair kısıtlamalar, belki de iktidarın 10 seneyi aşkın bir süredir uyguladığı en istikrarlı politikalardır. Büyük bir istikrarla, gittikçe daha kısıtlayıcı bir kamusal alan yaratmak için elden gelen her şey yapılıyor. Bu durum da alkollü içki tüketen bireyler için tabiri caizse suya atılan kurbağa benzetmesini haklı çıkarıyor.
Suya atılan kurbağa alegorisini duymuşsunuzdur, ama tekrar edeyim. Kurbağayı eğer kaynar bir suya atarsanız, alışık olmadığı bu sıcaklıkta barınamayacağını fark eden kurbağa, hemen kendini güçlü bacaklarını kullanarak suyun dışına atar ve hayatta kalır. Ancak kurbağayı soğuk bir suya atar ve suyu yavaşça kaynatırsanız, kurbağa suyun dayanamayacağı bir sıcaklığa eriştiğini fark etmeden oracıkta can verir.
Yalnızca, Türkiye’de alkollü içkilerin kamusal görünürlüğünü son on beş, yirmi sene öncesinden bugüne kıyaslayın. Suyun yavaş yavaş ısıtıldığını fark edeceksiniz. Peki %300 vergi yükü, kısıtlayıcı kanun ve yönetmelikler, valilik kararları ve polis denetimleri derken, kurbağamız tencereden fırlayabilecek mi?
ü